Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Şubat '11

 
Kategori
Tarih
 

Muhteşem Yüzyıl, Muhteşem Süleyman

Muhteşem Yüzyıl, Muhteşem Süleyman
 

Hürrem Sultan


kâlûbelâ’dan beri 

niçin duymak istemeyiz 

niçin görmek istemeyiz gerçekleri? 

(H. E.) 

Geçen hafta, TV’deki “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin reklam arasında, bir dost telefon etti: Diziyi izleyip izlemediğimi sordu önce. 

“-İzliyorum” dedim. “-Sen tarihe meraklısın; ne diyorsun bu işe?” 

“-Hangi işe?..” “-Dizide anlatılanlar doğru mu sence?” 

“-Elbette doğru… Ancak, şu âna kadar anlatılanlar o dönemde yaşanan gerçeklerin yüzde onu bile değil…” 

“-Yani Padişah, resmî eşi varken, göz göre göre, yabancı bir kadını nikâh yapmadan yatağına alabilir mi?” “-Yapma dostum! Ciddî olmazsın; espri yapıyorsun değil mi?” 

“-Espri falan değil, çok ciddiyim.” 

“-Karşımızda, o yüzyılın, bugünün moda deyişiyle “süper gücü” olan Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümdarı var. Üstelik halife… Yani “Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi ve de gölgesi” diye kabul edilen bir hükümdar… Her yaptığı doğru, her yaptığı güzel!.. Her sözü kanun…” “ 

-Peki ama eşinden boşanmadan, başka bir kadınla birlikte olmak, bir hükümdara, hem de Kanûnî denerek adaleti övülmüş bir padişaha yakışıyor mu sence?” “-Bir insanın resmen boşanması için, resmen evlenmiş olması gerekir önce. Değil mi?” 

“-Resmen evli değil mi, oğlu şehzade Mustafa’nın annesiyle?” 

“-Ben, özellikle imparatorluk haline geldikten sonra, hiçbir padişahın ne resmen evlendiğini okudum; herhangi bir kaynakta, ne de boşandığını… “Oğlu Mustafa’nın annesi dururken, Hürrem’le birlikte olması doğru mu sence?” diyorsun.  

Yaklaşık 500 yıl önce yaşananları, günümüzün ahlâk anlayışıyla değerlendirirsek, doğru değil tabiî. Ama o yüzyılda, herkes bunda bir gariplik görmüyor. “Niçin ahlaksızlık olsun ki? Bir padişahın elbette hakkıdır bu” diye düşünülüyor. Öyle kabul edilmese, sarayda niçin bir “harem dairesi” olsun ve orada niçin onlarca, yüzlerce hanım bulunsun ki?” “-Yani dizide gösterilenler tarihî gerçeklerle uyuşuyor; diyorsun sen, öyle mi?” 

“-Elbette… Topkapı Sarayı’nın harem dairesi aynı adla duruyor; yerli yerinde. Haremdeki hanımların hepsi padişahın helalidir. Hangisini, ne zaman canı çekerse… Padi-şahtan başka kimse el süremez onlara. O dairede görevli erkekler de hadım edilmişlerdir. Hadım edilmenin ne demek olduğunu bilirsin tabiî.” 

“-O kadarını biliriz canım. Biliriz de… Diziyi eleştirenler diyorlar ki, “Padişahın ya-tak odasına girilir mi? Yatak odasına girmek, bunu dizide göstermek doğru mu?” Buna ne diyorsun sen?” 

“-Fransızlar girdiler; İngilizler girdiler; kendi krallarının yatak odalarına. Onların çevirdikleri filmleri ağzımız sulanarak seyrederken, hiç aklımıza gelmedi, böyle bir soru sormak… Aksine övdük; hep o tür filmleri. Onlar yapınca iyi oluyor da, biz yapınca neden kötü olsun ki? Sözgelişi Fransızların millî kahraman olarak sevip saydıkları İmparator Napolyon filmlerini düşün hele. Kim aşksız yaşamış ki, Kanûnî aşksız yaşasın!..” 

“-Yani sen, bu diziyi eleştirenlerin görüşlerine katılmıyorsun; öyle mi?” 

“-Doğrusu ya, katılmıyorum. Herkesin bildiği gerçeklerin yazılmasından da, söylenmesinden de, tiyatro ya da sinemada gösterilmesinde hiç rahatsız olmuyorum. Aksine, gerçeklerin saklanması, gizlenmesi, üstünün örtülmesi rahatsız etmiştir hep beni.” “-Bir şey daha soracağım.” 

“-Buyur…” “ 

-Kanûnî’nin, dizide “has adamı” olarak görünen İbrahim’le içli-dışlı konuşmasını gerçekçi buluyor musun? Gerçekten böyle bir arkadaşı, böyle yakın bir dostu var mı, yoksa senaryoyu yazanın kurgusu mu?” 

“-Son sorudan başlayayım: İbrahim kurgu değil, gerçek… Kanûnî ile aynı yaşta olan, aslen Pargalı bir Rum’dur ve O’nun Manisa (Saruhan) valiliğinden beri arkadaşıdır. Bu basit bir arkadaşlık değil, o günlerin deyişiyle “nedim ü yâr” ya da “mahrem-i esrar” denen bir sırdaşlık… Böyle olunca, Kanûni’nin İbrahim’i “Hasodabaşı” olarak görevlen-dirilmesini ve onunla samimi konuşmasını çok normal karşılamak gerekir. Belki dizinin bundan sonraki bölümlerinde de göreceğiz; Kanûnî sırdaşı hasodabaşı İbrahim’i veziri-azamlık (başvezir) makamına getirerek kız kardeşiyle de evlendirecek.” 

“-Bu sırdaşlık da ne demek oluyor ki başkanım?” 

“-Şöyle ya da böyle yorumlayanlar var ama bana kalırsa bugünkü “kanka” gibi bir anlama geliyor. Olamaz mı? Neyse, bunu sonra konuşalım istersen.” “-Evet, sonra konuşalım bunu. Zaten dizi de başlıyor. Haydi, iyi akşamlar!” deyip kapatıverdi telefonu, Diyarbakırlı inşaat mühendisi dostum. Reşat Nuri Güntekin’in “Yaprak Dökümü”, Orhan Kemal’in “Hanımın Çiftliği” romanlarını yıllarca süren, diziler haline getiren senarist ve yönetmenlerimiz, 46 yıl saltanat sürmüş muhteşem bir padişahı da beş-on bölümde sona erdirmezler sanırım. Bu konu açılmışken, fırsat bu fırsattır deyip, Kanûni’den söz edelim biraz: Bildiğiniz gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun 10. Padişahı Sultan Süleyman, Yavuz Sultan Selim ve cariye kökenli Hafsa Sultan’ın oğludur. Babası şehzade Selim’in valilik yaptığı Trabzon’da doğar. (1494) 14 yaşına geldiğinde Şebinkarahisar sancak beyliğine atanır. Sonra Bolu ve Kefe’de (Kırım) görev yapar. Babası Selim, 1512’de babası Sultan Beyazıt’ı (2. Beyazıt) zorla tahtan indirip padişah olunca, İstanbul’a gelir. 1513’te Saruhan (Manisa) Sancakbeyi olarak gö-revlendirilir. Erkek kardeşleri küçük yaşlarda öldüğü için tahtın tek varisidir. Babası Sultan Selim 1520’de ölünce, 25 yaşında padişah olur. Ertesi yıl ordunun başına geçip Edirne, Filibe, Sofya yoluyla Belgrat önlerine varıp şehri kuşatır ve alır. 1522’de Rodos adasına çıkar. Yaklaşık 6 ay süren bir kuşatma sonunda Rodos Kalesi de fethedilir. Fatih Sultan’ın kardeşi Cem Sultan’ın şehzadesi Murat ve oğulları yakalanıp boğdurulur. İstanbul’a dönüşünde, 28 yaşındaki sırdaşı Hasodabaşı İbrahim Ağa’yı paşalık ve vezirlik rütbesiyle veziriazam tayin eder. Gelenekleşmiş bir kural gereğince “Başvezir” olması gereken ikinci vezir Ahmet Paşa vali olarak gönderildiği Mısır’da isyan edip bağım-sızlığını ilan ederse de isyan bastırılıp paşanın başı kesilir. 1524’te İbrahim Paşa, padişahın kız kardeşi Hatice Sultan’la görkemli bir düğünle evlenip hükümdarın kendisine hediye ettiği Atmeydanı Sarayı’na yerleşir. 1525’te Almanlara esir düşen Fransa Kralı I. Fransuva’nın annesi, Sultan Süleyman’a elçiler aracılığıyla bir mektup göndererek oğlunu kurtarmasını rica eder. 

Muhteşem Süleyman, “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi gereği, her yerde adaleti sağlamayı görev bildiğini” belirterek yardım sözü verir. 1526’da Macaristan seferine çıkar. İki ordu Mohaç’ta karşılaşır. Birkaç saat içinde Macar Ordusu dağılır. Kral II. Layoş, kaçarken bataklıkta boğulur. Budin’e yürüyen padişah’a şehrin anahtarları teslim edilir. Böylece Macaristan da Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmış olur. Sultan Süleyman, padişah olalı henüz 6 yıl olmuştur. 40 yıl daha sürecek bir uzun sal-tanat dönemi var ki, hepsini bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Arzu edilirse, devam ederiz elbet. 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..