Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Şubat '07

 
Kategori
Felsefe
 

Mutlu olma sanatı...

Mutlu olma sanatı...
 

"Benim adım mutluluk!"

Kaç zamandır düşünüyorum, “kendini ‘benim adım mutluluk’ diye tanımlayabilecek, açımlayabilecek bir özne var mı acaba?” diye. En çok da kendime soruyorum elbette.

2005’in sonuda kendime yeni hdefler belirlemiştim. Bu nedenle kendime derin bir bakış daha atmış, neler yapacağımı, hedeflerime nasıl ulaşacağımı bir kez daha gözden geçirmiştim. Okumayı, bilgiyi ve yazmayı bu kadar çok seven ben, bir karar daha vermiştim o soğuk ve ürpertici güz günü: Deneyim ve gelişim!

Evet, yaklaşık bir yıldır, hayatla ve insanlarla ilgili eksik deneyimlerimi geliştirmek için daha fazla dünyaya girdim ve kendime başladım. Bu süreç içinde önce Ege ve Akdeniz’i gezdim kendi olanaklarımla.

Çalışma hayatı ve uzun süre ailemden, arkadaşlarımdan uzak kaldıktan sonra, dünyanın pek çok yerinden arkadaşlar ve zengin tecrübeler kazanarak geri döndüm İzmir’e.

Bu süreçler, bir çok şey kazanmama neden oldu.

Tüm bu deneyim ve gelişim süreci içinde hayattan keyif almaya, mutluluğu kırılgan değil güçlü, sağlam tutarak kendimi de sağlamlaştırmaya çalıştım. Cemal Süreya, Günler’deki bir yazısında “mutluluk, dayanıklı değil” diyor. [1] Biraz da bu nedenle yazıdan çok yaşamaya, dost sözcüğünden çok arkadaşlığa yakınlaştım ve sizden bir süre uzak kaldım.

Elbette bu zengin deneyim, okuma ve yazma süresince bazen sempati ile empati kaynaştı, bazen de ayrıştı. Ama bütün bu zaman boyunca şunun farkındaydım: “İnsanlar ihtiyaç duydukları ölçüsünde mutlular!”

Hani şu eski hikâyedeki gibi:

“Bir kral hekimlerin bütün çabalarına rağmen bir türlü iyileşemez. Çağrılan yaşlı bir bilge krala der ki:

- Ülkenizde ki en mutlu adamın gömleğini alıp bir hafta sırtınızdan çıkarmazsanız iyileşirsiniz.

Haftalarca ülkeyi dolaşan kralın adamları, nihayet bir köyde coşkuyla şarkılar söyleyen ve çok mutlu görünen bir çobana rastlarlar. Hemen gömleğini isterler.

Çoban; - Ama der, benim bir gömleğim yok ki!”

Kıssadan hisse: Mutluluk, paylaşmasını ve yetinmesini bilmektir!...

Geçenlerde çıkan bir haber [2], mutluluk üstüne bir kez daha düşünmeme neden oldu. Haber yaklaşık bin kişilik grubun alındığı bir “Her Günün Keyfini Yaşa” araştırmasıydı. Araştırılan ülkeler arasında Türkiye, İspanya, İtalya, Almanya ve İngiltere yer alıyordu.

Araştırmaya göre, her yeni günle birlikte kendini mutlu hissettiğini söyleyenlerin İspanya’da ve İngiltere’de, hem Türkiye’ye hem de Almanya’ya göre daha fazla olduğu ortaya çıkmış. İspanyolların yüzde 79’u, İngilizlerin yüzde 70’i kendini mutlu hissettiğini belirtirken, bu oran Almanya’a yüzde 64, Türkiye'de yüzde 62’de kalmış.

İspanya, Almanya ve İngiltere, internet ve bilgisayar oyunlarından keyif almada birleşirken; eş, sevgili, arkadaş ya da aile ile vakit geçirmek İtalya ve Türkiye’de öne çıkmış.

Ne yazık ki, Türkiye’de ilk 10 içinde; sigara içmek bulunurken, diğer ülkelerden farklı olarak gazete, dergi ve kitap okuma ise yer almamış.

Araştırmaya göre İspanya’da kadınlar, internet, müzik ve çikolatadan keyif alırken, Türkiye’de kadınlar, sevilenlerin varlığı, dedikodu ve iltifat almaya önem veriyor.

Kendini kötü hissettiği anda mutlu eden şeylerde ülkeler arası ortaklıklar daha da öne çıkmış. Bu tercihler, eş, sevgili, arkadaş, çocuklardan gelecek bir kucaklama ya da öpücük, eş, sevgili, arkadaş, aile ile vakit geçirmek ve sevilen müziği dinlemek olarak sıralanıyor. İspanyollar, Almanlar ve İngilizler ilk sırada eş, sevgili, arkadaş, çocuklardan gelecek bir kucaklama ya da öpücük derken, Türkler, eş, sevgili, arkadaş, aile ile vakit geçirmeyi tercih ettiklerini belirtiyor.

Şimdi şu kısma dikkatinizi çekmek istiyorum:

Nakit ya da hediye çeki almaktan en çok Türkler mutlu olurken, en az İspanyollar mutlu oluyor. Türklerin yüzde 73’ü, İngilizlerin yüzde 42’si, Almanların yüzde 46’sı ve İspanyolların yüzde 29’u nakit ya da hediye çeki almaktan mutlu oluyor. Araştırmaya göre, beklenmeyen hediye yine en çok Türkler’i mutlu ederken, hediyenin fiyatı en az Almanlar, en çok da yüzde 13 oranıyla Türkler için önemli oldu. Türklerin sadece yüzde 9’u verdikleri hediyeden daha ucuz bir hediye aldıklarında mutlu ve özel hissedeceklerini belirtiyor. Hediyenin markası, en az Almanlar için, Türklerin ise yüzde 22’si için hediyenin markalı olmasının önemliymiş.

1000 kişilik bir örnek grubunun az olduğunu söyleyebiliriz. Araştırmanın Türkiye’nin 7 ilinde yapılmış olması da yetersiz görünecektir.

Ancak burada ilgimi çeken şu oldu: Genel olarak Türkler parayla ilgili şeylerde daha mutlu oluyorlar. Sigara içmek, alkol tüketmek, tv dizisi seyretmek, maça gitmek daha mutlu kılıyor büyük çoğunluğu.

Bu tür anketler zaman içinde yapılmıştı yapılmaya da devam edecek. Ama sanırım, okumaktan, tiyatro-sinemaya gitmekten, konser izlemekten, belgeselleri takip etmekten uzak durmayan bir kesim, sürekli yok edilmekle karşı karşıya gelecek.

Türkiye’de insanlar mutlu, huzurlu, sağlıklı çıkmayacak çünkü bu “cennet vatanda”, hoşgörüsüzlük, önyargılı olmak, maneviyata değil maddiyata önem vermek gibi yanlış, hatalı yargılar “prim” yapıyor artık. Küreselleşen dünyanın kapitalleşen medyası ve kartel firmaları, size tüketmenizi, sadık kalmayıp sürekli eş değiştirerek başkalarıyla yatmanızı, hep makyajlı ve güzel olmanızı, üretmemenizi, özgür hissedip özgür olmamanızı istiyor.

Mutluluk kisvesi ardında gözümüze sokulan şey bencil ol, paylaşma, keyfine bak, sana ne açlıktan, üretim sürecinden, sen sadece sonuca bak, ne güzel ayakkabı, kıyafet vb. çünkü!

Karteller size üretim sürecini göstermez, azıcık para için saatlerce ter döken o emekçi insanları. Gösterdikleri tek şey imajları ve parlak ambalajlarıdır.

Size sürekli neye, ne kadar ihtiyacınız olduğunu söylüyorlar...

Nâzım Hikmet’in “Saman Sarısı” [3] adlı şiirinde geçen, “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” dizesini anımsayın. Abidin Dino ünlü şaire çok hoş bir resmiyle cevap vermiş. Ama biz de kendi resmimizi avuçlarımızın, gönlümüzün içine çizerek başlayabiliriz sanırım.

İçinizden “Mutlu Olma Sanatı”nın yazarı Dale Carnegie’in pek de mutlu ölmediğini, bu araştırmayı yapanların sadece 1 ay gibi bir süre Türkiye’de yaşadığımız koşullarda yaşasa mutsuz olacaklarını söyleyenler çıkacaktır. “İspanyollar 9:30’da başladıkları işlerini öğlen siesta tatilinin ardından 3’te bitirirken, dolgun ücret alan, trafiği bizim kadar keşmekeş olmayan, hastanesinde sıra beklemediğiniz İspanyollar mı, Türkler mi mutlu olacak?” diye sorabilirsiniz. Doğru bir soru da olur bu.

Her yıl işsizlik, gasp, kaçakçılık, uyuşturucu kullanımı artıyor. Tecavüz, şantaj, haber spikerinin, aktirisin, şarkıcının cinsel içerikli kasetleri, haksızlık adaletsizlik gırla gidiyor.

Her gün sokaklarda rastlıyorum: İçtiği sigaranın izmaritini sokağa atan, yere tüküren, birbirinin en kutsal kabul ettiği annesine küfreden, tek derdi gülüp eğlenmek, geyik muhabbeti yapmak olan, otobüste yaşlı insanlara yer vermek yerine uyuyor numarası yapan ya da yaşlının gözüne alayla bakan “gençler”, sizi kazıklamaya çalışan manavcı, taksici, güvenle çalışamadığınız iş arkadaşınız, dostum dediğiniz kişinin ilk açığınızda hançeri basışı…

Ama ne yapalım ki bu ülke bizim! Biz bu ülkenin evlatlarıyız. Artık yakınmak yerine düzeltmeye çalışmalı, işe de kendimizden başlamalıyız.

Elbette hepimiz böyle değiliz, hatta eskiden çok az kişi böyleydi. Ama sizi ve ülkenizi ele geçirmek isteyen “kara adamlar”, kara politikalarıyla içimizdeki çoğunluğu ele geçirme telaşında. “İşsizliğin olduğu her yerin, mutsuzluklarla dolu bir cehennem” olduğunu bildikleri için, emeğinizi sudan ucuza almak peşinde çoğu.

Trafikten iş ortamına, spor diye dayatılan futbol katliamlarından kimin kiminle yattığını her gün gözünüze sokan magazin programına dek, her yanımız stres, yalan ve düzeysizlikle çevriliyor.

Türkiye her yıl doğal güzelliklerini, tarihi-turistik özelliklerini yitiriyor. Bunca ırmak ve su kaynağına rağmen susuzlukla, bunca denize rağmen deniz kirliliği ve yiyecek balık bulamamakla karşı karşıya kalacağız çok yakında. Depremler, seller, kuraklık da cabası.

İnsanlar kafalarını “chat, mesenger” denen sanal sohbetlerden, gazetenin futbol sayfalarından, Türkiye’yi lafla kurtarma girişimlerinden kaldırıp, bu ülkenin geleceğinin hepimizin elinde olduğu gerçeğini görmezse, esas mutsuzluk işte o zaman başlayacak!

İşte o zaman bazılarının derdi yüzünde çıkan sivilceden, o pahalı kürk mantoyu alamamaktan, bu kış Uludağ’a gidememekten, o maçı en güzel yerden izleyememekten çok daha ciddi sorunları olacak!

Bugünlerde bir arkadaşım zor zamanlardan geçiyor. Hiç yüzyüze görüşemesek de, o en sevdiğim arkadaşlarımdan biri. Kendi içinde kaybolduğunu söylüyordu e-postasında. Ona da yazdığım gibi:

"Her birimiz içimizde kayboluruz zaman zaman..."

İçimizdeki yollarda nice sokaklar, nice şehirler gezer, nice ırmaklar, nice dağlar aşarız. Orada görürsünüz ki, Türk insanı felaket anında birbirini, mutluluk anında kendini yer! Belki acıya karşı kitlenir ama vakit hızla geçer ve her şey unutulur.

Şikayet etmeyi severken, çalışmayı sevmeyenlerle karşılaşırsınız o yollarda sık sık.

Hayat kalp atışlarının çizelge dökümü gibidir. Hafifledikçe yükselir, yukarıya çıkarsınız. Ağırlaştıkça düşer, aşağıya doğru inersiniz.

Ama ailesi olsun, sağlığı olsun elindekinin kıymetini bilen, doğru bir dünya ve iyi bir insan olma inancını kaybetmeyen ve hayata inatla pozitif bakmayı sürdürenler, hayatın bir mücadele olduğunu unutmayanlar, kendi içlerinde huzurlu ve mutluluğu yakalayanlardır.

Mutluluk bir hedef değil, bir yoldur!...

Her an, her yerde, her şeyde gizlidir. Önemli olan fark edebilmek, görebilmek ve o anı yakalayabilmektir...

Mutluluğun ülkesi, milliyeti, ırkı, dini, rengi olmaz! Göğsünüzde bir taş yerine yürek, başınızda çamur yerine bir beyin taşıyor ve “ben insanım” diyorsanız, nereye giderseniz gidin neyi taşıyorsanız onunla karşılaşır, neye sahip olduğunuzu düşünüyorsanız ona sahip olursunuz!

Ama ne kadar çok şeye sahip olduğumuz değil ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğumuz gösterir zenginliğimizi, mutluğumuzu.

Çünkü insan, ihtiyaçları kadar mutludur!... İhtiyaçları kadar...

[1] Cemal Süreya, Günler, Sayfa 431-432, YKY, Mart 2006
[2] Hürriyet Gazetesi, 6 Aralık 2006
[3] Nâzım Hikmet, Bütün Şiirleri, Adam Yayınları

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..