Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '20

 
Kategori
Anılar
 

Nasıl Sevmem, Bu İnsanı!

 

      “Sevmek, ne kadar güzel

ve kutsal bir duygu!”

                               Cavit Ünal

                Ne yalan söyleyeyim, Tanrı adına hüküm veren, Tanrı adına ahkâm kesen insanları sevemedim hiç.

                Bırak be kardeşim! Niçin Tanrı’nın avukatlığına savunuyorsun sen? Tanrı kendini savunmaktan âciz mi? Her şeyi değiştirmeye gücü yeter de, istese benim kafamı mı değiştiremez? İstese, beni de senin gibi mi düşündüremez?

                Nasıl ki, senin gözün kahverengi, benimki elâ ise, bunu doğal sayıp değiştirmeye kalkmıyorsak, bırak; düşüncemiz ve inancımız da farklı olsun. Sen bana düşman olma bu yüzden, ben de sana…

                Kimi bağnazların, (ki siz isterseniz yobaz, isterseniz fanatik deyin) bir türlü anlamak istemediği, dahası “korona virüsü” gibi korktuğu “laiklik”in özü budur işte.

                Bildiğiniz gibi, Cumhuriyet döneminin, adından sevgi ve saygıyla söz edilen Diyanet İşleri Başkanlarından biri de Ahmet Hamdi Akseki’dir.

                Kürsüden Notlar (Bir Cumhuriyet Savcısının Anıları) ve Gereksiz Adam romanının yazarı değerli hukukçu ve yazar dostum Ali Rıza Cemeroğlu anlatmıştı; bir telefon söyleşimizde:

                “Biliyorsun, eşim dolayısıyla akrabam olur benim; Ahmet Hamdi Akseki. Liseyi bitirmiş, fakülteye kayıt olmamıştım henüz. Bana bir iş ayarlamasını rica eden amcamın yazdığı bir mektupla ziyaret ettim kendisini makamında.”

                Sonrası nasıldır; bu öykünün bakalım:

                Biri, Diyanet İşleri Başkanı, saygın makam sahibi bir insan… Ziyaretçisi, Antalya Lisesi’ni yeni bitirmiş; makam sahibinin yakın akrabası bir kızı kaçırarak evlenmiş, 18 yaşında bir delikanlı…

                Nezaketle karşılar, genç ziyaretçisini Başkan. Hal hatır sorduktan sonra, kendisine sunulan mektubu okur. Biraz düşündükten sonra:

                “Bak kardeşim, der; amcanın mektubunda yazdığı gibi, sana uygun iyi bir iş bulabilirim. Ancak bu,  bir başkasının hakkını yemek olur ki, sanırım, bunu sen de istemezsin. Gel, sen en iyisi bu işi kendi aklın, bilgin ve yeteneğinle kendin hallet. Böylesi senin için çok daha iyi olur” diyerek uğurlar; delikanlıyı.

                İyi ki öyle yapmış; Sayın Başkan! İyi ki öyle yapmış! Ya tersini yapsaydı! Şimdiki pek çok makam sahibi gibi, “Devlet malı deniz, yemeyen domuz! Bu fırsat bir daha ele geçmez.” diye düşünüp bir masaya oturtarak yağlı bir kuyruk verseydi eline!..

                İşte o zaman, başta kendisi olmak üzere, oturduğu makama da ihanet etmiş olurdu; akrabası delikanlıya da… İşte o zaman, Ali Rıza Cemeroğlu gibi saygın bir hukukçumuz da olamazdı, 5 kitabı yayımlanmış seçkin bir yazarımız da…

                Başka bir yazarımızın da çok yakın akrabası oluyor, Ahmet Hamdi Akseki.

                Kimin mi?

                “Cennet Çok Kalabalıktı” adlı romanın yazarı Cavit Ünal’ın.

                 Sayın Başkan A. H. Akseki, bu yazarın dayısı…

                Akseki’nin Güzelsu bucağında doğan yazarımız, ilkokulu köyünde okuduktan sonra, ortaokul için 1930’lu yılların başlarında Ankara’ya dayısı Ahmet Hamdi beyin yanına gider.

                “Cennet Çok Kalabalıktı” adlı anı-romanında dayısı hakkında önemli ipuçları verir. Seçtiğim bölümlerden örnekler vermek isterim:

                “Bazı tatillerde eşi ve çocuklarıyla birlikte, modern bir görünüm ve giyim içinde köye geliyordu. Bazı konularda yardım ve öncülük ediyordu.”

                Sözgelişi, caminin iç mekânının arkasında, kadınlar için altmış yetmiş kişiyi rahat alacak büyüklükte bir balkon yaptırır. Kadınlar, kendilerinin de insan yerine konmasından memnun olarak hevesle doldururlar; bu balkonu.

                Henüz ilkokul öğrencisi olan yazar, bir yandan sevinirken, öte yandan “kadınlar ikinci sınıf insan mı ki, en arkaya saklı gizli alınıyorlar?” diye düşünür.

                “Hamdi Bey şık giyimi, kızlarını okutması, evine resimler asması, pratik ve öğretici konuları işlemesi, duru Türkçeyle yazması ve dini konulardaki perspektifli yaklaşımı nedeniyle dinde reform yapmış olarak algılanırdı.”

                Heybeliada’daki Bahriye Lisesi’nde aynı sınıfta olan Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl’ın öğretmeni olur. Bir soruşturma nedeniyle kısa bir süre hapis yatarken, yazar Şevket Süreyya Aydemir’le aynı koğuşta bulunur. Aydemir hastalanınca, Ahmet Hamdi bey, kendi battaniyelerinden birkaçını yazara götürüp, “Üstat, bu da İslam sosyalizmi” esprisiyle verir.

                Yazar Cavit Ünal, bu olayı anlattıktan sonra, “Hoşgörüden yoksun taassup, her halde dinle bağdaşmaz; olsa olsa, düşünceden ve duygudan yoksun bir katılığı ve benciliği yansıtır.” demeyi unutmaz. “Al benden de o kadar!” dedim; bu cümleyi okuyunca.

                Ve işte, A. Hamdi Akseki’nin en önemli bir özelliği daha:

                “Kendisi hacca gitmeyi hiç düşünmemişti. Bundan söz edenlere de, yaptığı işin hac yerine geçtiğini söylerdi.”

                Yeri gelmişken, şunu da ekleyivereyim ben:

                Altı yüz yılı aşkın Osmanlı İmparatorluğu döneminde otuz küsur padişahtan hiçbiri hacca gitmemiştir. Üstelik, halife idi birçoğu. Akılları mı yoktu onların!

                Cavit Ünal’ı dinleyelim, biz yine:

                “Dayım Hamdi bey, Ankara’da çok tanınmış uzman bir din adamı, üst düzey bir din temsilcisi olduğu halde, akşamları evinde Kur’an okunmuyor, bu kurala uyulmuyor, ölüler için toplu dualar edilmiyordu. Yetişkin, iş güç sahibi namaz kılmayan kardeşlerine bir şey demiyor, onların bu durumlarından rahatsız görünmüyordu.”

                Ve işte, şu cümleler de aynı kitaptan:

                “İnanç ve inançsızlık kimseye dışardan dayatılamaz.”

                “Her insan, özünde milliyetçidir; kendini de bulunduğu gemiyi de korur. O, kimsenin tekelinde değildir. ‘Ben ulusumu senden daha çok seviyorum’demek, saldırganlıktır; başkasını ezmek için bahaneler yaratmaktır.”

                Laiklik için ne denmiş acaba? Bu alıntı ile bitirelim yazıyı:

                “Yeni toplum, yöntemlerinde dini ölçütleri bırakmış; akıl ve deney, yani bilim ölçütleri üzerine tercihini yapmıştır. İnsanlığın gelişimi içinde bu, kaçınılmaz bir dönemeçtir. Bunun bir adı da laikliktir.

                Bilim tercihi yapan her ülke, zaten ister istemez laiktir. Onurlu ve güçlü olmak isteyen bu tercihi yapmak zorundadır.” (*)

                Yüzde yüz aynı düşüncedeyim.

                Nasıl sevmem ben, böyle bir Diyanet İşleri Başkanını?

                Ve nasıl sevmem ben, O’nu bize böylesine güzel anlatan bir yazarı!

 

                                                                                                                 Hüseyin Erkan

                                                                                              huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

-------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Cennet Çok Kalabalıktı: Cavit Ünal, Papirüs Matbaacılık, 1994

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..