Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '14

 
Kategori
İnançlar
 

Mürşid Şems mi, Mevlana mı?

Mürşid Şems mi, Mevlana mı?
 

Aşk ile kendinden geçen semazen


“Hamdım, piştim, yandım” – Mevlana

17 Aralık Şeb-i Arus yaklaşıyor. Öldüğü zaman Sevgili’sine kavuşacağı için ölüm gününü Mevlana’nın “Düğün Günü” olarak adlandırırdı. Anadolu Nuru’nun ışık taşıyan en önemli ellerinden birisi olan bu büyük hal erbabı, gönül sultanı, bizlere 8 asır öncesinden bile hala seslenmektedir. Çünkü onun öğretisi evrenseldir, zamanının ötesindedir.

800 yıl önce bir 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğdu Mevlana. 15 Kasım 1244 yılında ise Şems-i Tebrizî ile karşılaştı, güneşi ile karşılaştı. Şems ile karşılaşınca gerçekten oldu Mevlana.

Bu karşılaşma sonucu hakikatin nurunun Mevlana’ya dokunması sürecinde dair bazen bir soru gelir aklıma…

Mevlana’mı mürşid idi, yoksa Şems mi?

Ben bence zor bir soru ve cevabı da muhtemelen bizlerin bilemeyeceği bir şey. Ancak bazı fikirler yürütebiliriz.

Şu var ki Şems yola koyulup nokta atışı Konya’ya Mevlana’ya varmıştır. Hiç bir ara noktada zaman kaybetmemiş, arayışa geçmemiş ve sadece Konya’ya gelmiştir. Mevlana’yı bulmuştur orada sanki ona verilmiş bir görev gibi.

Mevlana o zaman dek göç ettikleri Horasan bölgesinde “Bilginlerin Sultanı” olarak bilinen babası Bahaeddin Veled’ın ışığından ve Konya’ya yolculukları sırasında ve Konya’da birlikte çalıştığı Muhyiddin Arabi, Feridüddin Attar, Sadrettin Konevi gibi mutasavvıflardan feyz almıştı. Babasının ölümüyle müridleri Mevlana’nın çevresinde toplandılar ve İplikçi Medresesi’nde vaazlara başladı. Artık büyük bir ilim ve din bilginiydi.

Ancak henüz gönlü coşmamıştı. Cemalnur Sargut’un deyimiyle bir et parçası olan kalbine nur değmemiş ve kalbini gönle çevirmemişti.

İşte Şems çıkageldiği vakit, ilimlerin sultanı olan, dini bilgisi okyanus olan Şems kendinden geçti. Bildiği her şeyi bu her zaman siyah giyinen, gözü pek, sözünü esirgemeyen bu gizemli adam ona unutturdu ve tekrar buldurttu. Uzun Allah yolunda Aşk sohbetleri onları alemden aleme götürdü, gönüllerini coşturdu, akıllarına ise daha büyük gizemleri keşfetmeleri için güç verdi, nur verdi.

Mevlana Şems ile şaha kalktı. Barajın ardında seller gibi akıp gürlemeyi bekleyen sular gibi olan potansiyeli bir anda açığa çıktı ve Aşk yolunda her yöne akmaya, ışık saçmaya başladı.

Şems olmasaydı gölgenin ışık olmadan var olmaması gibi bildiğimiz Mevlana olmayabilirdi. Gerçi bu kaderi planı gerçekleştirmek için Şems olmasa bir başkası aracı olurdu çünkü Şems ya da bir başkası bu süreçte sadece birer aracıydı. Hakk Şems’ten ona konuşuyordu o an ve bu uyanış mutlaka olacaktı.

Bu bağlamda Şems’in Mevlana’nın nurlu yolunda coşturucu etkisi büyük. Ancak bu onu mürşid yapar mı? Bilinmez. Ama bana göre bence yapmaz. Çünkü Mevlana de Şems de kendi alanlarında birer ilim, İrfan ve Gönül sultanlarıydılar. Tarzları farklıydı. Yin ve Yang gibi birbirlerini tamamlayacak olan ancak birbirlerini bulana dek ruh ikizini arayan insanlar gibi arayışta olan sultanlardı. Ve o muhteşem gün gelip çattığında arayışları son buldu. Tıbbın simgesi Kadüse’de simgelendiği gibi onlar birbirlerinde zıtlıkları BİR ettiler, ikiyi bir ettiler. Akıldan kalbe geçtiler. Mana aleminde kürek çektiler, kendilerinden geçtiler. Muhabbetullah'a varıp, nurlanıp yandılar. O kadar yandılar ki varlıklarını unuttular. Hiçliklerini bilip, Mutlak ve Bir olan Allah’ın varlığını her hücrelerinde hissettiler.

Bana göre Mevlana ve Şems birbirlerinin hem mürşidi hem de öğrencisiydiler. Mevlana’nın güneşim dediği Şems, Mevlana’yı yapmaktan olmaya, akıldan kalbe geçiren bir aracıydı. Mevlana ise mana kanadı güçlü olan Şems’I akılla bildiğini daha iyi hazmettiren bir aracıydı. Her ikisi birbirini tamamlıyordu. Hayattaki karşılaşmalar oyunu kendilerindeki eksik parçası birbirlerinde tamamlatmıştı.

İşte böyle bir süreçti onları birleştiren ve kendi içlerindeki gizli hazineleri açıp, tüm insanlığa mal eden. Benimkisi ise sadece uzaktan bakıp o nura dair kendi kabım kadar bir yorumda bulunmak.

Sevgiler,

Kenan

 

https://twitter.com/Naacel

https://www.facebook.com/public/Kenan-Kolday

https://instagram.com/naacel/

http://naacel.blogspot.co.uk/

http://www.felsefetasi.org/author/kenan-kolday

 

Tavsiye edilen okumalar

İnsan 2 kere doğar - http://blog.milliyet.com.tr/insan-2-kere-dogar/Blog/?BlogNo=465425

Gölge ışıksız olmaz, ışık olmadan gölge anlam kazanmaz- http://blog.milliyet.com.tr/golge-isiksiz-olmaz--isik-olmadan-golge-anlam-kazanmaz/Blog/?BlogNo=469591

Leyla’dan Mevla’ya - http://blog.milliyet.com.tr/leyla-dan-mevla-ya/Blog/?BlogNo=459798

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..