Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '09

 
Kategori
Blog
 

Mim- neden yazıyorum...

Mim- neden yazıyorum...
 

Sümerlerin M.Ö.3200'de bulduğu Çivi yazısı- alıntı


Serçe'ye...

Yazı, konuşulan dil ve kültürün simgelerle ifade edildiği sessiz konuşmadır. İnsanlar soyut düşünme ve düşünceyi ilk olarak yirmi bin yıl önce işaretler, taş anıtlar ve mağara duvarlarına çizdikleri şekillerle somut hale dönüştürmüşlerdir.

Yazı… Yazmak… İnsanlığın evrimiyle koşut bir gelişme gösteren uygarlığın başlangıcı… Duman işaretleri ve mağara duvarlarına çizimle başlayan yazının serencamı; taş anıtlar, kil tabletler, duvarlar, papirüs tomarları, kâğıt(Çin) ile sürüp, günümüzde sanal ortama döküldü. Böylece bilgi “toplanabilir, iletilebilir ve saklanabilir, ” hale getirildi. Bu süreç Milat’tan Önce 3200 yılında başlayıp, günümüze dek 5200 yıllık bir süreci kapsar.

Yazının icadı ile şehir-devlet konumuna geçen insanlık, yazıyı önce tahılların ve hayvanların muhasebesi için, Sümer tapınaklarında kullanmaya başladı. Kil tabletler üzerine çivi ile kazılan Sümer yazısı; Akadlar, Asurlular ve Bailliler tarafından gelitirilerek Ön Asya’ya yayıldı. Ünsüz harflerden oluşan bu yazıdan esinlenen Mısırlılar, M.Ö.3000’de hiyeroglif denilen resim yazıyı buldular. Daha sonra Hititler de resim yazılarını geliştirdiler.

M.Ö.II. binde Lübnan’da yaşayan ve asırlar boyu Akdeniz ticaretini tekellerinde tutan Semitik bir ırk olan Fenikeliler, günümüz alfabesinin temellerini attılar. Sümer çivi yazısı üzerine semboller geliştirerek, en çok ticaret yaptıkları Girit ve Yunanistan’dakilere örnek oldular. Grekler, M.Ö. 1.binde sesli harfleri ekleyerek günümüz alfabesini geliştirdiler. Onlardan alan Etrüskler ve Romalılar Lâtin alfabesini ortaya çıkardılar. Fenike Alfabesi doğduğu topraklarda tutunmadı nedense… Arami harfleri Orta Doğu’da etkin olurken, Uzak Doğu’da Çin, Japon, Hint, Türkistan’da(Göktürk-Uygur) ve Rusya’da(Kril) şekilli çizime dayanan alfabeler gelişti.

El yazısı, tahta baskısı (Çin) ile ağır ağır ilerleyen yazı, XV.yüzyılda Alman Jan Gütenberg’in matbaayı geliştirmesiyle ivme kazandı ve kitaplar kültürlü yaşamın sembolü oldu. Daktilonun XIX. yy’da bulunması yazıyı kolaylaştırırken, bilgisayarın icadı yazın dünyası için tam bir devrim oldu. Sadece yazıyı kolaylaştırmakla kalmadı; ulaşım, haberleşme, kâğıt israfına(dolayısıyla ağaç kıyımı) engel oldu. Ama en önemli yeniliği, kitap ve gizli yazarlar dünyasında e-kitap ile yaptı. Milli Eğitim Bakanımızın ilerde eğitim-öğretimin e-kitaplarla yapılacağını söylemesinden sonra kolları sıvadım. Dolandırılma ihtimali olmadan yazdığım kitapları e-kitap yapmak için uğraşıyorum.

Batı’da şimdiden e-kitaplıklar piyasaya sürüldü. Amazon yayınevi, sanal ortamda 200 kitap depolayabilen “Kindle” adlı bir aygıtı piyasaya sürdü. Kitabın o albenisi, kâğıdın kokusunu içermese de, e-kitaplar pek çok alanda kolaylıklar sağlayacak.

Söz uçar, yazı kalır… Şiir; acı, sevinç ve hüzünlerin nağmeli nidası… Hikâye, yaşamın deneyim süzgecinden süzülmüş olayların, ders alınsın diye geleceğe aktarılması… Beynine, yüreğine, birikimine güvenen kalem-kâğıt sevdalıları, şimdi klavyeleri tıklıyor. Onlardan geri kalamazdım. Birikimimi aktarmak, öğretmek, örnek şekilde kalıcı olmak ve en önemlisi unutulmamak için ben de yazıyorum.

*

XI. yüzyıla kadar Anadolu için “Büyük Mezarlık” deyimi kullanılırdı. Bu deyim hem Anadolu’da birçok medeniyetin kurulup - yıkılması; hem de yapılan savaşlarda birçok insanın ölmesi anlamında kullanılıyordu. Atalarımız yerleştikten sonra bu deyim “Şefkat Diyarı”na dönüştü, ama Haçlı Seferleri ve Moğol istilâsıyla yine aynı deyim kullanılmaya başlandı. Uzun süreli Osmanlı Barışı döneminden sonra XX. yüzyılda da Büyük Mezarlık deyimi kullanıldı.

Bugün için ben değişik bir deyim kullanıyorum: “Yetenekler Mezarlığı…”Kitap bastırma olanağını bulanlar dışında, yayınevlerinin üç kâğıtçı tutumları; alt yapı birikiminden yoksun, hafızasız kişilerin güzelim Türkçemizi katlederek basına çöreklenmeleri, nice değeri saf dışı bırakmıştır. Küreselleşme nedeniyle her alandaki erozyon, basın-yayın dünyamızı da etkilemiştir. Büyük büyük gazetelerin, tek tek güzellik reçeteleri veya yıllardır tekrarlanan yemek tarifleri için harcadıkları birinci hamurlar ve bunun için kıyılan ağaçlara içim hep sızlamıştır. Oysa o tarifler on santimlik cep kitaplarına rahatlıkla sığdığı gibi daha kullanışlı olurdu. Geriye kalanlar ve çöpü boylayan bulmaca sayfaları, her yıl açılacak yarışmalarda kazanan kitaplar için değerlendirilebilir. Böylece yeni yetenekler Edebiyatımıza kazandırılırken, kültür hayatımız da yeni ve ucuz yayınlarla renklenir.

Orta Okul son sınıfta annemi kaybettikten sonra yazmaya başladım. Şiir, benim için acıların çığlığı, hikâye terapisiydi… Çok yararlarını gördüm. İlk şiirlerim 1968 yazında Mardin Şafak Gazete’sinde yayınlandı. Bu konuda bana destek çıkan Mardin Kız Meslek Lisesi Orta Bölümünde Türkçe Öğretmenlerim sevgili Çağlayan Öztürk ve imlâ kurallarını ısrarla öğreterek, yaz tatillerinde klâsikleri okumamı sağlayan Alâeddin Kaya; Mardin Lisesi’nde her yönden beni özendiren hocaların hocası değerli Edebiyatçımız Güler İçinsel ile Türk edebiyatı’nın ilk yazılı metinleri Orhun Abidelerini aslından okutarak milli duygularımı güçlendiren A.Rıza Acımert’i minnetle anıyorum.

Hem öğrencilik, hem de öğretmenlik yaşantımda Kültür ve Edebiyat etkinliklerinde yer aldım. Aldığım övgüler, genelde “Farklı bir tat, farklı bir yorum” oluyordu. Gazeteler, dergiler çıkartıp, yazıp, yazdırdım. Emekli olunca birikimlerimi önce daktiloya, ardından bilgisayara aktardım. Dağıtım sorunundan, bazı yayınevlerine gösterdim, hep kaytarmayla karşılaştım. İşin ilginci kaytaranlar hep yerlerinden oldu… Ve boş döndüğüm her seferde aklıma “Türklerin Kazanı” geldi.

Bilirsiniz… Adamın biri cehenneme düşmüş. Dolaşırken her millete ait bir kazan ve başında bir zebani. Elindeki kürekle kazandan çıkmaya çalışanların kafasına vurup, geri itiyor. Adam ürpere ürpere dolanırken, bakmış bir kazan nöbetçisiz. Zebaniye dönüp, nedenini sormuş. Zebani gülümseyerek; “Ha o mu, Türklerin kazanı. Nöbetçiye gerek yok, yaklaş bak!” Adam kazana yaklaşıp bakmış ve başını esefle sallamış. Çünkü kazanın ağzına yaklaşıp, kaçmayı başaranlar alttakiler tarafından paçalarından geri çekiliyormuş…

Emeklerime acıyan düşünceler içinde med-cezir halinde bocalayıp dururken, tesadüfen Milliyet Blog’a rastladım. Farklı kulvarları görünce neden olmasın deyip üye oldum.

O gün bugündür tanışıyoruz ve MB. sakinleri olarak sanal bir yaşamı paylaşıyoruz. Bize bu ortamı sağlayan, bir limanda dış fırtınalara direnmemizi sağlayan Sayın Aydın Doğan’a, MB. yöneticilerine, Editörlerine, yorumlarıyla ufkumu genişleten arkadaşlar ve okuyuculara kucak dolusu sevgilerle, çiçek yerine aşağıdaki şiiri sunuyor, üç arkadaşımı hoşgörülerine sığınarak mimliyorum!

1-Ezgi Umut

2-Moyemayko

3-Canmehmet

MİLLİYET BLOG

Profesyonelden, amatöre, çömeze

Açık her yaştan kalem gönüllülerine.

Şiir, hikaye, makale, deneme, haberlerle

Gökkuşağını kuşanmış Kültür Bahçesi.

*
Milliyet Blog elit sitemiz

Sende dillenir hayallerimiz.


*
Hicran, vuslat potasında eritir hüzünleri,

Kapıştırır dostları ülkemin siyaseti,

Ayrılıklar, dargınlıklar yıldırmaz bizi,

Açacak birlikte hoşgörü çiçekleri.

*
Milliyet Blog elit sitemiz

Sende dillenir hayallerimiz.

 
Toplam blog
: 214
: 5488
Kayıt tarihi
: 03.08.08
 
 

Emekli eğitimci, araştırmacı yazar, şairim. Ülkemin cennet ile cehennemi bir arada yaşadığı bir zama..