Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ocak '17

 
Kategori
Kitap
 

Nasıl bir öğrenci, nasıl bir öğretmen?

Nasıl bir öğrenci, nasıl bir öğretmen?
 

beylerin paşaların değil ama

eli nasırlıların ellerini öptüm hep

bir de beni ben yapan

öğretmenlerimin...

 (H.E.)

                                                                                                                                                                  “Fizik”ten fazla anlamam da ben, bildiğim kadarıyla elektriğin artı ve eksi olarak iki kutbu vardır; değil mi?

Ve yine de sanıyorum ki, ille de bu iki kutup bir araya gelirse, ışığa ve enerjiye dönüşebilir.

“Her insanın da iki kutbu vardır” desem, yanlış mı söylemiş olurum acaba?

Hayır, hayır; hiçbir kuşkum yok. Yüzde yüz bilerek, inanarak söylüyorum bunu: Eksileri ve artıları olarak her insanın da iki kutbu var.

“Mucize Kaymakam Turan Eren”in daha önce de sözünü ettiği yengesi, en güzel örneklerden biridir; bu düşünceme. Bakınız, ne diyor, yengesi hakkında:

“Akhisar’da okuduğum 6 yıl içinde, yengemle on beş, yirmi defa hiç de hoş olmayan tatsız olayımız olmuştur. Her seferinde yengem, aklına gelebilecek her türlü küfürlü sözü söyler, başıma atacağı her eşyayı attıktan sonra, birkaç gün küserdi. Konuşmaz, yüzüme bakmazdı. Ama gene de okuldan gelince yemeğimi hazır bulurdum. En fazla üç gün dargın kalırdı. Genellikle üçüncü gün en sevdiğim yemekleri yapar, sofranın başına oturur, beni beklerdi. İçeri girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra ben de sofraya otururdum. Ben ona bakmadan başımı öne eğer, yemek yiyeceğim zaman o da eğilir, alttan yüzüme bakardı. Ben, ‘Niye bakıyorsun?’deyince, ‘Oğlum çok güzel, onun için bakıyorum’derdi. O andan itibaren de barışırdık. Neredeyse tüm kavgalarımız aynen bu sahne ile biterdi. Benim okumamda, başarılı olmamda yengem çok büyük bir paya sahipti. Gerek hizmeti ile gerekse hırslandırarak bilemesi ile… Onu hep minnet ve şükranla andım. O bir yenge değil, bir anneydi. Biraz hırçın, biraz sinirli, biraz da kıran döken bir anneydi.”

Her insan gibi, Turan Eren’in yengesinin de artı ve eksi olmak üzere iki kutbu olduğu apaçık değil mi?

Burada benim en çok beğendiğim şey, lise öğrencisi Turan’ın, yengesinin eksi yanlarını öne çıkarıp onu bir sorun haline getirmek yerine, artılarını öne çıkararak dengeleyip bu enerjiden yararlanmayı biliyor olması.

Oysa tanıdığım pek çok insan ya karısının, ya kocasının, ya komşusunun, ya iş arkadaşının artılarını hiç görmeyip hep eksiklerini öne çıkararak hayatı zindan eder; hem kendilerine, hem karşısındakilere. Enerjilerini boşa harcayıp hem kendilerini, hem yakınlarının morallerini bozup duran bu kişilerin, başarılı olmaları mümkün değildir elbette.

Öğrenci Turan Eren’in büyüklerini dinleme, anlama ve onlardan yararlanma yeteneğine şaştım da kaldım. Niçin mi?

Ben de size sorayım haydi. Ortaokulu bitirip liseye kaydolmaya hazırlandığınız sırada, Türkçe öğretmeniniz sizi çağırıp, “Oğlum, akıllısın; azimlisin, çalışkansın, iyi bir öğrencisin. Notların da yüksek… Ama hayatta başarılı olmak için bunlar yeterli değil. Çok çeşitli kitaplar okuyup muhakeme ve ifade yeteneğini pekiştirmen gerekiyor. Şimdi doğru kütüphaneye gideceksin. Bu yaz, oradan sürekli kitap alıp okuyacaksın. Lisede hangi sınıftaysan, edebiyat dersine ben gireceğim. Okul açılınca kaç kitap okuduğunu bana söyleyeceksin” deseydi, ne yapardınız?

“Laf mı şimdi seninki Hüseyin Erkan? Bir kez, hiçbir öğretmen böyle bir şey söylemez. Başarılı bir öğrenciyim. Sınıfımı geçmiş, diplomamı almışım. Notlarım yüksek… Neden böyle bir şey istemiş olsun ki benden? Sonra yazın dinlenmek, eğlenmek, oynamak hakkım değil mi benim?” dediğinizi duyar gibiyim.

Tabii haklısınız da… Sözgelişi, ya da faraza desek hani? Nitekim Turan’ın öğretmeni Nihat Aksey, aynen böyle bir istekte bulunmuş öğrencisinden. Sizce, Turan ne yapmıştır? “Okulların açılmasına üç, dört ay var. Boş ver! Okuduğum onca ders kitabı neyime yetmez? Zaten öğretmen de unutur, dört ay sonra bu söylediklerini. Ama ne olur ne olmaz, ayıp olmasın diye birkaç kitap alayım ben kütüphaneden. Okumasam da okumuş gibi görüneyim.” mi demiştir; yoksa?..

Evet, yoksa bu uyarıyı çok ciddiye alıp, “Öğretmenimin bunları bana söylemesi için hiçbir mecburiyeti yok. Kendisi için değil, benim iyiliğim için istiyor bunu benden. Öyleyse bu yazı iyi değerlendireyim. Çok okuyup yorum yapma ve anlatma yeteneğimi geliştireyim.” mi demiştir?

Turan Eren gibi bir öğrencinin mutlaka böyle diyeceğini tahmin ediyorsunuz, değil mi?

Evet, doğru… Pekiyi, sizce o yaz, kaç kitap okumuş olabilir Turan?

“- Beş, on, on beş…” derseniz, yanlış…

“- Yirmi, yirmi beş, otuz…” diyorsanız, yine tutturamadınız.

Yazara sorayım ben bunu, en iyisi:

“O yaz, üç ay boyunca, yerli ve yabancı yazarlara ait 75 önemli roman okudum. O kitapların kahramanlarıyla iç içe olmuştum. Adeta onlarla gülüyor, onlarla ağlıyordum. Hatta bir gün yatağımda sırtüstü uzanmış, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfıadlı kitabını okuyordum. Kitabın bir yerinde sınıf kopya çekerken, alt katta bulunan öğrenciler tavanın budak deliğinden kopya kâğıdı uzatacakları yerden sigara içmeleri nedeni ile duman çıktığını anlatan bölümü okurken katıla katıla gülmeye başlamıştım. Biraz sonra oda kapısının yavaş yavaş açıldığını ve yengemin merak ve endişe dolu bir yüz ifadesiyle içeriye girdiğini gördüm. “Turan, oğlum, iyi misin? Bu kadar kitap okumak iyi değil. Bu gidişle kafayı üşüteceksin.”dedi. Ben kitabın o sayfasını yengeme de okudum. O da gülmeye başladı. “Hay Allah iyiliğini versin, beni de güldürdün Turan.”dedi ve ruh sağlığımın yerinde olduğunu anladıktan sonra, huzur içinde aşağıya indi.”

Acaba, ‘Akhisar Ortaokulu ve Lisesi’nin aynı zamanda Müdür Başyardımcısı da olan Türkçe Öğretmeni Nihat Aksey, öğrencisi Turan’a verdiği öğüdü unutmuş muydu?

Bunu da soralım, Turan Eren’e:

 “Eylül ayında okul açıldığında, öğretmenim Nihat Bey, beni odasına çağırdı. “Turan, kaç kitap okudun?”dedi. ‘Hocam, 75 kitap okudum.’dedim. O da, ‘Doğru, ben bugün kütüphanemüdürüyle görüştüm. Her gün kitap alıp verdiğini söyledi. Seni kutluyorum. İnşallah derslerinde bunun meyvelerini alacağız.’ dedi.”

O yıllarda, Nihat Aksey gibi ne biçim öğretmenler varmış, ortaokul ve liselerde? Öğrenciyle bu kadar yakından ilgilenmek senin neyine be adam! Yanın değil, yakının değil. Takdir alıyor, teşekkür alıyor; iftiharla geçiyor sınıflarını. Daha ne? Böyle başarılı bir öğrenciyi, yaz sıcağında kitap okutarak terletmenin kime ne yararı var ki?

Aklınıza gelmiştir mutlaka: “Ortaokulu yeni bitirmiş bir öğrenci, bir yaz tatilinde 75 kitap okuyamaz. Turan, her gün kütüphaneden bir iki kitap alıp bir ön, bir arka kapağına bakarak ertesi gün teslim etmiş olamaz mı?”

Mümkündür. Eğer böyle bir hileye başvurduysa Turan, öğretmeni Nihat Bey’i değil, kendini kandırmış, kendini aldatmış olurdu.

Yine de bir kuşku mu var içinizde? Şu satırları da okuyun öyleyse:

“O yıl Akhisar Lisesinin 4/A sınıfına kaydolmuştum. Gerçekten edebiyat dersimize Nihat Aksoy geldi. Bir ay sonra kompozisyon sınavı yaptı. Hocamız, “Fikirler çivi gibidir. İnsanın kafasına zor girer, zor çıkar.” diye bir cümle yazdırdı. Sonra da, ‘Bu fikri açıklayan bir kompozisyon yazın.’dedi. Ben o güne kadarki tüm okuduklarımı, edindiğim fikirleri ve bilgileri kullanarak güzel bir kompozisyon yazmaya çalıştım.”

Sonucu öğretmen de merak etmektedir, Turan da… Bir hafta sonra, Nihat Bey, sınıfa girer; “Çocuklar, kompozisyonlarınızı okudum; notlarınızı verdim.” deyip Turan’ın yaz tatilinde kitap okuma gayretini anlatır. Sonra da, “Bakalım bir işe yaramış mı?” diye sorup, “Leylâ, gel bakalım Turan’ın şu kompozisyonunu oku.” der. Leylâ, sınıfın edebiyat konusunda en başarılı öğrencisidir. Kompozisyonu son derece güzel okur. Bitince, öğretmen, “Çocuklar nasıl buldunuz?” diye sorar. Bütün sınıf, “Çok iyi hocam.” der. “Pekiyi, kaç alır bu kompozisyon?” sorusunu da, “10 hocam, 10!..” derler; hep bir ağızdan.

Ders bittikten sonra Turan’ı odasına çağırır Nihat Bey. Sonuçtan memnun kaldığını, emeğinin boşa gitmediğini görmekten memnun olduğunu belirtip, “9 almışsın, 10 almışsın; bu önemli değil. Önemli olan sendeki bu büyük gelişmedir. Okumaya devam, okumaya devam!” der.

Turan da öğretmenine teşekkür edip bundan sonra sürekli okuyacağına dair tekrar söz verir.

Malkara Kaymakamı iken, onca vali, onca vali yardımcısı durup dururken, “Yılın en başarılı idarecisi” seçilmesinin ve 477 sayfalık Üç Dilek adlı çok ilginç bir “anı-roman” yazmasındaki en büyük etken, O’nun lise birinci sınıfta öğretmenine verdiği bu sözü tutmasıdır; desem, yanlış bir yargı mı olur bu acaba?

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..