Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Müzelerimiz ve Saraylarımız-I

Müzelerimiz ve Saraylarımız-I
 

Geçenlerde Turizm ve Kültür bakanımız Sayın Koç, “Türkiye Açıkhava müzesi gibi” tabiri nikullanmış. Nasıl bir soru sordularsa kendisine artık. Sayın, bakan, Türkiye’nin bir Açıkhava müzesi olduğunu bilmeyen kalmadı tüm dünyada. Hani derler ya, “sağır sultanlar bile duydu” işte o fasıl. Sağır sultanlar bile, duyup ta buraları görmeye geldiler, geliyorlar. Bırakın bu tür mesajlar vermeyi de, asıl bu açık alanlardaki, yani toprak üstündeki eserlerin korunmasıyla ilgili neler yapıyorsunuz, neler yapacaksınız onu bir anlatın da hele bilgilenelim. Hoş, bırakın toprak üstündeki, herkesin ulaşabildiğini korumayı, biz daha kapalı alandaki eserleri, başına müdürler, yetkililer, görevliler dikmenize karşın koruyamıyoruz. Her sene bir ya da birkaç müze soyuluyor, soyulmayla yüz yüze kalınıyor. Bazıları biliniyor, bazıları bilinmiyor. Bilinenler nasıl biliniyor? Ya, sayım esnasında çalındığı görülüyor, ya kapısı, penceresi kırılıyor, öyle anlaşılıyor. Bugün, ben iddia ediyorum ki, bugün müzelerimizde adam gibi bir envanter yapılmıyor ve hatta hiç envanteri olmayan müzelerimiz bile var. İşin ilginç tarafı, hırsızlık olayından sonra, ne çalanı bulabiliyorlar, ne de çalınanı. Kamera ve güvenlik sistemi ile güvenlikçileri ile korunan kaç tane müzemiz var. Olsa ne yazar, olanları bile soyuyorlar dediğinizi duyar gibiyim. Ee, siz de haklısınız tabiî ki.

Eski yazılarımın birinde tarihi ören yeri olan Afrodisias’tan bahsetmiştim. Yazım ilgi gördü, inşallah gidenler olmuştur. Ama gideceklere söyleyelim. Bu tarihi ören yerinde çok güzel bir müze var. Başındaki insanlar da gayet, bilgili ve bilinçli. Geniş bir envantere kayıtlı paha biçilmez eserler var. Geçtiğimiz aylarda bu müzede maalesef bir hırsızlık olayı yaşandı. Çalan ve çalınanlar bulundu mu bilmiyorum. Uzun süre bu olay üzerine yazmak istiyordum. Tahkikatı olduğu için yazmadım. Olay bence çok önemli. Ama bu olay bir gazetede yalnızca küçük bir sütunda yer aldı biliyor musunuz? Bu da hırsızlık olayı kadar acı geldi bana..

İşin ilginç tarafı ne biliyor musunuz? Türkiye’de o kadar çok müze adında bina var ki ? Buralarda o kadar çok eser sergileniyor ki! Hemen hemen birçoğu çok değerli. Daha da değerlileri, örneğin Türk-İslam eserleri, Türkiye’nin adı da, kendi de büyük müzelerinde muhafaza edilip, sergilenirken; daha az değerli bulunan eserler de, eserin çıkartıldığı yörenin müzelerinde barındırılıyor. Bu menşei bakımından çok güzel bir uygulama. Fakat başka bir ilginçlik ise, toprak altından çıkartılıp, temizlenip sergilenmesi için, kapalı, dört duvarlı, çatılı bir yere konuyor ve adı daha sonra müze oluyor. Sonra da kendi haline bırakılıyor. Kendi haline bırakılan müzeleri, başındaki müdürler, çalışanlar ne kadar koruyabilir. Adamları 24 saat orada yatıramazsın ki!

Gariplikler o kadar çok ki ? Bugün, İstanbul’daki müzelerimizde, korunamayan ve harap olmuş o kadar çok eser var ki? Çoğu bakımsızlıktan ve müze standartlarında, konumlandırılmadığı ve korunamadığı için çürümüş ya da çürümeye, bozulmaya yüz tutmuş. Şimdi siz, böyle bir müzeyi istediğiniz kadar koruyun. Ne olacak ki ? Eserleri koruyamadıktan sonra, o eserlerin çalınmasına bile insanın sevinesi geliyor. Çünkü en azından değer bilen ellere gider. Öyle değil mi?

Ülkemizde ilk müze 1882 yılında kuruluyor sanırım .Her ne kadar, yanlış hatırlamıyorsam kanunlarımız arasında, “2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” adında 1983 tarihli bir kanunumuz var ama nasıl işletildiğini, neleri, nasıl koruduğunu ya da koruma kapsamına aldığını sorgulamak gerek. Daha yakın zamanda birileri, müzeleri kapatmaya kalkmadı mı ? Bu kanunlar, hangi eserin, hangi müzede nasıl korunacağını ve bakılacağını da anlatıyor mu bilmiyorum. Ama, bugüne kadar görüştüğüm bir çok kişiden aldığım cevaplar, müzelerin Allaha emanet olduğu şeklindeydi. Yazık ? Bu eserler, bir çağı, bir medeniyeti, bir ülkenin geleneklerini, göreneklerini hatta tarihini anlamamız açısından çok önemli bir kaynak. Üstelik, yanı başımızda ve elimizle dokunabileceğimiz kadar yakın !. Bunlara neden gereken önem gösterilmez, bilmiyorum. Ondan sonra, hindi gibi düşüyoruz, neden bizde müzecilik gelişememiş diye. Gelişmez tabiî ki, sen müzeciliği geliştirecek adımları atmazsan, adına müze dediğin binaları, geliştirip, teknolojiyle donatmazsan, başına bu işten anlayan adamları geçirmezsen ya da başına geçirilmiş işin uzmanı kişileri oradan alıp, başka bir yere gönderirsen, yerine de işin ehli insanları koymazsan, orası artık bir müze olmaz. Adı başka bir şey olur.

Müzecilik, şevkle, zevkle ve iş bilmekle yönetilir ve muhafaza edilir. Bakın bugün özel müze sayımız gittikçe artıyor. Onlara gidin bir bakın. Hatta bunlar yokken daha, çok önceleri kurulan Harbiye Askeri müzesi gibi muhtelif askeri müzelere de bir bakın, müzecilik nasıl oluyor ? Müze nasıl yönetiliyor, eserler nasıl korunuyor. Ondan sonra da yurt dışındaki müzelerle boy ölçüşmeye kalkıyoruz. Biz daha, sahadaki eserlere, toprak altında çıkartılmayı sahip çıkamıyoruz. Hatta öyle zengin yöreler var ki, çıkartılamıyor. Neden? Ödeneksizlikten, mevzuat karabalıklığından ve bürokrasiden. Tabi bir de, çıkartıldıktan sonra, nerede muhafaza edileceği de ayrı ve ciddi bir sorun tabiî ki. Bu konuda benim bir önerim var naçizane. Bugün Türkiye’nin hemen her tarafında ama bilakis İstanbul’da, devletin himayesinde ve envanterinde olan çok sayıda saraylar, binalar var. Bunların çoğu kullanılmıyor. Kullananlardan bir kısmı da başka amaçlar için kullanılıyor. İşte buraları birer müzeye çevirin. Türkiye’nin dört tarafında, ilgi bekleyen, güneşin altında çatlayan, müzelerin depolarında istiflenen ve ziyarete açılmamış, ziyarete açılıp da, üst üste yığılan eserleri buralara yerleştirin. Nasıl olsa oralarda çürüyecek, hiç olmazsa buralarda daha soylu yaşarlar. Kültür bakanlığı’nın da daha çok ödenek ayırması ile teknolojik alt yapısı, güvenli de yapılırsa, dünyanın sayılı müzelerinden biri olur. Çünkü, çoğunun kendine ait bahçesi ve geniş arazisi var. Hem açık hava müzesi olur, hem kapalı alan müzesi olur. Bakın bugün, Atatürk’ün emaneti olan “ Atatürk Orman Çiftliği” gerici ve Atatürk düşmanları tarafından kendi kaderine terk edilmiş durumda. Yakın zamanda da burayı imara açacaklar ve parsel parsel satacaklar. Buna birilerinin dur demesi lazım. Mesela burası çok büyük ve geniş aynı zamanda korunaklı bir müzeyi barındırabilir. Yanılıyor muyum ?

Yanılıyorsun diyenlerin kendi fikrini öğrenmek isterim..

../..

 
Toplam blog
: 671
: 2572
Kayıt tarihi
: 26.06.06
 
 

Anadan doğma bir İzmirliyim ve bu şehirli olmaktan gurur duyuyorum.. Hem bu şehirde doğmuş, hem b..