Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '13

 
Kategori
Bebek - Çocuk
 

Montessori eğitimi nedir, çocuklu hayatta nasıl uygulanır ?

Maria Montessori, teyzecim Allah yattığın yerden duyursun, Türkiye senle çalkalanıyor !
 
Anneler, babalar belki de içgüdülerinden gelen, iç seslerini daha çok dinleseler duyabilecekleri , çocuklarımıza ait en temel duyguları yeniden keşfediyor. Çocuktur ne anlar, bebektir nerden duyacak söylemleri yerini "çocuğa saygı, ona birey gibi davranmalı, ilk andan itibaren herşeyi duyabilir, anlayabilir, hissedebilir" düşüncelerine bırakıyor.
 
İyi de oluyor.
 
Ben bir toplantıya gittim. Çok uzun zamandır her türlü fırsatı itinayla kaçırıp, canlı dinlemek istediğim bir interaktif seminere nihayet, Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği davetlisi olarak katılabildim. Daha önce duyurusunu yapmıştım, 3-6 yaş uygulamaları kısmını kaçırmam diye. Kör talih çelme takıyordu gene gidemiyordum az daha ama, " 0-3 yaş uygulamaları kısmını dinlerim hiç olmazsa" diyerek şeytanın bacağını kırdım. Ne de güzel oldu, nasıl tatlı tatlı sohbet edercesine anlatan bir uzmanı dinledim , ah bilemezsiniz.
 
Dr. Ayla Şen , Montessori Uygulamalarını anlatmak üzere, Küçük Kara Balık Çocuk Evi'nin de çabalarıyla Amerika'dan buraya gelmiş bir eğitmen. Onu dinlerken #montessoribence budur diye kafamda sıraladıklarımı yazayım istedim. Bana uygulamada kolay gelen ya da günlük hayatımıza uygun olmayan şekilleriyle , samimiyetle paylaşacağım.
 
Önce işin şu kısmını unutun; bir annelik ekolü, bir çocuk eğitim methodu çalışmıyoruz burda. Montessori ilk defa keşfedilmiş bir şeyleri anlatmıyor, daha önce de pek çok gelişim felsefesinin içerdiği ana unsurları dile getiriyor. Çocuğunu anne babalık keyfi yerine gelsin diye doğurmayan, doğduğu günden itibaren bir kişiliğe saygı duymayı, onunla hayatın acı-tatlı kavramlarını realistik olarak paylaşmayı düşünen anne babaları anlatıyor. Çocuğumun herşeyini ben yaparım, her dediğini yerine getiririm, paşam benim, sultanım benim demenin uzun vadede ona ve bize neler katıp neleri götürebileceğine dikkat çekiyor. İster uygularsınız ister bana uymaz dersiniz. Ya da benim gibi kendi aile yaşamınıza , sosyal çevrenize uygun olacak şekilde "uyarlamayı" seçersiniz. Bana göre her aile kendisi için iyileştirmeler yapabilecek ipuçlarını bulabilir.
 
Ben ne anladım ?
 
Çocuğa ilk doğduğu andan itibaren saygı duyun, o bizim dünyevi egolarımızı, keyiflerimizi tatmin etmek için dünyaya gelmedi. Doğuştan gelen bir kişiliği var ve amaç onu yok etmeden, zenginliklerini sistematik ezberlenmiş çerçeveler içine sıkıştırmadan, geliştirmek ve kişiliğini büyütmek olmalı.Annenin babanın ses tonundan, mimiklerinden, beden dilinden başlayarak her halini takip ediyor, sesli ve sessiz söylenen herşeyi hafızasına kaydediyor ve dünyaya karşı ilk tepkilerini böyle oluşturuyor. O yüzden bebektir ne anlar, çocuktur ne bilir demeden önce, ona verdiğimiz sinyallere dikkat etmemiz gerekir.
 
Saygı ana temel olmalı. Saygı çerçevesinde dünyayı öğretmek, yaşadığın çevreye ve onun bir parçası olan çocuğuna da saygı duymak olmalı. 0-3 yaş grubunda en önemli olgu , çocukların keşif süreci. Dünyayı kendi bakış açısıyla, ama anne babanın önderliğinde keşfediyor. Evin içindeki odasıyla başlıyor dünyayı öğrenmeye. Karışık mesajlar, renk cümbüşü içindeki odalar, sepetlere tıkıştırılan ve bir iki oynanıp kenara atılan elektronik oyuncaklar, çocuk bedeni ve cüssesinin küçük, nesnelerin dev boyutta kaldığı ortamlar ona göre değil. Dünyadan aldığı mesajların karışık, komplike olmaması gerekiyor. Çünkü çocuk beyni düz bir mantık ve kısa komutlarla çalışıyor. - Me , -ma gibi olumsuz kavramları anlamıyor. Yüksek sesle ve sertçe konuşma onun iletişimini baltalıyor.
 
Çocuk odasının kendi kendine vakit geçirebileceği, konsantrasyon sağlayıp yoğunlaşabileceği bir ortam olmasında fayda var. Oyuncaklarının el , kas ve motor gelişimini destekleyen aktivite ağırlıklı oyuncaklardan seçilmesi avantaj sağlıyor. Çin malı , zamazingolu, bol ışıklı, anlamsızca yarı İngilizce yarı Türkçe şarkılardan oluşan seçimler çocukları - oyalasa - da beyin gelişimlerinde büyük farklılık yaratmıyor.
 
Bebek odası hazırlığı her anne için en keyifli alışveriş sürecinden biridir. Ama acaba aldığımız herşey çocuk için hayatı kolaylaştıran ürünler mi ? Odasındaki eşyalar onun boyuna göre mi, bizim boyumuza göre mi ? Herşey benim boyuma göreyse bu çocuk orda kimin odasında yaşıyor ?
 
Göz hizasında aynalar, masa ve sandalyeler, oyun rafları var mı ? Oyuncaklar sizin yardımınız olmadan ulaşabileceği yerde mi ? Kıyafetleri istediğini seçip giyebileceği uzaklıkta mı ? Hiç kendi kıyafetini kendisi giyebiliyor mu ?
 
Öyle bir video izledim ki 20 aylık bir BEBEK , bence bebek hala ; hemen hemen her işini kendi görüyordu. Tuvalet, yemek, sofra kurup kaldırmak, giyinip soyunmak,muslukta kendi kap kacağını bile yıkıyordu.
 
2 yaş çocuğu nasıl giyinsin, ben giydireceğim elbette demeyin. Ben de diyordum, videodaki 20 aylık çocuğu görünce bir durdum. İşin büyük kısmını yapıyor, arada Help me mama ( Anne yardım et ) diyor. Anne o yardım talep etmediği sürece kesinlikle karışmıyor. Hatta yardım ister misin diye sormuyor ki, kendisi uğraşmaktan vazgeçmesin diye. Oldu mu oluyor, en başından beri bu felsefeyle çocuğun ev yaşamını düzenledikleri için, anne & baba bu bakış açısında hem fikir oldukları için oluyor. Olmuş valla.
 
Montessori sınıfları, ortamın ebeveyn / eğitmen tarafından kontrol edildiği, gereksiz hiçbir nesnenin ayak altında fazlalık yaratmayacağı, kullanılan materyellerin her çocuk için eşit sayıda ve seçenekte olmasının sağlandığı bir ortam. Ve o ortam kontrol ediliyor. Sınırları belli. " Bu çocuklar hani özgür kalacaktı, niye sınırlara hapsediliyor ? " demeyin. Dünyada başı boş, sınırsız bir ortamda yaşamıyoruz. Onun da alanı belli, güvenliği kontrol edilmiş, riskler ve başarısızlıkların aza indirgendiği bir ortamda gelişmeye ihtiyacı var. Başarıp başaramadığı durumları birbirinden ayırt ederek öğrenecek. Başaramadığı zaman umutsuzluğa kapılabilir ama başarısızlığın çok olacağı baştan belli bir ortamda öğrenme süreci de aksayacağından, önce başarabileceği süreçler hazırlanıyor . Saldım çayıra mevlan kayıra olacak hali yok çocuğun neticede. Amaç ortamı kontrol etmek, o ortamda çocuğa özgürlük sağlamak. O sınırlar içinde ona yapabileceği her süreç için destek vermek, kendi yapabilmesine fırsat tanımak.
 
Benim oğlum 7 aylıktan 12 aylık oluncaya dek oyun parkı deneyimimiz oldu. Saatlerce hiçbir zaman kalmadı içinde, o kadar bırakmaya ihtiyaç da duymadım. Ama 3 yaş doğumgünü civarında bir çizgi film izliyorduk, ekrana parmaklıklı bir oyun parkı geldi. " Aaa anne bak, kafes " dedi . Bunu duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Hani anımsamıyordu, hani ne anlardı? Demek ki anımsıyor, kendince sevimsiz bir şekilde hatırlıyor. Ayla Hanım'a tam soracaktım ki, cevabı kendiliğinden verdi. " Oyun parklarını hiç kullanmayın, zararlıdır demiyorum ama içinde uzun zaman bırakmayın. İşinizi halletmeniz için kısa aralıklarla koyup gereğinden fazla kalmasına izin vermeyin" dedi. Bebek karyolasını da korkuluklu kullanıyoruz sonuçta, bu da mı aynı etki diye düşündüm. ( Ve bence aynı etki, ama o korkuluk olmasa bebek içinde durmaz, gece kalkar / düşer/ hoopp diye odadan çıkar . O yüzden karyolayı kaldırmayı ben kafamda oturtamadım, onu kaldırıp yer yatağı yapma fikri bana sıcak gelmedi. )
 
Bebekken bebek diliyle sesler çıkartacak, kelimeleri yayacak. Çok şirin olabilir ama onunla konuşan anne babanın aynı dille değil, yetişkin diliyle cevap vermesi önemli. Neticede bu çocuklara düzgün Türkçe öğretmek amacımız. Yayyvuumm diye bebek diliyle cevap vermenin bir anlamı yok.
 
Kendi yapsın istiyoruz, bu konuda hem fikiriz. Gel gör ki çok yavaş yapıyor, acelemiz var evden çıkacağız ama ayakkabıyı 15 dakikada ancak giyebiliyor. Hadi bir el atayım yok. Sen evden çıkış saatini, 15 dakika hazırlanma payına göre hazırlayacaksın. Beceremeyecek, tekrar deneyecek, oflayacak, olsun madem niyet ettin bir gün kendi yapsın 3 gün ben hallederim dersen olmuyor. 4. gün kendi yapmayı bırakıyor. O ana dek katettiğin yol da çöp oluyor. Yaparken onu habire düzeltirsen, yanlış oldu bak şöyle der durursan da çocuk " ben herşeyi yanlış yapıyorum, annem olmazsa yapamam" diye düşünmeye başlıyor.
 
Dünyaya saygıyı, yaşadığı çevrede mutlu olmayı öğretmenin yolu görev almasını sağlamaktan geçiyor. Evde bir hayvan varsa onu güvenlik koşullarını gözeterek , beslemeye, sorumluluk almaya teşvik edebiliriz. Kendi sevdiğimiz etkinliklere, dış mekan eğlencelerine onu katmak gerekiyor. Sadece evde ye, iç, yat kalk komutları için değil, yaşadığımız hayatı , evi paylaşabilmek için onu da karar alabilen, tercih edebilen biri olarak görmeye başlamak gerekiyor.
 
Sevmediğiniz bir davranışı mı tekrarlıyor ? Oyuncakları atıyor, size vuruyor, elindekileri döküyor. Sakin kalmak çok zor olabilir ama bu süreçlerin geçici olacağını anımsamaya çalışarak, sakince ama kararlılıkla " Bunu yapmanı istemiyorum, bu yanlış bir davranış" demeyi denememiz lazım. Bir kerede olmuyor biliyorum, ben de çoğu zaman 8 kere falan söylüyorum. Ama sonunda oluyor. Git gide de 8 kere söylemene gerek kalmıyor, 2-3 te falan kesiliyor olayın şiddeti. ( En azından son 2-3 aydır böyle, çünkü ben daha sakinim, daha kararlıyım.)
 
Bizim evi düşündüm bir yandan da bunları dinlerken. Bizim bir anneanne/ babaanne olayımız var. Haftada 2 günü onlarla geçiriyor. Benim doğrularım orda kısmen deliniyor. Mücadele etmekten yoruldum, onlara Montessoriymiş, içgüdüymüş, çocuğa saygı, biraz görmezden gelmekmiş, müdahale etmeyinmiş , işe yaramıyor. 60 yaşından sonra onları değiştiremiyorum. Benim kendi yesin dediğim zamanları onlar es geçiyor, çünkü Doruk kendi haline bırakılınca tabağın yarısını yiyor ve kalkıyor. Onlar istiyor ki yemek bitsin. Yemek onlara göre hep eksik.
 
Ben doydum diyor çocuk, doymasa bile doydum diyor. Hayır yalannn söylüyorsuunnn mu demeli? Ben bırakıyorum. Aç da kalsa bırakıyorum. Sonra süt, tatlı, kek, kuruyemiş falan istiyor. Ee vermiyorum, versem her gece aynı terane olur. Bana göre de bazen eksik yiyor ama ben umursamıyorum.
 
Bu felsefede kafama yatmayan ne var ?
 
Çok az şey açıkçası. Bir kere o yer yatağı bana göre değil, eminim yer yatağı ona imkan sağlayacak ve küçük yaşlarda odasında kalmayacak yanımıza gelecek zırt pırt. Biz karı koca odada/ yatağımızda beraber uyuyamayanlardanız. Bunun da tenkit edilecek bir yanı yok, uyku bize de lazım. Şimdi 3,5 yaşında ve gece kalkıp yanımıza geliyor, tuvaletim var diye. Beraber gidiyoruz ama sonra hemen yatağına dönüyor. Odasını, yatağını, yastığını seviyor, yatak koruma bariyeri olan bir büyütülmüş yatakta yatıyor. Onu alıştırıncaya dek canım çıktı, daha ufakken de olsa yer yatağı odada tutmaya yetmezdi, bana göre değil.
 
Montessori ülkemizde okul öncesi eğitim kurumlarında yaygınlaşıyor ancak ilkokulu halen yok. O ortama alışmış bir çocuğun sıkış pıkış 35-40 kişilik sınıflarda bire bir ilgi görmeyeceği bir ilkokul , ortaokul seviyesine dönmesinde eksiklik olacağını düşünenlerdenim. Bir an evvel ilkokul imkanının , her ilde ulaşılabilecek şekilde hayata geçirilmesini umuyorum. Benim çocuğum bir Montessori okuluna gitmiyor. Ama yaklaşımlarında benzer uygulamalar ve dikkat ettikleri unsurlar olduğunu görüyorum. Bana yeterli ve uygun geliyor. Okul seçimlerinde pek çok anne babanın bu ayrımı, ana davranış tutumlarını araştırmasını umuyorum.
 
Montessori felsefesini özümsemenin ona bire bir her koşuluyla uymanın şart olmadığını ama ana hatlarını alıp hayata uyarlamanın çok faydalı olduğuna inanıyorum. Her aile kendi ev yaşamında iyileştirmeler yapabilir, kendine uygun bir parça bulabilir diyorum. Montessori bir kurallar bütünüdür, ya yaparsın her detayıyla ya yapamazsın, bir öyle bir böyle olmaz gibi katı bir yaklaşıma inanmıyorum. Ama ezbere üç beş başlığı yerine getirip, sürekliliği önemsemezsen başarılı olunamayacağını da görüyorum.
 
Montessorici ya da değil, ( ve daha pek çok yaklaşımı baz alarak ) anne babalıkların yetersizliğinden dem vurulmasını mantıklı bulmuyorum. Herkesin bir bütçesi, bir sosyal çevresi, hayata bakış açısı, çocuğuna bakan kişilerin özellikleri var. Bunların etkileşimleri düşünülürse , moda diye değil, gerçekten çocuk yaşamının düzenlenmesi ve aile huzurunun artması için , çocuğa saygı odaklı yaşamın dikkatle planlanmasının önemine inanıyorum. Adı, felsefik yaklaşım olup olmadığı , bir ekol ya da gelişim biçimini takip etmeye gerek yok bunun için.
 
Sena Baran
 
Dorikus.com
 
Facebook.com/Dorikus
 
Twitter.com/SenaBrn
 
Instagram.com/SenaBrn
 
Toplam blog
: 48
: 5171
Kayıt tarihi
: 01.03.12
 
 

1978 doğumlu, Uluslarası ilişkiler mezunu, uluslarası lojistik uzmanı, sosyal medya meraklısı, bl..