Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '08

 
Kategori
Siyaset
 

Mumcu

Mumcu
 

Bir 24 Ocak sabahı gitti Sevgili Uğur Mumcu. 1993 yılıydı. Üzerinden tam 15 yıl geçti. Ne katilleri bulundu, ne bir arpa boyu yol alındı. Arada sırada “bazı polis operasyonlarında gazeteci Uğur Mumcu’nun bombalı suikast sonucu öldürülmesi ile ilgili olabileceği varsayılan kişi veya kişilerin de aralarında bulunduğuyla ilgili” haberleri kamuoyunda duyarız. Arkası gelmez ama.

Katillerinin bulunması için namus sözü verenler, sözlerini yerine getiremediler bir türlü. Getirmek isteyenlerin de elleri kolları bağlı kaldı.

Mumcu’nun 30 sene, 40 sene önce yazdıkları yazılar, halâ geçerliliğini koruyor. Şöyle geçmişte yazdıkları yazılara bakınca, Mumcu sanki bugünü anlatıyor gibi geliyor. Oysa yazdığı yazılar çok eski. Yazdığı yazılardaki olaylar, düşünceler ve belgeler, daha dün gibi taptaze, sımsıcak duruyor.

“Bilimsel açıdan bu eleştiriler yapılacak yerde, Danıştay’a ve Anayasa’nın temellerine saldırmakta, görüşlerini Türk Anayasası’na dayayamayanlar, sık sık idarelerin işleyiş koşulları ayrı olan ülkelerden örnekler getirmektedirler. Artık gün ışımaya başlamıştır. Anayasayı uygulamamak için binbir dereden su getirenlerin kovaları delinmiştir. Bu anayasa yürürlükteyken yargı denetimine katlanmak zorundadırlar” (Milliyet, 15 Temmuz 1969, Mumcu, Uğur., Suçlular ve Güçlüler, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1994, içinde, sayfa: 46-47).

Gün halâ ışımadı Sevgili Mumcu. Bu ne menem bir kovaysa, delindikçe deliniyor, ama halâ aynı kovaya yine binbir dereden su getirilmeye devam ediliyor. Yıllar geçti, Anayasa’nın üzerinden kimler geldi kimler geçti ama halâ aynı derdin içindeyiz. Her devirde, yeniden yazıldı, birçok maddesi temelden değişti, ama halâ Anayasa’yla uğraşılıyor. 1969’da yazılan bu yazıdan 2008’e gelinceye kadar hiçbir şey değişmemiştir.

“Sosyete sütunlarındaki isimlere dikkat edin. Bu masal yaşantısına hangi devlet memurları katılmaktadır? Bu memurların devlet içindeki etkileri neler olabilir? Milyoner tüccarlar ile devlet memurları arasındaki ilgileri kimler kurmaktadır? Milyoner tüccarların, ithalâtçıların, ihracatçıların bu arkadaşlıklardan ne gibi çıkarları olabilir?... Sosyete sütunlarının kahramanları, bu yaşantıyı sadece paşa dedelerinden kalan miras ile yürütmemektedirler. Devletin bütün bu olanakları, kredi oyunları, dış ticaret vurgunları, yabancı sermaye uşaklığı ile, halkın alın terinden sosyete salonlarına aktarılmaktadır…. Sosyete partilerinin tül perdeleri arkasında olup bitenler, bu soygun düzeninin birer perdelik oyunlarıdır. Fakat bu oyunlar, yıllarca sahnededir. Dekorlar, aktörler değişmekte, ancak sosyete imparatorluğu devam etmektedir” (Devrim, 8 Eylül 1970, Sayı:47, Mumcu, Uğur., Suçlular ve Güçlüler, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1994, içinde, sayfa:115-116).

Vurgun imparatorluğu halâ devam etmektedir. 1970’de yazılan bu yazıdan 2008’e gelinceye kadar hiçbir şey değişmemiştir.

“Siyaset ticarete, ticaret siyasete, din de her ikisine araç edildi mi, artık bu sömürünün sonu gelmez… Din ticareti ile meşgul olanlara bakın, hemen hemen hepsi milyarder.. Yalnızca Türk Lirası ile ‘milyarder’ değil bunlar, dolar milyarderi, mark milyarderi olmuşlardır birçoğu… Oh ne kolay.. Çek bir ‘besmele’ gelsin paralar… Finans kuruluşları ve şirketler aracılığı ile kazanılan milyarlar… Elhamdülillâh Müslümanız!... Elhamdülillâh milyarderiz!... Bir kolumuz siyasette, öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız da tarikatlarda… Bir üçgen bu.. Ticaret, siyaset ve tarikat üçgeni… Bunlar dindarın sahtecileridir. Zavallı yoksul Müslüman yurttaşların kanlarını emenler de bunlardır… İnanç sömürücüleridir bunlar… Öte yanda da ‘sahte Atatürkçüler’… İşleri geldiği sürece, bu sahte Müslümanlar ile kol kola girip, öpüşenler.. Birbirlerine siyasal destek sağlayanlar… Yasakçılıkla, hot-hotçuluk ile Atatürkçülüklerini kanıtlayacaklarını sananlar… Müslümanın, kimsesizi ve yoksuluna karşı Atatürkçülük taslayıp gericinin, yobazın iş ve sermaye çevreleri ile içli-dışlı olanlarının karşısında sus-pus olanlar… Bir yanda ‘sahte Atatürkçüler’, öbür yanda ‘sahte Müslümanlar’… Lâiklik ilkesini savunmak için Atatürk gibi yürekli, Atatürk gibi inançlı olmak gerekir.. ‘İzinden gittiklerini’ söyleyenler gibi ürkek, kararsız ve inançsız değil….” (Cumhuriyet, 1 Mart 1987, Mumcu, Uğur., Tarikat Siyaset Ticaret, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1994, içinde, sayfa: 5-6).

Tarikat, siyaset ve ticaret ilişkisi devam etmektedir. 1987’de yazılan bu yazıdan 2008’e gelinceye kadar hiçbir şey değişmemiştir. 24 Ocak 2007 günü yazdığım kendi şiirime senin adını verdim. Sana rahmetler olsun Sevgili Mumcu.

MUMCU

Bir yirmidört ocak günü

Gittin ya,

Canım ölmüş gibi ağladım.

Her yirmidört ocakta aklıma düştün ya,

Hiç unutmadım.

Canım küllendi,

Adın küllenmedi.

Şimdi sen olsaydın

Var ya,

Katilini çoktan bulurdun.

Sen yokken katiller serbest,

Onları bilen yok,

Asıl suçlu yok.

Sen var ya sen,

Tek doğru sen miydin ki

Adın var kendin yok. (24 Ocak 2007, Ertan KILCIGiL).

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..