Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ne var ki tuhaf olmayan...

Ne var ki tuhaf olmayan...
 

Tuhaf. Ne var ki tuhaf olmayan. Ne zaman geçti bahar? Ne zaman büyüdü bu ağaç dallarında yeşil ıslaklık. Farketmedik hiç, yaz mı gelen. Dışarıda mahçup bir haziran güneşi, düşmüş mevsim dışına...

   Acıdır biriken. Acıya aşina yüzlerde dudak kıvrımlarında utangaç bir tebessümdür umut; zamansız. Yabancısı olduğumuz bir uzaklıktı değerbilmezlik, şimdi gelip eşiklerimize çöreklenen. Ne çok harcandılar bu ülkenin gençleri, bir kız eli bile tutamamış delikanlılıkları, ne çok. Olmayan sevgiliye yazılmamış mektuplar gibi sevdaları. Bir başkaydı oysa sevdaları...

   Bir Mehmet'tir üç beş nöbetinde geceyi bekler. Vurulur düşer yere yavuklusu uzaklarda. Bir ağıt yükselir, tozutur çaresizliği. Karışır Türkçeye Kürtçe... Kimdir vuran, vurulan kim? Kim; buzlu viskisinden bir yudum daha içip, gırlağının yangınında içinin yangınını körükleyen. Memnun...

   Kader mi, olamaz! Çağdaşlık sırtlarında oturmayan bir ceket gibi sırıtan, hinlik gözbebeklerinin karanlığında haince parlayanların harcı olamaz insancıllık. Tevekküldür birikir diş gıcırtılarında, sıkılı yumruklarda. Nereye kadar? Bıçak mı, geçmiştir çoktan kemiği öte yana... Bir şey istemeden kimseden dayanır bir tevazu. Bu dayanmadır aslında isyan; kahredici. Bağlanan eller, eğilen başlar değil, ıslatan kirpikleri acılar değil. Suskun musalla taşları karşısında. O suskunluk var ya, o suskunluk, asıl odur korkulası.... Onlardır aslında, hani deniyor ya "sabahın bir sahibi var" diye; işte onlardır. Devletten pek bir şey istemeyenler, aklı bu kalleş labirentin çıkmazlarında karışanlar, kötülüğe akıl erdiremeyenler, gece vardiyalarının alın teri işçileri, emekli aylığı kuyruklarında yaşlılar, bir gece hastanesinin ak gömlekli nöbetçileri. Dağlarda üşüyenler, görevlerini karşılıksız yapanlar var ya, onlar. Bir boğaz lokantasının anason kokulu şaşaasında garson bahşişine ev geçindirmeye çalışanlar. Pazarda kocaman elli, fincan tabağı kalılığında miyop gözlüğü takan yaşlı maydonoz satıcısı, o... Süte su katanlar, sütü bozuklar değil!

   Yanılıyorsunuz kazandığınızı sanarak. Hem de her kazandığınızda biraz daha kaybederek. O kadar çokuz ki, bizi kaybederek. Kim miyiz biz? Nüfus cüzdanlarında "ekmek karnesi verilmiştir", "Sümerbank" damgaları olan bir kuşağın insanları. Onun içindir emeğe saygımız. Atılmış bir ekmek parçası gördüğümüzde öpüp üç kere alnımıza götürdüğümüz, bir kuytuya koyduğumuz onun için. Bir siyah ilkokul önlüğünde eşitlenen çocukluğumuzu özlediğimiz onun için. Yurtseverliğimiz mi, cumhuriyetin öğretmenlerinden gelir, uzanır "yerli malları haftası"na. Diğer gamlığımız öğretimizden, namustur havamız. Hangi zaman mı, saramış bir "Saatli Maarif Takvimi" yaprağında unutulmaya terkedilmiştir sanki. Nasıl anlatsam, dışarıda boktan bir dünya. Sıkıntı daralmış ama, modası hiç geçmeyen bir eski elbisedir hala üzerimizde. Kalleşliktir yabancısı olduğumuz. Vurdumduymazlık sırtımızda bir puşt hançeri...

   Ne gam, açın televizyonu, "Muhteşem Yüzyıl" dizisi, seyredin. Düşünmeyin neresindeyiz bu yüzyılın diye hiç. Karamsarlık mı? yok canım şaşırmayın hiçbir şeye. Ne de olsa dişini çatalla karıştıran, yetmezmiş gibi o çatalı yutanlar var bu ülkede. Şaşırmayın onun için deveyi hamuduyla yutanlara. Kahrolan mı var, aldırmayın. Bağlayın taşları...

   Tuhaf. Açıktı biraz önce hava. Yağmur başladı birden. Hem de ne yağmur. Şaşırmayın, şaşırmayın hiçbir şeye. Ama beklemeyin hava açacak diye. Siz isterseniz açar hava...

 

 Akın Yazıcı

2 Haziran 2017/İzmit

 

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..