Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '15

 
Kategori
Edebiyat
 

Mucizeler vardır

Mucizeler vardır
 

MUCİZELER BİTMEZ

Yaşanmış yıllarıma şöyle bir dönüp bakınca, kendimle ilgili en karakteristik özelliklerimden birinin iyi bir okur yazar olabilmek adına uğraş vermek olduğunu görüyorum.

Okumak kısmında bir sorun olmadı yıllar boyu. Okumayı söktüğüm günden beri yolda bulduğum çamurlu gazete sayfalarından tutun, ayda bir evimize gelen abonesi olduğumuz dergiler, ansiklopedi fasikülleri, okul yaz tatiline girdiğinde edinebildiğim tatil kitapları dahil ne bulduysam okuyup su gibi içtim hepsini adeta.

Çocukluk yıllarım baba mesleği nedeniyle bir dönem mahrumiyet bölgelerinde geçtiğinden, öyle her arzu ettiğimde yeni bir kitap edinip okuma şansım olamadı ne yazık ki.

Babam görevli olarak büyük şehre giderken, “dönüşte ne getireyim ?” diye sorduğunda yanıtım hep aynıydı benim.   “Kitap isterim ”

Ve babam, gittiği bölgenin imkanları dahilinde yaşıma uygun olduğunu düşündüğü çocuk kitaplarını alıp getirirdi her seferinde.

Gün geldi biraz daha gelişmiş bölgelere tayini çıkınca babamın, bu kez gezici ve sabit halk kütüphaneleriyle tanıştım. Bulduğum her fırsatta kendimi kitapların büyülü sayfalarına atıp, yeni maceralara yelken açtım tanıştığım kahramanlarla. Bazen eve getirdiğim kitapları sonunu merak ettiğimden bir türlü bırakamaz, gece herkes uykuya dalınca yorganın altında el feneri ışığında okuyup bitirmeye çalışırken, genellikle yakalanıp paparayı yerdim.

Tüm bu günler anılar kervanına katılırken ben büyüdüm, hayat başka kulvarlarda  koşturmaya başladı beni.  Evlilik, iş hayatı, çoluk çocuk derken yıllar nasıl geçip gitti hiç anlayamadım. Ama bu telaşlı hayat içinde hiç terk etmedim kitap okumayı. İlgimi çekebilen ne varsa bazen uzun, bazen kısa soluklanma anlarında yine okudum ve okumaya ayırdığım vakit için hiç pişman olmadım. Aksine tüm bu okuma hevesimin üstüne bir de yazıp notlar alma isteği eklendi.

Yıllar boyu günlükler tuttum, öyküler, deneme yazıları üretmeye çalıştım. Hatta gün geldi şiir yazma cesaretini bile buldum kendimde.

Yapmaktan çok keyif aldığım yazma uğraşımı hep kendi tekelimde tuttum. Okuyup hoşlandığım, etkilendiğim yazıları başkalarına önerip paylaşmayı severken, garip bir çekingenlikle yazılarımı kimseyle paylaşmadım. Hatta benden izinsiz okumaya kalkışanlarla gün geldi papaz oldum, kızdım, kırıldım onlara.

Bu ruh halim yüzünden; “kendini bir halt zanneden, egosu tavanda, asabi, aksi, zor, ne zaman ne diyeceği, ne yapacağı belli olmayan, deli dolu insan” ünvanı almışlığım bile vardır.

Desinler ne olur?  Haklı oldukları bir taraf vardır elbette.

Fakat çoğunun bilmediği şey şudur ki; ben hem okumaya hem yazmaya aşığım yıllardır. Hele de yazma aşkı ne tarifsiz bir aşkmış meğer.

Bir tümör gibi sürekli beynimi kemiriyor.

Kafanızda onlarca konu, hikaye, karakter birer birer oluşup artık sizinle yaşamaya başlar önce. Onlara nasıl bir hayat oluşturacağınızı bir türlü bilemezsiniz.

Defalarca masa başına geçip ilk cümleyi tamamlamaya çalışırsınız. Ardından diğer cümleler gelir.

Sonra siz yazdıklarınızı en baştan defalarca okuyup, “ hayır, olmadı. İstediğim bu değil” deyip, yazılanları silip çöpe atarsınız. Bu günlerce böyle sürüp gider.

“Olmuyor bu iş” dediğiniz bir an gelir, eski bir dikiş makinesinin üstüne bir cam parçası koyarak yarattığınız yazı masasından kalkar, gidip bir kahve yapıp gecenin kör karanlığında balkona çıkar, bahçedeki sesleri dinleyerek bir nefes alırsınız.  Son yudumu alırken birden gözünüzdeki, gönlünüzdeki karanlık perde aralanır ve telaşlı bir halde tekrar o külüstür masanın başına geçip temiz bir sayfada yeniden yazmaya başlarsınız.

Günler, geceler boyu saatlerce şelale gibi akar kelimeler.

İşte o günlerde hiç olmayacak biri gelir yanınıza  “Sen deli misin? Bunca iyi yazar varken sana mı kaldı bir roman yazmak? Boşuna uğraşıyorsun bu ülkede okumayı seven insan sayısı çok az, üstelik bu yazdıkların yayınevleri tarafından kabul bile görmeyecektir” diyerek sizi acımasızca yüreğinizden bıçaklayıverir.

Şöyle bir bakarsınız yüzüne, zehrini döksün bitirsin diye beklersiniz.

Yorgun bir tebessümle susturup yanınızdan uzaklaştırırken dudaklarınızdan şu kelimeler dökülür.

“Olsun varsın. Bana inanan birkaç kişi var hayatımda. Üstelik ben de onlara inanıyorum. Gün gelir bana inanan bir yayınevi de olur belki. Şimdi beni rahat bırak, yazacağım.”

Sayfalar sayfaları takip eder, içinizde ilk kez aşık olmuş gibi kelebekler uçuşur, kanınızı ateşler. Bazen görünmeyen bir el saçlarınızı okşayıp, sırtınızı sıvazlarken aynı zamanda kulağınıza fısıldar.

“Hay gayret, korkma.”

Yalnız olmadığınızı bilerek daha da coşarsınız o anlarda.

An gelir;  yazdığınız karakterler etrafınızda dolanır, sizinle konuşur, dertleşir. Gerçek mi, düş mü bilemezsiniz.

Son noktayı koyduğunuzda şaşkın bir halde kendinizle konuşursunuz.

“Bitirdim”

Doğmayı bekleyen nur topu gibi bir dosya vardır kucağınızda.

Bebeğiniz günsüz doğmasın diye çok dikkat edip beslemişsinizdir onu ve günü geldiğinde bir yayınevi sizinle ilgilenir. Onun doğurmanız için size el uzatır, yardım eder. Kitabınız nihayet gün ışığıyla buluşup doğar.

İşte bu bir mucizedir sizin için.

Uykusuz geceler, yorgun günler bitmiştir artık.

Bebeğiniz doğmuş, ilk adımlarını atmış, artık koşmaya hazırlanıyordur. Siz de onu bu uzun maratonda yalnız bırakmayacak, daima arkasında olacak ve onu izlemekten hiç bıkmayacaksınızdır.

İşte benim bebeğim “ Kuklacı Harut ve ben, sekiz Kasım pazar günü saat 13.00/ 14.00 de   İstanbul Beylikdüzü Tüyap Kitap fuarında okurlarımızla buluşacağız.

Sizleri de bekleriz efendim. 

 
Toplam blog
: 11
: 350
Kayıt tarihi
: 11.02.15
 
 

Yazar, okur, düşünür, tartışır, ev kadını, iş kadını, anne, baba, çocuk, öğrenci... ..