Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '20

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

NabzaGöreŞerbet Vereni Severiz

Lafa gelince, hepimiz delikanlının, delikanlılığın hastasıyız. Ama aslında, suyumuza gideni, nabza göre şerbet vereni sever; hakikati anlatan yerine sırtımızı sıvazlayanı, gazımızı alanı baş tacı ederiz.

Bugüne dek nabza göre şerbet vermenin iki büyük üstadını gördüm, tanıdım. Bunlardan birincisi, rahmetli oldu. İkincisiniyse, dünya tanıyor. İsmi lazım değil.

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovar, duruma göre hareket edeni, bukalemun misali her ortama uyanı, makbul adam/kadın sayar; en ılımlı, en uyumlu ilan ederiz kendisini.

İnsanımızı ikna etmenin, idare etmenin en kestirme yolu; ona istediği cevapları vermekten geçer; duymak istemediği şeyleri söylemekten değil.

İster ana babanızla, ister can yoldaşınız, ciğerparenizle konuşun. İster sırdaşınız, ister asker arkadaşınız olsun, içtiğiniz suyun ayrı gitmediği. İster kankanızla dertleşin, ister kadim dostunuzla söyleşin. Muhabbetiniz, kardeşliğiniz kimleyse, bilin ki o, nabzınıza göre en iyi şerbet verendir. Huyunuzu suyunuzu bildiğinden, neyi, niye, nasıl diyeceğinin dozunu çok iyi ayarlar. Özeleştiri, eleştiriye açıklık, kitabın içinden konuşanı sevmek, dinlemek çok da hoşlandığımız davranışlardan olmadığından; kim hoşumuza gideni dillendirirse, onun yamacına sokulur, kim her şartta yanımızda durursa, onu gerçek dostumuz belleriz.

Ama işte sorunumuz da bu ya zaten. Bireyi geliştiren en temel hareket, hatalardan ders almaktır. Yanlışı fark edemediğimizde yaşam başarımız, tümüyle rastlantılara kalır. Evet, bazen, bizi tesadüfler de yönetebilir ama… Kalıcı kişisel gelişim, ancak ve sadece noksanlarımızı gidermekle, eksikliklerimizi tamamlamakla mümkün olur.

Nabza göre şerbet veren; iyidir, hoştur da, tatsız tuzsuz haberler vermeyi pek sevmediğinden, toz pembe tablolar çizer bizim için. Olayların sadece iyi yanlarını ele alıp, kötü ihtimallere karşı körleştirir, savunmasız bırakır ruhumuzu. Hep iyiyi duymaya alışan, bir süre sonra, günlük hayatın olağan akışından doğan ufak tefek aksaklıklardan bile kaçmaya başlar. Bu sağlıksız tutum, önce savunma mekanizmalarını, sonra da kişiliği zayıflatır.

Türk toplumunda en sevilen, beğenilen, tutulan, en baş köşeye oturtulan tiplere şöyle bir göz attığınızda göreceksiniz ki; herkesle iyi geçinmeyi adet haline getirmiş arkadaşlardır bunlar. Bir gün olsun tek bir Allah’ın kuluyla tartıştıklarını göremezsiniz. Hele yaka-paça kavga etmek, olacak şey değildir onlar namına. Hep bir ara yol, hep bir uzlaşı peşindedir nabza göre şerbet veren. Bir kez dahi omurgalı durmak/davranmak kaygısı taşıdığını göremezsiniz. Bazen öyle der, bazen böyle. Yeter ki fincancı katırları ürkmesin! Aman-aman, bir tatsızlık çıkmasın!

Tamam da, iyi günde var, kötü günde. İnsanoğlunun başına her iş gelir. Öylesine dikensiz gül bahçesi vadeden, dost mudur, düşman mı? Felaket tellallarından uzak duralım ama… Hayat da Polyannacılık oynanacak kadar basit değil ki. Zaman-zaman, ben insanım, diyen herkesin desteğe, morale ihtiyacı olursa da… Bunun için her seferinde nabza göre şerbet veren birinin peşine de düşülmez ki canım!

Bizi biz yapan, şahsiyetimi olgunlaştıran, deneyimlerimizi verimlileştiren doğru şeylerden biri de kendimizle yüzleşebilmemizdir. Bu, gerektiğinde acı sözler de söyleyen gerçek dostlarla mümkündür.

Nabza göre şerbet veren, işler iyi gittiğinde ne kadar göz önündeyse, olaylar sarpa sardığında o kadar görünmez hale gelir, hayalete dönüşür. En kritik anda, muhatabını yalnızlığa mahkum eder.

Sizce böylelerine bel bağlamak, ne kadar sağlıklı? Bence hiç değil ama, kaderimizi seçimlerimiz belirler. Nabza göre şerbet verenden zerre hazzetmesem de… Herkesin tercihine saygılıyım.

 

 
Toplam blog
: 1349
: 1777
Kayıt tarihi
: 30.01.11
 
 

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler veTanıtım, A.Ö.F. Adalet Yüksek Meslek ..