Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '10

 
Kategori
Kitap
 

Muz Sesleri - Ece TEMELKURAN

Muz Sesleri - Ece TEMELKURAN
 

MUZ SESLERİ


Bugün bana sorsalar; en sevdiğin meyve hangisi? Hiç düşünmeden, muz, cevabını veririm. Yirmi beş yaşıma kadar muz yemediğimi sayıyorum kendimi. O yaşıma kadar, bir iki kez tatmıştım sadece, meyvenin bıraktığı tat ve aroması muhteşemdi.

Muz ağcı neye benzer, merak edip dururdum. Kendimi bildiğim bileli, ağaçlara karşı hep hayranlık duydum ve duyuyorum. Bunu babaanneme borçluyum galiba. O, nur içinde yatsın, ağaçları çok seviyordu…en çok ceviz ağaçlarını. Fidanları dikerken ve sonrasında onların büyüdüklerini gördükçe, onları çocukları gibi severdi…

Türkiye’de yaşamaya başladıktan sonra, muz ağacını, canlı görme fırsatım oldu. İlk gördüğümde çok şaşırdım.Kocaman yeşil yapraklar… ağaçtan çok süs bitkisi gibiydi. Denize yakın bir yerde gördüğüm için belki, yapraklarını deniz dalgalarına benzetmiştim.

Kitabını tanıtan, genç bir Yazarımız olarak, gördüm ilk kez Ece Temelkuran’ı bir televizyon programında, tesadüfen… Önce görüntüsüyle İlgimi çekti. Oldukça doğal, çok hafif, abartısız makyaj, şık ve sade giyim, sempatik ve canlı, söylediklerine kulak verdim. Beni etkiledi ki, kitabını okumak istedim. İlk fırsatta satın alıp okudum. 16 Mart 2010 tarihinde devrettim bu sıra dışı romanı.

Kitap yorumları yazarken kendimi tuhaf hissediyorum. Bu konuda kesinlikle kendimi yeterli bulmuyorum, uzman değilim elbette ki, sıradan bir okur. Ben, kitaplar hakkında düşüncelerimi kendim için yazıyorum. Zamanla unutuyorum pek çok detayı. Geriye dönüp, kitaplarla ilgili düşündüklerimi okuduğum zamanı, eski dostlarımı hatırlıyor gibi oluyorum. Son cümleleri, yazımı tesadüfen okuyanlar olursa diye açıklama gereği hissettim. Her ne kadar kendim için yazsam da düşüncelerimi paylaşmayı da seviyorum, başka okurların da kitaplar hakkındaki düşüncelerini okumaktan hoşlanıyorum.

Ece Temelkuran, kitabın ismini anlatıyordu televizyonda; Agustos ayında , bir gece, bir muz tarlasına giderseniz, başka gürültü yoksa eğer, muzların büyüdüklerinde çıkarttıkları sesleri duyabilirsiniz.

“Çuk çuk çuk…”

İlk defa bu konuda bilgi sahibi oldum ve o sesi hayal etmeye çalıştım. Bir muz tarlasına gitmeyi ve o sesleri canlı canlı duymayı arzuladım.

Bir adam, sevdiği kadına, söz veriyor muz seslerini ağustosta dinleteceğine” Çocuklar gibi sözleştik, dudaklarımızı sıkı sıkı kapatıp sözleşmemizi mühürleyerek”“ Bildiğim bütün güzel şeyler, içimden dışarı çıkıyordu” diyor aşık adam. İşte aşkın büyülerinden birisi… Tam da bu yüzden herkes aşkı yaşamak istiyor.

Muz sesleri, bombaların patladığı zamanlar, duyulması imkânsız… Ece Temelkuran, savaşa “hayır” diyor. Doğada duyulması gereken o kadar güzel sesler var ki... Savaşlar bu sesleri yok ediyor ve verilen sözleri yerine getirmesini imkânsız kılıyor. Bunu en güzel şekilde ifade edebilmiş Yazarımız.

Muz Sesleri’nde, bir roman bütünlüğünü yakalayamadım. Anlatmaya kalksam anlatamam. Giriş, gelişme ve son bölümler yoktu sanki, ya da bana öyle geldi.

Ama parça parça değerlendirdiğim zaman, bazı bölümleri okumaktan büyük haz aldığımı söyleyebilirim. Özellikle bir babanın kızına yazdığı mektuplar.

Yazarımızın, tasvirleri ve betimlemeleri çok güzeldi. İlk elli sayfada biraz abartılı bulmuş olsam dahi yine de yazarımızın üslubuna hayran kaldım.

Bir kadın, sevdiği erkeği bu kadar mı güzel tarif eder, demekten kendimi alamadım: “ Ziad çocuk kütüphanesi gibi kokuyor. Eski kitaplar gibi değil, eski çocuk kitapları gibi kokuyor. Küçük, mavi ciltli bir kitap gibi...Ziad tam tamına içinde bir tarçın parçası unutulmuş Pal Sokağı Çocukları kitabı gibi kokuyor.”


Kitabı okurken pek çok satırın altını kurşun kalem ile çizdim. Burada hepsine yer vermem imkânsız tabii ki.

Ortadoğu, Beyrut…İnsanların kalplerinin yağmalandığı yerler.İçimi sızlatan satırları paylaşıyorum ;” İnsanların kalplerini yağmalıyorlar . Onlar da kalplerini kapatıyor. Hikâyelerimizi yağmalıyorlar. Kıra döke Asur tabletlerini nasıl kaçırıyorlarsa, hikâyelerimizi de bizden öyle kıra döke alıyorlar. Sonra geri kalan döküntüleri bize veriyorlar. “ Alın siz busunuz..!” New York Times Bestseller listesine giriyor döküntülerimiz.Döküntülerimizi, Kızılderililere renkli camlar verir gibi bize geri veriyorlar.”

Ece Temelkuran, kitaplarında ilk defa aşka yer verdiğini söyledi. Aşka, farklı bir anlatım kazandırmış Yazarımız. Bİr örnek :“ Özlemeyi böyle hissetti, Ziad’ın yokluğunu. İç organlarını kaybetmiş gibi” Sonra, kitapta bir bölüm vardı; bisküvi ve lokum, çok güzeldi…

Ece Temelkuran’ı ilk bu romanında tanıdım. Köşe yazılarını daha önce hiç okumamıştım. Ülkemde, böylesine başarılı, akıllı, cesur ve genç insanların var olduğundan gurur duydum.

Kitabın son sayfasını kapattıktan sonra, aklıma gelen ilk cümle ile bu uzun güncemi noktalıyorum. Ece Temelkuran’a kesinlikle katılıyorum:“İnsan nasıl yaşıyorsa, öyle sevişiyor.”

 
Toplam blog
: 144
: 1854
Kayıt tarihi
: 13.03.08
 
 

Doğduğum ve büyüdüğüm şehir Kırcali, Bulgaristan. Yıl 1964. Makina Mühendisiyim. Evli ve iki çocu..