Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Neden Midilli’ye gidilir 8: Midilli dedikleri…

Neden Midilli’ye gidilir 8: Midilli dedikleri…
 

Midilli’de, hıngıl hış gemiden iniyoruz (ne gemi ya!), ellerimizde valizler falan… Doğru Gümrük Dairesine, pasaport kontrolüne… Sıraya giriliyor. Bir uzun Yunanlı resmi memur kapıda bağırıyor “European Nationationalities.. this side please..” Yani, demesi o ki, “Avrupa Birliği ülkelerinden gelenler bu uzun sıraya girmesinler; onları hemen şu kapıdan alıvereceğiz…” Gördün mü torpillileri. Burada da torpil! Üç beş kişi çıktı, hoop, geçiverdiler o kapıdan…
Anladınız mı Avrupa Birliği neye yarıyor? Avrupa Birliği bunlara yağdırıyor. Ehh o kadar da torpil oluversin, diyeceksiniz. Ama bozuluyor insan..!

Neyse, denetçi üç tane güler yüzlü Yunan genci, işleri çok çabuk bitirdiler. 10 dak. sonra hepimiz, Gümrük Binasının dış kapısının önüne çıktık. Bir genç kız, elinde “A..Tur” diye bir levha taşıyor. Aaa bu biziz, hemen levhanın altında toplandık. Bir yeni Rehber daha. Aslında biraz sonra F. adlı  asıl turun örgütleyicisi olan cevval bir adam geldi. Yaman bir adam. Aslen Adanalıymış. Biraz hoş beşten sonra; “İşte Oteliniz karşıda …” dedi, Evet, karşıda, “şimdi gidin eşyalarınızı yerleştirin, kahvaltınızı yapın ve hemen sonra bir ada turu yapacağız, gelmek isteyenler için araba karşıda olacak …” Tamam . Koşa, koşa… hıngıl hış.. Otele erişiyoruz. Bizim oda üçüncü katta 342 numara. Ancak iki kişilik olan asansörlerle yukarı çıkmak istiyoruz. Hayriye de bizimle asansöre girmek istiyor, bir iki denemeden sonra, zayıflamaya karar vererek, vazgeçiyor. Odamız pek ahım şahım değil ama, ne olacak bir akşam için idare eder. Balkonu çok güzel. Bütün körfezi ve Midilli kentini görüyor. Ve dağlar her yer orman, her yer zeytin ağacı dolu…

Bu yabancı ellerde hiçbir zaman bulamıyacağınız  iki şey vardır. Bunu unutmayın: bir, tuvaletlerin taharet musluğu yok. (O medeniyetin yeni bir icadı!) ; iki, Türk çayı… İster black tea deyin, ne derseniz deyin, getirip önünüze , bir poşet içinde bitki çayını dayıyorlar. İşte o kadar..İster için ister içmeyin! Bunları bulamazsınız.. İster ağlayın, ister bağırın. Yok. İşte size memleketi özlemenin peşin peşin iki nedeni! Şimdilik vaziyeti idare edin!

Kahvaltıdan sonra, apar topar otobüsümüze yetişiyoruz. Ve bugünkü sabah turu başlıyor . Yavaş yavaş kıyı boyunca ilerliyoruz. Çok temiz, güzel,  insanın içini ısıtan gazinolar, kafeteryalar var. Hepsi de dolu. Midilli halkı keyf ehli.. AB’den yuroları alıyorlar , bir güzel yiyorlar.. Kimse de siz ne yapıyorsunuz, demiyor.

Rehberimiz Türk , 17 yıldır bu adadayım, diyor… Onun için Adanın her tarafını avucunun içi gibi biliyor. Anlatıyor… Arada sırada da bize soru soruyor. “Bilin bakalım, Yunanistan’ın en büyük ikinci adası hangisidir?”diye soruyor. Tez canlılar. “Rodos ,” diyerek , atıyorlar… “Bilemediniz,” diyor rehberimiz; “Yunanistan’ın ikinci büyük Adası Midilli’dir..!” Anlaşıldı mı şimdi?  Allah bilir ben de Rodos bilirdim. Çok bilen çok yanılırmış.

Çarşı içinden yavaş yavaş geçiyoruz: “Bu Ayios Therapondas Kilisesi, şu Metropolitik Kilisesi; şunlar  Osmanlı Dönemi kamu binaları, Cami, hamam… derken. Ufak bir alana geliyoruz. Bir kadının güzel bir heykeli var… Yaramaz çocuklar gibi… “Bu ne ..Bu ne..?” diye soruyorum. Rehber, “O ünlü Midilli’li şair, Sappho’nun heykeli, “ diyor. Evet Safo..Hemen hatırlıyorum, Lesvos’lu Safo… Bu adanın asıl adı, antik adı Midilli değil, aslında tarihte hep Lesvos , Türkçe okunuşuyla Lesbos adası, diye bilinmiş. Safo haa..
Lesbos’lu , lesbiyen Safo… O kadına tarihte neler yakıştırmışlardır. Oysa , M.Ö.630  yıllarında yaşamış ve kendine özgü güzel, lirik şiirler söylemiş duygulu bir ozan. Evliymiş, bir kızı varmış, fakat kendisi bir kızlar okulu kurmuş, güya oradaki bir kıza aşık olmuş… Sonra kayalıklardan kendini atarak intihar etmiş… böyle bir öyküsü var. Üç kitap dolduracak kadar şiirler yazmış, sonra yobaz Bizans Kilisesi onun bütün şiirlerini yakmış. Günümüze çok az şiiri kalmış. Hala da kenarda köşede bulunuyor.

Ama Midilli Edebiyat dünyasında, belki daha çok Safo’nun ülkesi olduğu için çok iyi biliniyor. Bulup okuyun onun şiirlerini. Bir de bu şiirleri , Safo’nun Lir eşliğinde çaldığını, söylediğini, düşünün. Boş zamanlarında düğünlere gider, şiir okur, şarkı söylermiş… Safo unutulacak bir insan değil. Her şeyden önce kadın şairlerden ilki, diye bilinir. Kalan şiirleri çok güzel:  “Yaşamını düğünlerde lir çalıp, geline …

“Git artık odana
Yatağına gir
Usulca sev, okşa erkeğini”

Ve damada;

“Sağlığına içiyoruz,
Mutlu güvey!
İstediğin güzel
Gelinin oldu
(…)
Sana yaransın diye! ” dizeler döktüren biri…

Anlamlı aforizmaları var:

“Ne garip! En iyi davrandıklarım
Bugün en çok incitenler beni.”,

“Bir öfke kasırgası
Kopunca yüreğimde
Bir sersemin yüzünden,
Dilimi ısırıyorum patlamamak için.”,

“Eh! Ben yitirdim, Andromeda
Kazanan sen oldun
Bu alış verişte.”

veya,

“Bir o yana bir bu yana
Dönüp duruyorum,
Ne yapacağımı bilmeden.”

Safo, keşfedilecek, üzerinde çalışılacak bir şair. Geçiyoruz , önünden… Bir şair olarak şapkamı çıkarıp, selama duruyorum…

Midilli’nin çevresini saran denizler onun ta içine kadar giriyor, ve denilebilir ki birer iç deniz oluşturuyorlar veya birer göl gibi… çevresinde enfes köy evleri, malikaneler… Hepsi tertemiz, bakımlı… Hiç biri denizi kirletmiyor.

Midilli’nin içinde iki tane iç deniz var demiştim. İşte bunlardan “Kalloni” körfezinin ta ucundaki, Polichnitos köyünün çok yakınında, iki yakanın birleşir gibi olduğu yerde, denizin üzerine kurulmuş bir lokantada öğle yemeğimizi yemek için duruyoruz. Lokantanın çok güzel iki köpeği, sanki hoş geldiniz, der gibi yanımıza geliyorlar. Envai  türlü soytarılıklar yapıyorlar. Sanki bu misafirlikten onlara da bir pay düşecekmiş gibi seviniyorlar. Çok sevimliler, çok yalakalar…

Lokantaya girdik. Bizden önce gelen gruplar, insanlar da var. Yerimiz ayrılmış. Yemekleri karışık söylüyoruz. Her türlü deniz ürünü bulunuyor. En çok da tavsiye ettikleri “Kalamar…” Burada çok seviliyor. Ben de ilk kez Kalamarı burada yedim ama sevmedim. Kabak Çiçeği dolması, hamsi turşusu (çok ilginç) , istavrit, ahtapot bacağı, istakoz , karides güveç… Yunanlılar adeta denizden  ne çıkarsa yiyorlar ve yediriyorlar. Sofranın üzeri deniz ürünleriyle doluyor. Köfte filan da var da.. domuzdan mı , değil mi… kuşkuları yüzünden , millet pek çatal uzatmıyor. Bir duble Uzo yeter…

Yemeğimizi yiyip , kapının önüne çıkıyoruz. Çevrede söğüt ağaçları. Ve denizin içindeki lokantanın ayakları dibinde balıklar kaynaşıyor. Demek burada deniz henüz canlı. Ekmek atıyoruz. Daha havadayken kapıyorlar. Burası cennet gibi. Çevremizde dost köpekler oynaşıyorlar. Herkese pas veriyorlar, denizde balıklar hakeza…

Biraz sonra bizi bekleyen otobüsümüz ile Agiasos’a hareket ediyoruz. Agios geleneklerini özenle koruyan yemyeşil bir dağ köyü. Çiçekli balkonlar, sarmaşıklar, şipşirin kafeler , geleneksel tahta oyma mobilyalar, seramik ve dantel işleri arasında güzel bir yaşam sürüyorlar. Ancak Agiosa’nın en önemli özelliği bir kutsal ikonaya ev sahipliği yaptığına inanılan Meryem Ana (Panaya) Kilisesidir. Bu nedenle Kiliseyi ve Agios Etnografya Müzesi’ni ziyaret ediyoruz.

Yoruluyorum. Daha millet alış verişten gelmedi. Çarşı içinde güzel, tipik bir kafeye giriyorum. Başımda  hemen 13-14 yaşlarında bitirim bir Yunan delikanlısı bitiyor. “Turkish black tea..” diyorum, ama geleceğine kendim de inanmıyorum. Biraz sonra bir fincan sıcak su, içinde bitki çayı getirip önüme koyuyor. İngilizce açıklıyorum. “Ben senden bitki çayı istemedim,” diyorum. Biraz çıkışıyorum. Çok güzel bir İngilizceyle  “istemezsem içmiyebileceğimi, geri götüreceğini, istediğim başka bir şey varsa , getirebileceğini,”söylüyor. Ne dersin, “Peki..peki..” diyorum , yanında da fişi, 2 yuro. Bizim paramızla 4.5 TL . ucuz mu? Değil ama… O kafede, cıvıl cıvıl insanların içinde bu çayı içmeğe değer.

Biraz sonra , bizim millet , kiliselerden falan sökün edip geliyor. Otobüse doluyoruz. Doğru otele biraz dinlenmeye..

Yatağa uzanıyorum . Aklımdan Safo lirini çalarak şiirler söylüyor. Dalmışım…

Dilim tutulur

.... Dönüşmez ki hınca benim öfkem ; öylesine
tertemiz yüreğim ....

“...büyüleyici gülümseyişini.
hoplatır evet böylesi yüreğimi
görür görmez yüzünü çıkmaz
sesim soluğum,

dilim tutulur , birden her yanımı
bir alevdir sarar inceden ince
kulaklarım uğuldar, hiçbir şeyi
görmez gözlerim.

bir ter boşanır üstümden, titrerim
tüm bedenimle ölecekmişcesine
yemyeşil olurum çimenlerden de yeşil
Agallis.

Her şeye katlanabilmeli oysa ...”   (Safo)

Ne insanlar, ne kadınlar gelip geçmiş dünyadan. Safo’bunlardan hızlı yaşayanlardan. “Hızlı yaşa genç öl…”diyen cinsinden. Midilli de biraz da onun sayesinde edebiyatta, şiir de yaşıyor.

Otelimize dönüyoruz. Biraz siesta … Yunanlılar ve tabii Midilliler, hergün 11-5 arası mecburi siesta yapıyor. Adetleri böyle. Rehberimize göre böyle yaşamak hayatı uzatıyor. Burada 80 yaşında öleni, “Vah zavallı erken gitti diyorlarmış…” Ben Rehber Bey’in yalancısıyım. Öyle.

Onun için siesta iyidir. Bundan böyle siesta!.. Uzanıyorum; biraz dalıyorum. Akşama ziyafetteyiz.

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..