Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '11

 
Kategori
Siyaset
 

Neden “Ver Kurtul”?

Neden “Ver Kurtul”?
 

Hayır bunu “ Ver kurtul!” mantığını avunmak için yazmıyorum. Ama insanların neden böyle düşünmeye itildiklerini kendimce anlamak için yazıyorum. 

Her evin bir ve yalnız bir sahibi olur. O da evine kimi alıp kimi almayacağına, ayağını nereye nasıl uzatacağına, evde hangi delik deşik eşofmanı giyip nasıl yelleneceğine vs kendisi karar verir. Sanırım bu konuda herkes mutabıktır. Yani hiç kimse iftar mönüsünü, çorabının rengini, eşofmanının deşiğini komşusuna danışarak “demokratik” yollardan belirlemez. 

Her evin sahibi o eve adını verir. O evde adları farklı kardeşler vardır falan ama , ev sahibinin soyadı hepsini bağlar. Şahsen ben kardeşlerim ergeneliğe geldikten sonra odamı erkek kardeşime terk ettim ama o da tutup “Ben artık ayrı bireyim odamı sizden ayırıyorum!” diyerek odasına mayın falan döşemedi. O da gene de bizim soyadımızın gölgesi altında serin serin durdu. Kaldı ki kardeşim nasıl kendi odası dışında salonu, mutfağı hepimiz gibi gayet doğal ve teklifsiz kullandı ise biz de onun odasına, belirli zamanlar dışında çat kapı girdik, çat kapı odadan çıktık. 

Kardeşim şimdi çalışıyor, artık baba evinde değiliz. Buna rağmen baba evinde kalıyor ve biz oraya gidince gene ayağımızı uzatıyor, buzdolabını hoyratça açıyor, içindeki vahşiler gibi yağmalayabiliyoruz. Neden? Çünkü biz hâlâ o evi var eden soyadının mensubuyuz! 

Şimdi tutup da “Kardeşim ben seninle aynı değilim! Bu evin yarısı benim! Canının istediği gibi giremezsin!” desem? Kardeşim saygısından beni dövmez belki ama ciddi şekilde kırılır. Kardeşim bana aynı terbiyesizliği yapar mı? Elbette yapmaz, ama yaparsa da dayağı hak eder! 

Kardeşimle genetiklerimiz aynı mı? Biraz aynı biraz değil. Onun ayrı hayatı var mı? Var! Peki ne demeye biz aynı evi paylaşıyoruz? 

Bunun sebebi bizim fiziki, hayvanî olarak birebir aynı olmamız değil! Bunun sebebi, soyadımızın temsil ettiği aile tarihimizi ve değerlerimizi paylaşmamız. Bunun sebebi beraberliğimizi eşsiz kılan ortak hatıralara sahip olmamız. Bunu sağlayan bizim hayatımızı meydana getiren ana babamızın ortak mücadelelerinin eseri olmamız. 

Kardeşim sürekli evin bir odasının kendisine ait olduğunu, o odaya kendisinden izinsiz asla girmememiz gerektiğini, kendisinin evde hakkı olduğunu söylese… Soyadımızın kendisini bağlamadığını, kendisinin apayrı bir insan olduğunu, bir büyük olarak ağabeyine ve anasına saygı duyması gerekmediğini, soyadımızı tanımadığını söylese… O soyad yüzünden kendisini inkâr ettiğimizi, soyadından utandığını ve hatta nefret ettiğini, onu reddettiğini, başka bir soyadı almak istediğini ve o soyadıyla evimizin içinde kendi girilemez odasını oluşturmak istediğini hatta evin tamamında bizden bağımsız şekilde yaşamak istediğini söylese… 

Dediklerini, istediklerini, yapmazsak eve zarar vereceğini söylese…. Hatta söylemeyip bazen evin camlarını kırsa… Bununla durmayıp kızkardeşimizi dövse… Bununla yetinmeyip anamıza saygısızlık etse… Gene yetinmeyip komşularımızla anlaşıp onlarla birleşerek bizi dövmeye kalksa… Ne yaparız? 

O vakit kardeşimize nasıl bakmamız icap eder? Acaba bunları yapan birine artık “kardeş” diyebilir miydik? Dediklerini zorla yaptığımızda, sesini çıkarmadığı, evde şiddet estirmediği için mutlu olabilir miydik? Böyle bir düzeni, yeni aile düzenimiz olarak kabul edebilir miydik, dahası sürdürebilir miydik? 

Bir kere bu kadar densiz işler yapan adam ciddiyse onunla herhalde artık “kardeş” olamazdık. Büyüklerine saygısızlık eden, kural altında sermaonik saygıyı kendisine zul bilen ve soyadından nefret eden, o soyadının sağladığı tarihten, hatıralardan ve beraberlik duygusundan nefret eden birine, “kardeş” denilebilir mi? Elbette denemez! 

O vakit yapılacak iki şey vardır: “ De yörü yörü de zalım ey zalım!” diyerek artık kardeşimiz olmayan adamı, evimizden ama zorla ama güzellikle dehlemek… 

Veya “Allah müstehakını versin!” diyerek evi terk edip gitmek. 

Tutun ki evimizi “kardeşimizin” ceberrutluğuna karşı her savunduğunuzda, birileri gelip elinizi kolumuzu bağlıyor, “İllâ beraber yaşayacaksınız! Kardeşinizin dediklerini yaparak yaşayacaksınız! O istediği zaman istediği camı kıracak, anana sövecek, bacını dövecek! Sesini çıkarmayacaksın ha! Kardeşlik böyle olur!” diyerek bizi engelliyor. Hatta komşular da “Evin kapısında bir soyadı yazıyor diye kendinizi evin sahibi mi sandınız? O evde onun da hakkı var!” diyerek kardeşimizin şeditliğine bizi mahkûm etmeye çalışıyor. Yani en azından geleneksel, töresel seramonik üstünlükten dolayı mesela ben ayabey olarak kardeşimin kulağını bile çekemez hale geliyorum. ( kardeşimi böyle bir yazıya örnek edilemeyecek kadar beyefendi bir adamdır onu da söyleyeyim, aksini iddia eden kabakgiller üyesi karşısında beni bulur…) 

Ne yapmamız icap ederdi? Allah göstermesin o durumda herhalde anam bağrına taş basar, artık oğullarından birinin öldüğünü düşünür, arkasına bile bakmadan evi terk ederdi… 

İşte “kardeşlik” böyle bir şeydir. Kayda, şarta bağlıdır. Kayıtsız şartsız kardeşlik olmaz. Kardeşliğin kaydına, şartına ihanet edildi miydi ya hain kulağından tutulduğu gibi evden atılır… Veya arakaya bile bakmadan o ev geride bırakılır. 

Türkiye’de geldiğimiz nokta ahan da işte tam bu yol ayırımıdır. İşte Türk “ailesinin” elinin kolunun bağlandığı nokta burasıdır. Bilmem anlatabildim mi? 

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....