Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '17

 
Kategori
Bilim
 

Mısır Bilimi Uzmanı Sn. Perihan SADIKOĞLU ile söyleşim

Mısır Bilimi Uzmanı Sn. Perihan SADIKOĞLU ile söyleşim
 

İnternetten alınmıştır


Piramitleriyle ünlü ama günümüz dünyasının medeniyetinin doğuşu olduğu anlaşılan bilimsel araştırmalar yapıldıkça değeri anlaşılan Mısır Bilimi (medeniyeti) ne dair Türkiye’deki uzman olan Sn. Perihan SADIKOĞLU ile söyleşimi ilginize sunuyorum.

K.KANPAK: Ressamlıktan Mısır Bilimciliğine yönelme sürecinizi ve yoğunlaşmanızı özetler misiniz?

P.SADIKOĞLU: Yeditepe Üniversitesindeki Master tezim olan 'Antik Mısır Sanatı ve Tarihsel Akıştan Günümüze Etkiler 'adıyla Türkiye 'de Mısır bilimi alanında ilk akademik kitap oldu. 2007'de Türkiye'yi temsilen İskenderiye Bienaline katıldım ve akabinde ‘Mısır Kültür Ataşeliğinin’ resmi açılışı resim sergimle oldu. 2008 'de ‘Antik Mısır kitabım’ ve bu konudaki çalışmalarım dolayısıyla Ankara'da Mısır Büyükelçiliğinin resmi konuğu oldum. 2010 yılında Mısır Başkonsolosu Wafa El Hadidi'nin özel isteğiyle Türkiye'de Mısır Biliminin kurulması için çalışmalar başlattım ve Türkiye'nin ilk Mısır Bilimcisi oldum. Mısır'ın 500 sene Osmanlının yönetiminde olmasından dolayı Türkiye'de de Mısır Bilim’inin kurulması için Mısır sanatıyla ilgili çizimler, yağlı boya tablolar, yazılar, söyleşiler, röportajlar, dersler ve araştırmalar yaptım.

K.KANPAK: Mısır medeniyetine yöneldiğinizde sizi ilk etkileyen olguyu anlatır mısınız?

P.SADIKOĞLU: Çocukluk yıllarında okuduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden dolayı Antik Mısır’a ve Piramitlere ilgim her zaman yoğundu.

Piramitlerin yapılışındaki gizem ve matematiksel metotlar beni Mısır’a çekti ve piramitlerin dünyanın merkezinde oluşu ve yıldızlar doğrultusunda yapılmış olması da bir diğer etkendi. Aynı zamanda 2.Ramses serileri kitaplarında yer alan 2. Ramses’in karısı Nefertari için yapmış olduğu Ebusimbel’deki tanrıça Hathor tapınağı bir kadına verilen değerin en önemli simgesi olması bir diğer sebepti. Bundan binlerce yıl önce firavunların eşlerine göstermiş olduğu saygı ve sevginin medeniyetlerinin ne kadar ileride olduğunu fark etmem beni etkiledi. .

K.KANPAK: Medeniyetin toplumsal (zekânın ve birikimin) niteliğinin ürünü olduğunu düşünüyorum, araştırmalarınızda bu konuda bir veriye rastladınız mı?

P.SADIKOĞLU: Kısa süre içinde hızlı şekilde gelişip ileri bir medeniyet kurmuşlardır. Antik Mısır uygarlığının başarısı, kısmen Nil Vadisi'nin koşullarına uyum sağlamakta gösterdiği beceriden gelmektedir. Taşkınların öngörülmesi ve verimli vadinin kontrollü sulanması, toplumsal ve kültürel gelişmeyi besleyen ürün fazlasının üretilmesini sağlamıştır. Siyasi otorite, ürün fazlasının kullanarak;  Nil vadisi ve civarındaki çöl arazisindeki madenleri işletme, özgün bir yazı sistemini erken evrelerde geliştirme, karmaşık inşaat ve tarım projelerini hayata geçirme, dış ticareti geliştirme ve yabancı istilacıları uzak tutmaya ve Mısır’ın üstünlüğünü kabul ettirmeye yönelik askeri yapılanışı sağlamak için gerekli kaynakları sağlamıştır. Bu yöndeki faaliyetleri harekete geçiren ve planlayıp örgütleyen;  seçkin yazmanlardan oluşan bir bürokrasi, dini liderler, firavunun denetimi altındaki yöneticiler topluluğuydu. Bu unsurlar, aynı hedeflere yönlendirildi ve bölgede yerleşik insanları, ayrıntılı düzenlenmiş bir dini inançlar sistemi çerçevesinde bir araya getirdi.

Antik Mısır'ın başarıları; taş ocaklarının işletilmesi, anıtsal piramit ve tapınakların, dikilitaşların yapımına olanak sağlayan ölçümleme ve inşaat teknikleridir. Pratik ve etkili bir tıp bilgisi, sulama ve tarım teknikleri, bilinen ilk geminin yapımı, Mısır fayans ve cam tekniği, yeni yazın biçimleridir. Bilinen en eski barış antlaşması gibi uygarlık gelişimlere, uygulamalara dayanmaktadır.

Sonuçta Mısır, bıraktığı kalıcı mirasla sanat ve mimarisi yaygın olarak örnek alındı ve eski yapıtları dünyanın uzak köşelerine kadar taşındı. Anıtsal kalıntıları, yüzyıllar boyunca gezginlerin ve yazarların ilham kaynağı olmuştur.

Erken Modern Dönem’ deki kazılar, Mısır Uygarlığının yapıtlarına karşı ilgi uyanmasına, giderek bu yönde bilimsel araştırmalara yol açtığı gibi dünya ve Mısır için bıraktığı kültürel mirasa karşı daha büyük bir takdir oluştu.

Mısırda tüm tarım faaliyeti; derinlemesine ilerleyen su kanalları olmaksızın Nil nehri çevresine toplandığı için halkın Nil çevresinde dağınık yaşaması güçlü şehir devletlerinin oluşmasını engellemiştir. Bunula birlikte su için birbirleriyle savaşan şehir devletlerinin olmayışı ve Nil çevresinin her iki tarafından da yüzlerce kilometre boyunca çöl ile çevrilmiş olması Mısırlıların bölgesel düzeyde askeri örgütlenmeye gitmelerini gerekli kılacak bir durum oluşmasının önüne geçmiştir. Bölgesel düzeyde askeri örgütlenme olmamasıyla birlikte Nil nehrinin güneyden kuzeye akışı ve Nil boyunca kuzeyden güneye esen rüzgâr bu nehir üzerinde askeri, lojistik ve enformatik  taşımacılığı oldukça kolaylaştırmış ve otoritenin nehir çevresindeki etkisini iyice pekiştirmiştir. Bunlara ek farklı bir biçimde insanların devlet yöneticisini tanrı olarak algılaması daha sadık bir halkın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Tüm bu etkenler sonucunda yöneticiye itaat eden çiftçiler ve bu çiftçilerin ürettiği katma değerle beslenen mimarlar, bürokratlar, mühendisler ve bu elitist kesime hizmet eden zanaatkârların ortaya çıkmasıyla Mısır medeniyeti çok hızlı biçimde ilerlemiştir.

MISIR; kuzeydoğu Afrika'da Nil Nehri’nin (yarısından itibaren)denize yaklaşan çevresinde yayılmış antik uygarlığının izleri;

Hanedan Öncesi

* M.I. 4500: Senet, dünyanın en eski masa oyunu.

* M.I. 4500: Fayans ve Seramik, dünyanın ilk toprak çanağı.

* M.I. 4500: Kumaş, dünyada bilinen ilk kumaş üretimi.

* M.I. 4500: Mısır (bitki), dünyanın ilk mısır unu ve yağı üretildi.

* M.I. 4300: Papirüs bitkisinden yapılan, dünyanın ilk bilinen kâğıdı.

Hanedanlar Dönemi

Erken Hanedanlık (Narmer Paleti)

Menkaura ve Kraliçe Hamerernebti II (Eski Krallık)

Amenemhat III Orta Krallığın son hükümdarı

* M.I. 3300: TUNÇ işleme (bknz: Tunç Çağı)

* M.I. 3200: Mısır HİYEROGLİFLERİ tamamen geliştirilmiştir (bknz: Mısır'ın ilk hanedanı)

* M.I. 3200: Sayılarda ONDALIK SİSTEMİN dünyadaki ilk kullanımı

* M.I. 3100: ŞARAP mahzenleri (Dünyada bilinen ilk)

* M.I. 3100: MADENCİLİK (Sina Yarımadasında)

* M.I. 3050: GEMİ YAPIMI (Abidos’ta)

* M.I. 3000: ŞARAP İHRACATI (Nil’den Filistin ve Levant'a, bknz: Narmer)

* M.I. 3000: Tıbbi müesseseler

* M.I. 2900: Karbon içeren DEMİR yani muhtemelen ÇELİK

* M.I. 2700: Cerrahi, dünya da bilinen ilk

* M.I. 2700: Üniliteral işaretler, dünyanın bilinen ilk abecesinin temelini oluşturur

* M.I. 2600: Sfenks, bugün dünyanın en büyük tek taştan oluşan heykeli

* M.I. 2600: Mavna taşımacılığı, taş bloklar

* M.I. 2600: Djoser Piramidi, dünyanın bilinen ilk büyük çaplı taş binası

* M.I. 2600: Menkaure Piramidi ve Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk granitten yontulmuş işleri

* M.I. 2600: Kırmızı Piramit, dünyanın bilinen ilk 'gerçek' yumuşak kenarlı piramidi

* M.I. 2580: Büyük Gize Piramidi; MS 1300 yılına kadar dünyanın en yüksek yapısı

* M.I. 2500: ARICILIK

* M.I. 2400: Astronomik Takvim, matematiksel düzeni nedeniyle Orta Çağ'da dahi kullanılmıştır

* M.I. 2200: BİRA

* M.I. 1860: Muhtemel Nil-Kızıl Deniz Kanalı (12. Hanedan)

* M.I. 1800: Moskova Matematik Papirüsü, frustum hacmi için genelleştirilmiş formülü

* M.I. 1650: Rhind Matematik Papirüsü: geometri, kotanjant analoğu, cebir denklemleri, aritmetik seriler, geometrik seriler

* M.I. 1600: Edwin Smith Papirüsü, yaklaşık M.I. 3000'e kadar uzanan tıbbi gelenekler

* M.I. 1550: Ebers Tıp Papirüsü, geleneksel ampirizm; dünyanın bilinen ilk belgelenmiş tümörleri

*M.I. 15. Yüzyıl: Ebu Simbel tapınağı giriş kapısı kenarlarında bulunan II. Ramses'in dört devasa heykeli aşağı-yukarı M.I. 730

* M.I. 1258: BARIŞ ANTLAŞMASI, dünya da bilinen ilk  

* M.I. 1160: TURİN Papirüsü, dünyanın bilinen ilk jeolojik ve topoğrafik haritası

* M.I. 5. yüzyıl-M.I. 4. yüzyıl (belki de daha erken): petteia ve seega, savaş oyunları; satranç oyununun muhtemel ataları.

Ölüleri MUMYALAMA geleneklerinden dolayı tıp konusunda zamanın diğer medeniyetlerinden çok ileriydiler. Anatomi hakkında çok şey biliyorlardı. İlk diş dolgusunun ve ilk dikiş atma yönteminin Mısırlılarca yapıldığına kesin gözüyle bakılıyor. İlk kâğıt (papirüs) Mısırlılar tarafından bulunmuştur.

K.KANPAK: Dünyada ilk kamu yönetiminin Nil nehrinin kenarında faaliyet gösteren tarımcıların nehrin taşmalarının olumsuz sonuçlarını engellemek amacıyla set yapmak için bir araya gelmeleriyle başladığını okumuştum. Bu konuda bir dayanak var mıdır?

P.SADIKOĞLU: Antik Mısır, bulunduğu zaman dilimi içerisinde Antikçağ uygarlıklarıyla iletişime girmiş ve onları etkisi altına almıştır.

Antik Mısır, eski dünyanın ilk siyasi birliğidir. Bu erken doğuşta bir rastlantıdan çok, olağan üstü şartların oluşturduğu bir yazgı vardır.

Bu ülkenin siyasi, etnik ve manevi yapısının dayanıklılığı ve sürekliliği bu oluşumu net bir şekilde belgeler. Mısır imparatorluğu, Asya'nın büyük imparatorluklarından da, Roma imparatorluğundan da daha uzun ömürlü olmuştur.

Herodot’un deyimiyle “Nil'in hediyesi” ve yine Herodot’un değimiyle “tüm dünyanın en dindar insanlarının yaşadığı yer”.  Antik çağlarda Mısırlıların gerçekten de çok komplike ve radikal bir din anlayışları vardı. Diğer uygarlıkların dinleri ‘ölümden sonra’ bambaşka bir yaşamdan bahsederken; Mısır’da ‘ölümden sonra’ dünyadaki yaşantının devamından bahsediliyordu, inançlarına göre ölen kişi yeniden bu dünyaya geliyor ve yaşayan torunlarının çocuklarının arasında görünmez bir ruh gibi yaşayarak acısız, mutlu bir yaşam sürüyordu.

Kısacası Mısırlıların din üzerine kurulu bir yaşamları olmuştur. Mısır’ın eski Yunan üzerindeki (özellikle matematik ve diğer alanlardaki) etkilerinden dolayı, batı medeniyetinin başlangıcı da kabul edilir.

Diğer uygarlıklarda tabiri caizse KRAL tanrının adamı iken; antik Mısır’da firavunun kendisi de bir tanrıydı. Bu nedenle sıradan bir insan firavunla bugünkü şekliyle konuşamadığı gibi huzurda konuşurken hiçbir şekilde firavunu göremezdi.

K.KANPAK:  Mısır medeniyetinin en somut ürünü olan piramitlerin yapımına ve kullanımına dair özet bilgi verebilir misiniz?

P.SADIKOĞLU: Eski Mısır´da Mezopotamya´da olduğu gibi ASTROLOJİ yoktur, yerinde ASTROALTRİ yani gök cisimlerinin tanrı kabul edilmesi vardır. Onlar, gök olaylarını dinsel bir çerçeve içinde görüyorlardı. Ayrıca, göklerde şaşmaz bir düzenin bulunduğuna, görünümler değişse bile temelde bir kararlılığın bulunduğu inancındaydılar. Ama bu inanç mitoloji ve masallarla örülüydü.

Antik Mısır'daki tanrılar her zaman çok da tepede olmayan varlıklardı. Çünkü Mısırlılar onları firavunlarla eş değer anlatırdı. Ayrıca salt tanrı kavramıyla firavun kavramı Mısır efsanelerinde doğrudan aynı şeyi anlatmamaktaydı. Aralarında farklar vardır. Tanrı ve tanrıçalar bir zamanlar insanların arasında yaşamalarına rağmen insani varlıklar olarak anlatıldıkları zamanlar olmuştur. Ve bu haldeyken tıpkı ölümlüler gibi fiziksel acı çekebildiği görünüşlerinin insana benzediği hatta duygularının da insancıl bir yapıda olduğu anlatılır. Yani tanrıların kutsallığı kibirli değildi. Zamanı gelip tanrılar yerine insan soylular Mısır'a hükmetmeye başlayınca, Ra'nın oğulları olarak kendilerini duyurmaya başlamış ve bu açıdan tanrısal bir akrabalık bağı oluşturmuşlardır. Büyük Piramit, dünyanın kara kitlesinin merkezi sayılır.

Mısır'da Bilim; matematiklerinde, kullandıkları on tabanlı hiyeroglif rakamlarıyla, sayıları sembolize etmişlerdir. Geometrilerinde ise alan ve hacim hesapları yapıyorlardı. Mimari alanında Mısırlılardan kalan eserler arasında en önemli yeri piramitler tutar ki; KEOPS, her biri 2,5 ton ağırlığında 2.300.000 den fazla kireçtaşıyla ‘işçi emeğiyle’ yapılmıştır. (M.Ö. 2500) Mısırlılar gökyüzü olaylarını dini açıdan yorumlamışlardır. Gök cisimlerini tanrı olarak kabul etmişler ve gökyüzündeki olayların da tanrıların faaliyetleri olduğuna inanmışlardır. Takvimleri Güneş takvimi idi ve yıl uzunluğu 365 gün olarak kabul ediliyordu.

Günümüzde kullanılan takvimin temelinde Mısır takvimi yer alır. Günün 24 saate bölünme geleneğini de Mısırlılara borçluyuz. Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramidi çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir.

Khufu Piramidi ‘nin yapımında kullanılan kaya blokların tanesi yaklaşık 2,5 ton ağırlığındaydı. Ayrıca İnşa edilecek olan piramidin hemen yakınında bir kireç taşı mevcuttu. Piramidin inşasında çalışan işçiler, kireç taşının bulunduğu yerden dikdörtgen biçiminde, yekpare olarak kestikleri taş blokları doğrudan kızağın üstüne yüklüyor ve piramidin yanına çekerek yerine yerleştiriyorlardı.  Bu işlem sırasında birçok kazalar yaşanmış ve işçiler zarar görmüşlerdir. İşçi mezarlarından çıkan kemiklerdeki izlerden öğrenilmektedir. Ayrıca bu iş için binlerce insan hayatını kaybediyordu.

Piramitler hakkında yürütülen Arkeolojik bulgular sonucuna göre taşları yerinden çıkarmak için 1200 adam gerekiyordu. Taşların her birini yaklaşık 20 kişi çekebiliyordu ve bu işi yapan insan sayısının da 700 olduğu tahmin edilmektedir. Yine bulunan kanıtlara göre bu insanlar köle değillerdi. Para ile çalışan işçilerdi. Bazıları ise devlete vergi ödemek yerine işçilik yapmayı kabul ediyordu. Piramidin inşasında en önemli kısım, yerin ve temelin belirlenmesiydi. Bu iş, matematik alanında uzmanlaşan Mısırlılar için çok da zor değildi. Temele ilk taşlar koyulduktan sonra ise piramit yükseldikçe inşaat da zorlaşıyordu çünkü 2,5 tonluk taş blokları, 140 metre yüksekliğe kaldıracak bir alet icat etmemişler.

Mühendisler ve mimarlar da taş bloklar kaldırılamıyorsa onların bulundukları toprağı yükseltilmek için tümsekler yapmaya başladılar. Piramit yükseldikçe onun etrafını saran topraktan tepeler inşa ettiler. Böylece kireç taşı blokları sadece meyilli yollardan çıkartılmakta zorlanılıyordu. Çok sayıda insanın ortak çalışmasıyla bu iş, hızlı bir şekilde ilerliyordu.

Bu şekilde sürüp giden inşaat yaklaşık 15-20 sene sürüyordu. Zaten firavunlar hayattayken kendi mezarlarının yapım emrini veriyorlardı. Zirveye son taşlar konulduktan sonra artık inşaat için yapılan toprak yolun temizlenmesiyle son halini alıyordu. Bu toprak yolların temizlenmesi bile en az birkaç yıl sürüyordu. Kullandıkları geometri, matematik ve fizik bilimleri sayesinde bu denli büyük yapılar ortaya çıkarabilmişler.

K.KANPAK:  Mısır medeniyetinin yükselişi ve inişe geçişine dair bir özet anlatabilir misiniz?

P.SADIKOĞLU: Dünya tarihinin üç büyük imparatorluğundan ilkidir. M.Ö.3050 yılları civarında kuruluşundan önce, güney Mısır ve kuzey Mısır olarak ikiye ayrılmaktaydı. Güney Mısır'ın tarihine değin bulunan en eski bilgiler M.Ö. 5000 li yılları göstermektedir; Antik Mısır'ın dilinin, dininin ve uygarlığının esas adı Khemet olup, Egypt ise eski Yunan da mısırın halk kahramanlarından biridir.

Mısır'ın ilk tarihi rahip Menetho tarafından yazılmıştır. Menetho Mısır tarihini 30 Hanedana bölmüştür. Mısır Tarihi'nde 190 Kral hüküm sürmüştür. 30 hanedanlı Mısır'ın tarihi Eski Krallık Dönemi (M.I. 3100-M.I. 2150), Orta Krallık Dönemi (M.I. 2050-M.I. 1650), Yeni Krallık Dönemi (1570-935) ve Geç Dönem (M.I. 935 - M.S. 343) olmak üzere 4 döneme ayrılır. Her dönemin ardından karışıklıkların yaşandığı bir ara dönem gelir ve üç ara dönem yaşanmıştır.

Eski Krallık Döneminin en ünlü kralı 3. hanedanın 2. Kralı olan Zoser'dir. Başkent Memphis kenti yakınındaki Sakkara'da Mısır'ın ilk piramidini, Basamaklı Piramit'i inşa ettirmiştir. Bu piramidin mimarı Zoser'in veziri Imhotep'tir. Zoser'den sonraki krallar da piramit yaptırmaya devam etmişlerdir. Bunların en görkemlisi ise 4. Hanedan Kralları zamanında yapılan Keops Piramidi'dir.

Eski Krallık dönemi, son hanedanın iktidarı bitince sona ermiş ve bu dönemi yaklaşık bir asır süren iç savaşlar dönemi izlemiştir.

Orta Krallık Dönemi, 1. Mentuhotep'in Mısır'da siyasal birliği yeniden kurmasıyla başlar. Firavunlar bu dönemde devleti eyaletlere bölmüşler ve bu eyaletlere valiler atamışlardır. Asya ve Nübye sınırlarını korumak ve bu topraklarda ticari ihtiyaçları karşılamak amaçlı seferler yapmışlardır.

Yük taşıma aracı olarak eşeklerden ve deniz de gemilerden faydalanan Mısırlılar Girit ile de ticari ilişkiye girmişler ve Eski Krallık Dönemi'nden farklı olarak köle ticareti yapılmıştır ve Asyalı kölelerin sayısı çok fazladır.

Dönemin sonunda yaşanan iç savaşlara Mısırlı olmayan Hiksoslar son vermişlerdir. Göçebe bir Asyalı kavim olan Hiksoslar, Mısır'ın yabancısı olan ilk hanedanıydı. Hiksos Kralları'na Çoban Krallar denirdi. Mısırlılara göre daha ileri silah ve savaş tekniğine sahiptiler. Mısırlıları atlı savaş arabalarıyla tanıştırmışlardır. Thebes (Teb) kentinin yerli hükümdarı Ahmose onları Mısır'dan sürmüş ve böylece Yeni Krallığı'n kurucusu olmuştur.

Yeni Krallık Dönemi'nde 1. Tuthmosis ile Mısır'ın dış politikası değişmiş ve Mısır emperyalist bir dış politika izlemiştir. Fırat Nehri'nin ötesine geçen ilk Mısır Firavunu olan 3.Tuhtmosis zamanında Suriye Mısır hâkimiyeti altına alınmıştır. Bu dönem egemenlik politikası kapsamında diğer devletlerle evlilik yoluyla bağlar kurulmuş ve vasat devletler oluşturulmuştur.

Yeni Krallık Dönemi'nde kadınlar da iktidarda yer almıştır. Kraliçe Hatşepsut ticarete önem vermiş, Punt'a (Somali) gemiler göndererek Ümit Burnu'na ulaşılmasını sağlamıştır. Bu ülkeden Mısırlılar değersiz mallar karşılığında değerli mallar almışlardır. Alınan malların listesi Hatşepsut Tapınak Duvarı'na yazılı listede fildişi, abanoz, maymun, leopar derileri, köleler gibi maddeler yer alır.

Yeni Krallık Dönemi'nin tarih açısından en önemli siyasal olayı ise KADEŞ Savaşı’dır. Hititlerle yapılan bu savaşı tarihin eşit esaslara dayalı ilk devletlerarası antlaşması olan KADEŞ antlaşması izlemiştir. Ayrıca Akhenaton'un Mısırlıları dünyanın ilk tek tanrılı dinine inanmalarını sağlamaya çalıştığı dinsel reform da bu dönemde olmuştur.

Mısırlılar Ege Göçleri'yle gelen kavimleri Deniz kavimleri olarak adlandırmışlardır. M.I. 1208 yılında Mısır'a saldıran kavimler başarılı olamamışlardır. Mısırlılar bu savaş başarısını unutulmaz kılmak için bu gün adına Israil Anıt Taşı denilen anıtı dikmişler ve bu anıtın üzerine de egemen oldukları bölge ve halkların adlarını yazmışlardır. Israil adının geçtiği ilk belge bu anıt taşıdır.

Deniz Kavimleri 20. Hanedan (Ramses’ler) Dönemi'nin son önemli hükümdarı 3. Ramses zamanında farklı yerde ve zamanlarda birçok saldırı düzenlemişler; fakat başarısız olmuşlardır.

Geç Hanedanlar Dönemi Deniz Kavimleriyle zayıflayan Mısır'da M.I. 10. ve 9. yüzyıllar arasında Libyalılar, sonra Nübya'dan gelen Kuşitler, Persler ve Büyük İskender hâkimiyet kurmuştur. Büyük İskender zamanında ülkeyi Makedonyalı Ptolemaioslar Hanedanlığı yönetmiştir. Bu dönemle birlikte Mısır kültürü yerine Helenistik kültür gelmiştir. Böylece Mısır Uygarlığına ait Memphis, Tebes, Abidos gibi büyük şehirler de yerini Feneri ve İskenderiye gibi kentlere bırakmışlardır.

Mısır imparatorluğu; Agustus Caesar'ın liderliğindeki Roma imparatorluğu tarafından M.Ö 30 yılında ele geçirilmiştir. Hz. Musa firavunun üvey çocuğu olarak Mısır imparatorluğunun altında büyümüş; Hz. İsa Allah’ın elçisi olarak yeryüzüne Roma imparatorluğunun Mısır topraklarına sahip olduğu dönemde gelmiştir; Hz. Muhammed'in ölümünden 7 yıl sonra;  Arapların egemenliğine geçmiş ve 1517 yılında da Dünya'nın son büyük imparatorluğu olan Osmanlı imparatorluğu sınırlarına katılmıştır. 1882 yılında da Mısır; bir İngiltere kolonisi olmuştur.

Kadri KANPAK:   Mısır medeniyetinin günümüz dünyasında fark ettiğiniz izleri var mıdır? 

SADIKOĞLU: Antik Mısır, bulunduğu zaman dilimi içerisinde Antikçağ uygarlıklarıyla iletişime girmiş ve onları etkisi altına almıştır. Bunun sonucunda Antik Mısır'dan günümüze kadar gelen birçok kültür zincir oluşturmuş, sanatçılar da bu zincirin son halkası olmuştur.

Mısır uygarlığının farklı yönleri yüzyıllar boyunca sanatçılar tarafından irdelenmiş ve çalışmalarına çeşitli biçimlerde yansıtılmıştır.

Kitabımda yaptığım çalışmaların yanı sıra diğer sanatçıların çalışmalarında da tüm bu özelliklerin ne şekilde yansıtıldığı ve ifade edildiği araştırılmıştır. Bunu yaparken Mısır tarihinden yola çıkarak, diğer uygarlıklarla olan bağlantılar irdelenmiştir. Antik Mısır sanatı, hiyeroglifi, Antikçağ uygarlıklarının sembolik resim ve yazıları, çizgileri, heykelleri, mimari yapıları ve rölyefleri bu çalışmanın temelini oluşturmuştur. Bu etkiler bazı sanatçıların çalışmalarında direkt olarak yansıtılırken, bazılarında belirsiz bir şekilde yer almıştır.

Sonuç olarak böyle geniş kapsamlı tezimi kitaplaştırarak hem Türkçede telif eser olması, hem de bundan sonraki araştırmacılar için değerli bir kaynak olmasını istedim.

Yüzlerce kaynak tarayarak, bizzat giderek, inceleyerek gerçekleştirdiğim Antik Mısır'ın keşfi, giderek o keşfin; mimarlıktan, düşünceye, toplum yaşantısından, sanatın bütün alanlarına kadar uzanmaktadır. Kitabım, salt bir Mısır araştırması değil, gerçek bir 'tez', yani iddia kimliği de vardır. 'Antik Mısır'ın Günümüz Sanatına Etkileri' başlığı ve araştırması günümüz dünya sanatının ileri gelenlerinin Antik Mısır'dan ne denli etkilendiğini, hatta sanatlarının bu gizemli uygarlık tarafından biçimlendirildiği araştırmamda görülüyor.

K.KANPAK: Mısır medeniyetinin yeniden yükselişine dair öngörünüz var mıdır?

P.SADIKOĞLU: Mısır medeniyeti zaten yüzyıllar boyunca birçok kültürü derinden etkilemiş ve her alanda günümüze kadar etkileri devam ediyor.

Bilim insanları, Mısır'ın başkenti Kahire'nin 115 kilometre güneyindeki Abusir el-Malek bölgesindeki 90 mumya üzerinde bugüne kadarki en büyük mumya genetiği araştırmasını yaptıklarını açıkladı.

Bugüne kadar mumyalardan DNA örneği almanın mümkün olamayacağı düşünülüyordu. Bilim insanlarının bu düşüncesi yumuşak dokular için doğru çıksa da mumyaların dişleri ve kemiklerinde çok sayıda genetik materyale rastlanmıştır.

Araştırmacılar, milattan önce 1.400 ile milattan sonra 400 arasında gömülen mumyaları inceledi. Bu süreçte Mısır, Roma İmparatorluğu'na yenilmiş ve Roma'nın kontrolü altına girmişti. Araştırmanın sonuçlarına göre antik Mısırlıların en fazla genetik paylaşımda bulunduğu topluluklar günümüz Türkiye’sinde ve Irak'ında yaşamış eski çağ insanlarıdır. Bu iki ülkeyi İsrail, Ürdün, Suriye ve Lübnan'da yaşamış topluluklardır. Bilim insanlarına göre mumyalar yalnızca bu bölgedeki eski çağ insanlarıyla değil, günümüz insanlarıyla da genetik benzerlikler taşıyor. Mısır, eski çağlarda bu bölgelerdeki devletlerle çokça savaş yapmanın yanı sıra güçlü ticaret bağları da kurmuştu.

Bu da demek oluyor ki Antik Mısırlıların hem kültürleri ve genleri hala devam ediyor. Yeniden doğmasına gerek yok. Zaten küllerinden başka kültürler doğmuş ve beslenmiş.

K.KANPAK:  Mısır medeniyetinin yükselişinin inişe geçişiyle Osmanlı imparatorluğunun yükselişinin inişe geçişi arasında bir benzerlik olabilir mi?   

P.SADIKOĞLU: Antik Mısır Eyaletleri kralın tam yetkiyle atadığı yöneticiler tarafından yönetilirdi. Merkezden atanan eyalet valileri, kral adına ülkeyi yöneten vezire karşı sorumluydular. 18. Sülale krallarından II. Amenofis (MÖ 1427-1401) döneminden başlayarak, yönetim sorumluluğunu ülkenin kuzeyinde ve güneyinde iki vezir paylaşmıştır. Kuzeyde Memfis, güneyde TEB kenti vezirlik merkeziydi. Mısır, güçlü dönemlerde eyaletlere bölünerek idare edilmekteydi. Her eyaletin başında kral/ firavun tarafından tayin edilmiş bir vali bulunurdu. Tarla sınırı ölçme, vergi toplama, hukuk ve ordu ile ilgili işlere bakan bir memur sınıfı bulunmaktaydı.

Osmanlı İmparatorluğu'nda vasal ve bağımlı devletler, çeşitli unvanlar taşıyan, Osmanlı devletinden yardım alan ya da yarı bağımlı devletlerdir.

Cumhuriyetin ilanından önceki dönemlerde eyalet veya vilayetlerin yanı sıra daha fazla imtiyaza sahip otonom idari birimler de bulunmaktaydı. İstanbul tarafından denetlenen bu özerk / eyaletlerle yönetilen devlet anlayışı ile iç işlerinde bağımsız dış işlerinde Osmanlı’ya bağlı özerk yönetimlerdi. Bu özerk devletlerin bazıları ilk dönemlerde fetihler sayesinde Türk yönetimini tanımış, bazıları ise son dönemlerde isyanlar ile özerk statüye kavuşmuştur. Osmanlı’ya tabi olan bu özerk devletlerin hepsi eşit statüye sahip değildi. Her birinin İstanbul hükümetine karşı mükellefiyeti farklı idi. Bazıları vergi vermekle yükümlü iken bazıları asker göndermekle bazıları ise her ikisiyle de yükümlü idi.

Antik Mısır 'da merkezi idarede, vezir bu¨tu¨n hükûmetin bas¸ıdır. En o¨nemli işler onun bürosundan geçmektedir. Vezire yardımcı olan ve onun emirlerini diğerlerine götürecek şefler bulunmaktadır. Bunlar aynı zamanda eyaletlerden gelen raporları vezire ulaştırmaktadırlar. O¨nemli kayıtların saklandığı Krallık arşivinin muhafazası ile görevli olan vezir, aynı zamanda hazine ve ziraat işlerini de yürütmektedir. Hazine ve Ziraat nazırlıkları büyük önem taşımaktadır. Çünkü¨, tüm memleketin yetiştirdiği zahire ve bahçe mahsurlunun bir kısmı vergi olarak ambarlarda toplanmakta buda devletin hazinesini teşkil etmektedir. Merkezin dışında ayrıca eyaletlerde de ambarlar bulunmaktadır.

Osmanlı Devletinin ilk 150 yılında Türkler sadrazam olmuştur, bunların yüzde 60 kadarı ilmiye sınıfından geliyordu, sonraki iki asır boyu, 17’nci yüzyıla kadar askerler ve devşirmeler olmuştur.

Fakat sadrazamların, maliyeciler yani defterdarlara ve bilhassa imparatorluk kadastrosunu ve arazi sistemini denetiminde tutan nişancılara söz geçirebildiklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü sistem eski İran’da, İslam imparatorluklarında ve Bizans’ta da böyle işlerdi.

19’uncu yüzyıla gelene kadar Enderun’dan yetişme çok bilgili, Osmanlı kültürünü musikisi, edebiyatı, hatta sporuyla sindirmiştir. Sokullu Mehmet Paşa, Ferhat Paşa, Cağalazade Sinan Paşa gibi (Bu sonuncusu bir İtalyan soylusu Kont Cigalo’nun soyundan geliyor) devletlûların yanında, yeniçeri ocağından gelenler içinde daha çok muharebe ve beden eğitimi ile yetişmiş okuması yazması olmayan Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Köprülü Mehmet Paşa gibi ünlü vezirler de vardı. Bunların başarıları öbürlerinden aşağı kalmazdı. Ve bu vezirlerin hepsi Müslümanlığı, Türk kimliğini benimsemişti.

Osmanlı'da Sadrazamlık yani veziriazamlık 17’nci yüzyıldan beri bugün İstanbul Valiliği binasının bulunduğu yerde bir konakta faaliyet gösterdi. O vakte kadar sadrazamların konakları bile şahsiydi. Maiyetindeki memurların çok azı; nişancı, reisülküttap gibileri devletin merkez bürokrasisinin vazifelileriydi ve maaşlılardı.

Diğerleri veziriazamın kapıkulu halkıydı. Sadrazamın, Anadolu ve Rumeli’deki muhteşem haslarından gelen gelir, bundan başka padişah atiyyesi birtakım tahsisat ve pişkeş denen, bir yere tayin edilenlerin kendisine verdiği resmi hediyelerden oluşan geniş bir geliri vardı ki; maiyetini buradan beslerdi.

19’uncu asırda bile büyük valilerin birtakım memurları bu statüdeydi. Merkez bürokrasisinin kuvvetlenmesi, anonim bir kimlik kazanması Tanzimat ve II. Abdülhamid devirlerine ait gelişmedir.    II. Meşrutiyet devrinde kuvvetli Maliye Nazırı Mehmet Cavid Bey sayesinde ilmi bir bütçe ve barem kanununun çıkarılmasıyla, memuriyet paşaların değil, devletin rüknü haline getirilmiştir.

Osmanlı sadrazamlarının padişahın emir kulu olduğu ve yolsuzluk yaptıkları iddia edilir.

Fatih Sultan Mehmet vezirleriyle vardır, aynı keyfiyet onlara çok sert davranan Yavuz Sultan Selim için de söz konusudur. Hele Kanuni Sultan Süleyman vezirlerine vezir olmayı öğreten ve onlardan kudretli yardımcılar yaratan bir hükümdardır. Osmanlı tarihinin en uzun süre iş gören sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa bu sürecin bir ürünüdür.

Baş vezirlerin özelliği mührünü aldıkları padişah adına fevkalade yetkili ve ani karar verebilen baş görevliler olmalarıdır. Sefer esnasında Serdar-ı Ekrem unvanını alan Baş vezir tuğralı boş kâğıtlara padişah adına ferman yazdırabilir. Sulhta dahi memleketin bir ucundan bir ucuna asayiş için askerleri, inşaatlar için işgücünü sevk edebilir. Cezalandırma yetkisi padişahınkine yakındır. Tabii bu ağır bir mesuliyet getirir; yalan söylediği ve ihanet içinde olduğu kanıtlanırsa boynu vurulurdu.

Devşirme paşaların yarıya yakınının azil, yüzde 20 kadarının siyaseten katille görevlerinin sona erdiğini; fakat ilginçtir ki mesela Abaza kökenli Baş vezirlerin yüzde 20’sinin muharebelerde şehit düştüğünü, yüzde 5’inin sefer sırasında öldüğünü ortaya koymuştur.

Osmanlı veziriazamları içinde Osman Paşa gibi şahsi servetini Tebriz’i kuşatan askere maaş diye dağıtan da vardır. Hiç kuşkusuz böylesinin yanında rüşvet yiyenler de... Siyaseten katil ve müsadere gibi iki adet Osmanlı devletinde ancak Tanzimat asrında ortadan kalktı. Bu devirde önde gelen devlet adamlarının maaşları ve imkânlarıyla geçinmelerinde bürokrasinin kurduğu kontrol sisteminin ardında, her şeyden önce uzun bir denetim geleneği yatar.

Avrupa’nın hayran olduğu Mustafa Reşit Paşa ve Mehmet Emin Ali Paşa gibi devlet adamlarının konakları ‘Avusturya ve Rusya’daki meslektaşlarının saraylarıyla boy ölçüşemeyeceği gibi’ Mısır’daki zenginliklerle bile yarışamazdı. İstanbul’da ayakta kalan sadrazam konağı pek azdır ve doğrusunu isterseniz nadir numunelere baktığımızda da ayakta kalabilecek olanı da yoktur.

Askeri bir imparatorlukta her şeyden önemlisi askeri masraflardı.

Bu söyleşi için Sn. Perihan SADIKOĞLU'NA çok teşekkür ediyorum ve başarıların devamını diliyorum. 

Kadri KANPAK 

 
Toplam blog
: 617
: 1221
Kayıt tarihi
: 03.12.07
 
 

Her kesimi anlama ve kabullenme bilincimle; her kişinin asgari yaşam şartlarına sahip olabildiği,..