Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Eylül '06

 
Kategori
Kitap
 

Milena

Milena
 

kitaplar


Milena'nın yaşam öyküsü

Edebiyattan anlayanların yücelttiği ve "iyi okuma" adına kıstas saydığı bazı yazar isimleri vardır. Bu isimlerden en çok ileri sürülenini; Franz Kafka 'yı okuyabilmeyi ne çok istedim. Ama gerçekleşmedi. Kitaplığımda bitirilmeden duran birkaç kitap varsa; bunlar Kafka’nınkilerdir. Profesyonelleşmiş beğenilerle beni karşı karşıya getiren bu hal, zaman zaman aklıma takılıp içimde kuvvetli bir inatlaşma; o kitapları alıp su gibi okuma hevesi yaratsa da muvaffakiyet sağlayamadım. Havsalamda nasıl oluştuğunu kestiremediğim o "samimiyetsiz Kafka" imajı bir türlü silinmedi. Ne yazarın ünü ne eserlerinin edebi değeri ne de "entelektüel kayıp" endişem, içimdeki bu nedensiz imaja galip gelemedi.

Meğer inatlaşmak yersizmiş. Her şeyin bir vakti olduğu gibi Kafka'yı okuyabilmenin de bir vakti varmış. Şimdi o vakit geldi. Çünkü bu hafta "Milena'nın yaşam öyküsü" adlı kitabı okudum. Kitap Milena'nın öz kızı Jana Cerna tarafından kaleme alınmış ve Kriton Dinçmen 'in çevirisiyle Arion Yayınevi 'nce Mayıs 2003'te yayınlanmış. Elbette bu kitabı bir tesadüf sonucu değil, ismi için seçtim; Kafka'nın sevgilisi "Milena" ismi için... Kitapta her "Kafka" adı geçişinde umutlandım; istedim ki bu isimle aramda sulh sağlayacak, bendeki imajını yersiz kılacak cümleler okuyayım, ona meraklanayım, celbettiğim edebi saygıyı şahsına iade edeyim. Bunlar olmadı; kitapta bulduğum Kafka önyargımdaki gibi zayıf ve ikircikliydi. Ama olan şuydu ki; içimde cılız bir ses "yanılgı" sözcüğünü dikte edip durdu ve iyice ikna oldum; fena halde yanılıyor olmam kuvvetle muhtemeldi. Üstelik dünyaca teyit edilmiş bir yazara bu tutumum "en iyinin" bende yarattığı kaçma duygusundan başka bir şey olmayabilirdi. Görüyorsunuz; ikna olmuş halim bile hala nasıl kuşkulu! Neyse, hiç olmazsa karar verdim; Kafka ivedilikle okunacak; hem de "Milena'ya Mektuplar" ilk tercih olarak...

Kızı Jana Cerna'nın anlattığı Milena'yı tek cümleyle özetlemek gerekirse; o başkaldıran bir kadın. Bütünün içinde kaybolmayı reddeden, makrokosmosun oluşmasına, şekillenmesine, renklenmesine katılarak "ben varım" diye başkaldıran zeki, alımlı, sabreden ve var olmanın sorumluluğunu son nefesine kadar başının üstünde taşımayı göze alan bir kadın. Öyle çok acıya, yokluğa, düşmanlığa, hastalığa, reddedilmeye, sevilmemeye ( bazen de Kafka'nın ki gibi sonsuz ve derin bir sevgiye) rağmen; varoluşçu felsefesinden kopmayan, yaşamın anlamlılığına dört elle sarılan ve insanın bir mikrokosmos olarak Dünya'nın makrokosmosu içinde eriyip kaybolmasına başkaldıran iri lacivert gözlü bir hüzün anıtı...

Milena'nın yaşam öyküsünü okuyunca; onun "yaşanacak bir dünyayı" yaratma çabalarındaki içtenliğe ve sarsılmaz inanca tanık olunca, okurun hüzünlenmemesi de elde değil... O zaman okur da anlıyor ki ölümünden yıllarca sonra; yaşadığı zamanın ve mekânın hatta inandıklarının ne kadar uzağında olunursa olunsun bu kaybolmuş hayatın genişliğini ve derinliğini kavrayabilmek hiç de zor değil!

Kitabın Sonsöz'ünde torunu Jan Cerny Milena’yı şu sözlerle anıyor: "Kendisi çarpıcı ve parlak fikirlerle dolu çok büyük bir gazeteci idi. Fakat çocuğuna düşkün bir anne olamamıştı. O sıralarda memleketi (Prag) işgal etmiş bulunan Almanların Milena'yı tutuklamalarının nedeni, yazmakta olduğu makaleleri kadar, Nazilerden kaçışları sırasında tehlikede bulunan kimselere yardım etmekte olması idi."

Torun Cerny'in bu sözleri ne kadar haklıdır bilinmez. Praglı ünlü yazar Kafka'ya sadece mektuplarda yar olmuş Milena'nın çocuğuna düşkün bir anne olup olmadığının da bilinmeyeceği gibi...

Ravensbrück'teki bir kampta hazin bir şekilde son nefesini veren Milena'nın hapishaneden kızına yazdığı "Annen Milena" imzalı mektubundakiler yaşama geçmemiş gerçeklerin bir haykırışıydı belki; nafile bir annenin pişmanlıkla ağdalanmış son haykırışları:

"Düşün ki, yaşadığım her günü, ama her günü senin yaptıklarını öğrenebilmek arzusu ile geçiriyorum; bir köşeye oturmuş senden gelecek küçücük bir haberi, tek bir kelimeyi bekliyorum. Hatırlıyor musun? Yaşlandığımda beni seveceğini yazmışsın. İşte tatlım! Artık yaşlıyım! Senden başka hiç bir şeyi olmayan yaşlı bir anne... Ama sana sahip olmakla kendimi zengin, pek çok zengin hissediyorum. Bunu bil, kızım... Beni bekletme!"...

Daha 11 yaşındayken hapishanedeki bir annenin bu cümlelerini okuyan ve annesini bir daha hiç göremeyen, yıllar sonra ise annesiyle kader birliği yapmış ama kamptan sağ çıkmış bir kadının "İşte annenden kalan!"sözleriyle avucuna bir diş bırakılan Jana Cerna'nın yaşam öyküsünü ise siz düşünün...

Bunca trajediyi yine kitapta okuduğum bir sözle - Chirico'dan alınmış bir sözle- sonlandırmak isterim:

"Duyduklarımın en ufak bir önemi yok; geride kalan tek şey gözlerimin açıkken gördükleri ve onlardan çok, kapalıyken..."

 
Toplam blog
: 4
: 450
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

1965, Balıkesir, Antalya, İstanbul..