Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Kasım '16

 
Kategori
Futbol
 

Ne olacak bu Fener'in hali

'' Ne olacak bu Fenerbahçe'nin hali '' sorusu memleketin büyük bir bölümünü direkt ya da en direkt olarak ilgilendiren bir soru olduğu için belli aralıklarla ülke gündemine oturur ve ülke gündemini hatırı sayılır bir şekilde meşgul eder.

Bu meşguliyetin Fenerbahçe'nin iyi ya da kötü olmasından ziyade; açıklaması zor bir şekilde ülke gündeminin Fenerbahçe'ye bir şekilde ihtiyacı olmasıyla ilgisi vardır. 

Yaşım gereği dönemlerine tanıklık ettiğim Fenerbahçe Başkanları' nın sırasıyla Metin Aşık, Ali Şen, Vefa Küçük ve Aziz Yıldırım olmak üzere bu soruya bir şekilde muhattap olduklarını bir çok kez görme fırsatı buldum. 

Lakin Fenerliler'in büyük bölümünde olduğu gibi bende de; ne bu sorunun cevabıyla ne de bu soruyu soranların kim olduklarıyla ilgilenmemek gibi koşulsuz bir boş vermişlik vardı.

Sarıyı, laciverdin yanında olduğu vakit güzel bir renk olarak algılamaya neden olan bu sevginin öyle bir büyüsü vardı ki; mantıksal tüm doğruları anında ofsayta düşürüveriyordu. Nurettin Bey Caddesi, Lale Gazinosu ve İstasyon Mahallesi'nde geçen çocukluğum, mahallemizdeki abilerin Fenerliliklerini hayran hayran izlemekle geçti. 

Murat Sait Sönmez, Aydın Gevren, Levent Koçtürk, Yusuf Balkaya, Remzi Er, Murat Cicioğlu, Cömert Baycan, Salih Arıkan, Uğur Arapoğlu, Özkan Ateş gibi isimler bu konuda aklıma ilk gelen isimlerdi. Henüz endüstriyel futbol diye birşey sözlüklerdeki yerini almamışken Fener'in Kadıköy'de maçı varsa eğer " Köfte paranızı alın gelin "derlerdi onlar bize.

'' Ne treni kafaya takın; ne de bilet parasını düşünün '' diye de eklerlerdi.

Biz, Oğuz'la Rıdvan'la Aykut'la, Gerson'la, Novak'la ve Nezihiyle Fenerli olduk belki ama Rahmetli Simitçi Bilgen, Okey Ahmet, ve Deli Fiko Amcalarla  sarı-lacivert çubuklunun birer esiri haline geldik.

İstasyon Mahallesindeki Öz Fenerbahçeliler kahvesinden gelen okey taşlarının sesiyle sevdik Hiç tanımadan Lefter'i, Cemil'i ve Can Bartu'yu.

Ve Sarı Kanaryam Dergisi'nin ilk sayısının kapağında '' Uğur Arapoğlu'nun '' yüzünü yarısı sarı, yarısı lacivert boyanmış görünce bir umut yeşerdi içimizde Fenerbahçe'yi ölümüne sevmenin çay sohpetinde kalmayacak birşey olduğunu anlamak için.

Cimbom maçına bilet alabilelim diye, sabah 06:15 trenine Sapanca'dan  binip Söğütlüçeşme'de indiğimiz de oldu; Caddebostan'dan Bostancı'ya uzayan bilet kuyruğunda hiç yılmadan beklediğimiz de.

Ve hiç düşünmedik Fenerli olmanın hayat boyu bize kazandıracağı şeylerin neler olabileceğini. Çünkü onu karşılıksız sevmenin ondan birşey alarak değil: ona hep birşeyler vererek yaşanacağını onlardan öğrenmiştik gözümüzü Fenerle açtığımızdan günden beri.

Bu birşeyler vermek işi bazen, Kenan Evren Lisesi'nin duvarı yanındaki elektrik direğine polis çopuna rağmen tırmanarak stada bedava girmeye çalışmaktı; bazen de Rüstempaşa Mahallesi Nurettin Caddesi'nde geçen çocukluğumuzun en güzel hatıralarından biri olan sarı kırmızıya boyanmış bir tabutu, Fener'in şampiyonluğunu ilan ettiği gün bütün mahalle Sapanca Çarşısı'nda omuzlarımızda gezdirmek.

Biz Fenerbahçe'yi onunla piyasa yapmak için sevmedik hiç bir zaman. 

Asla sermedik ona olan aşkımızı orta yere iyi gün dostları olarak.  Ve ilgilenmedik topladığı puanların ne kadar olduğuyla.

Avni Aker'de mahsur kaldığımız da oldu, Ali Sami Yen'de maç bittikten 3 saat sonra statdan çıktığımız da. İnönü'den polis korteji eşliğinde uğurlanırken Maçka Parkı'ndan kafamıza atılan şişelerden sakınmak için birbirimizin omuzları altına girmek hayatımdaki en güzel hikayelerin satır başlarıydı desem abartmış olmam herhalde.

Bir Mayıs ayında Kadıköy'deki bir Cimbom maçında pankart açıp eşime evlenme teklif ettiğimde okul açık tribününden yükselen o '' Evlen Melike Evlen Melike '' tezahüratını duymak hangi şampiyonlukla ölçülebilirdi ki?

Peki ya Metin Oktay Tesisleri'nin karşısından geçerken Abdi İpekçi'deki bir basket maçına gitmek için toplanan Cimbomlulara karşı Fenerbahçe atkısı açtıktan sonra Yeşilköy İstasyonu'na kadar kovalanmanın önlenemez cazibesini yaşamak hayat boyu kaç kere nasip olur ki bir insana?

Yani demek istiyorum ki; Fenerbahçe hiç bir zaman haraç mezat bir tutku olmadı bizim için. Ve hiçbir topçusuyla hiçbir yöneticisiyle çekilmiş fotolarımızı şekil yapmak için seç beğen al diye sermedik orta yere.

Çünkü biz Fenerbahçe büyüklüğünün ne şampiyonluk büyüklüğü ne kupa büyüklüğü olmadığını; onun büyüklüğünün adı konamaz bir başka büyüklük olduğunu o güzel mahallemizin o güzel abilerinden öğrenmiştik.

O yüzden yemişim Alper Potuk' unu Ozan Tufan' ını, Caner' ini, Gökhan Gönül'ünü, Tuncay Şanlı'sını.

Sonuç olarak ne başkanının, ne kaptanın kim olduğu farkeder.

Çünkü dar ağacında da Cennet bahçelerinde de son sözümüz hep Fener...

Sonuna kadar Sonsuza kadar.

 
Toplam blog
: 70
: 289
Kayıt tarihi
: 26.07.14
 
 

Sapancalı, Üniversite mezunu, satış pazarlama sektöründe çalışan Errare Humanum Est ve Dum Spiro ..