Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

14 Ocak '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Neden saçlarınla yüzünü kapattın?

Neden saçlarınla yüzünü kapattın?
 

Neden saçlarınla yüzünü kapattın?
Dönme, yürü!
Vakit tamamdır. Şimdi!
Gel annem!
Yüzünü yıkamak bile zor geliyordu. Lavabonun başında, elleri yüzünde biraz bekledi. Aynadaki görüntüsü ürkütmüştü onu. Gözlerindeki veremli boşluktan başka birşey göremiyor gibiydi.
"O boşluk" bütün aynayı kaplamış; oradan, banyonun bütün duvarlarından tüm bedenine kadar ulaşıyordu... Annesini hatırladı. Gözleri şimdi annesinin gözleriydi. Dudakları da onundu artık.

Sıkıntılı, sımsıkı kapalı dudaklar musluğu kapattı, elleri ile saçlarını taradıktan sonra banyodan çıktı. Öyle yavaş hareket ediyordu ki, sanki yürümüyor, sadece ayaklarını sürüyordu...

Yatak odasının kapısında durdu. Hissettiği acı ve beklenmedik bir sancıyla, eli karnında, yere doğru eğildi. Yüzünü buruşturdu...

Ayağa kalkarken, yatak odasında mor kadife ile kaplı karyolada yatan eşine baktı. Tıpkı yirmi yıl önce olduğu gibi, karyolanın sağ tarafında sırtüstü yatmış uyuyordu...

Yastığı kapıp eşinin yüzüne kapatmak ve "Yeterrr!" diye bağırmak geçti içinden. Neredeyse de yapacaktı. Yapmadı. Sağ elini karnına bastırarak telaşla odadan çıktı.

Yatak odası arkasından geliyor gibiydi. Odanın kendisine "Dur!" dediğini duydu. Ama terlikleri "Dönme, yürü!" diyordu.

Yürüdü.

Koridordan geçip mutfağa vardığında artık ses duymuyordu... Buzdolabını hızlıca gözden geçirdi. İlacı yine bitmişti. Fark etmez diyerek omuzlarını silkti, gidip sandalyeye çöktü. Yeniden yavaşlamıştı. Düşünemiyordu. Tek bildiği, tüm gücünün bittiğiydi. Bir yerlerde okumuştu: "İnsanlar, umutlarını yitirdikten sonra ölürmüş."

"Ben umutlarımı yitireli yıllar oldu" diye söylendi kendi kendine. Annesinin kendisine yıllar önce verdiği küçük bir bibloya takıldı gözleri. Raks eden bir melekti. Eline aldı. Meleğin saçları, tıpkı annesinin saçları gibiydi. Bunca zaman nasıl fark edemediğine şaşarak hafifçe öptü.

Ağrıyı yine duydu. Çok şiddetliydi. İnledi. Öne eğilerek biraz bekledi. Kusacak gibiydi. Eşini hatırladı, seslenmek üzereyken vazgeçti. Onu yanında istemiyordu. Her şeyini verdiği, ama hiçbir şey alamadığı, çırpındıkça battığı bir evliliği... yanında istemiyordu.

Yıllar öncesini, çocukluğunu hatırladı. Duyduğu sancı, gördüğü sandalye, ayağındaki terlikler... hatırlaması için çocukluğunu, baskı yapıyorlardı. Gülümsedi.

Yıllardır gülümseyerek düşündüğü tek şey, çocukluk yılları ve bu yılların arasında soluklaşmış anıları, annesi idi... Dudaklarından gülümsemesi aniden yere düştü. Çünkü bir şey fark etmişti: Annesi, o yıllarda kendisi gibiydi... Yorgun, umutsuz ve çaresiz. Yıllarca böyle yaşamıştı.

"Canım anneciğim, fark edemedim ölümü beklediğini"... Fısıltı-inilti arası çıktı bu ses dudaklarından.

Ruhunun bedenini sevmediğini yeni anlamıştı. Ruhu, bedenini soyup üstünden akıp gitmek istiyordu. Hiçbir sevdayı bitirememiş, hiçbir arzuyu önüne katıp sürükleyememiş bir ruh, artık akıp gitmek istiyordu. Ruhu, çığlıklar içinde "Bırak beni artık!" diyordu.

Her şeye yabancılaştığını fark ediyordu. Çocuklarına bile. Kozasında ölümü bekleyen yaralı bir ipek böceği gibiydi. Zaman kavramını yitirmişti. Zaman; bütün evini, ellerini, ayaklarını sahiplenmişti.

Saate baktı. Günlerdir ilk defa akrep ve yelkovan kaskatı donmuş gibiydi. İlgilenmedi. Saat, "Vakit tamamdır. Şimdi!" dedi.

Pencereye yöneldi. Kar yağmaya başlamıştı. Beyni, her kar tanesinin üstünde yere iniyordu.

Gözlerini açtığında yatağındaydı. Kızının gözleriyle buluştu gözleri, sonra küpelerine kaydı. Küçük mavi taşları olan, papatya şeklindeki küpeyi almak istemişti kızına. Kızı karşı çıkmış; kırmızı taşları olan, sallantılı, abartılı küpede karar kılmıştı... "İyi ki istediğin küpeyi aldın, güzel kızım. Çok yakışmış" dedi... Sonra gülerek uzandı. Kızının yanaklarına dokundu.

Gümüş çerçeve, yavaşça komodinin üzerinden kayarak mor kadife kaplı ahşap karyolanın altına girdi. Gözleri haykırıyordu: "Ağla!"...

Kızını kaybettiği kaza aklına geldi. Duvarlardan mı fırlamıştı? Nerede saklanmıştı?

"Yıkadım oysa banyoyu. Yıkadım."

Kırmızı idi şimdi odanın rengi. Kan rengi.

"Kucağında kim vardı?.. Cansu, sen misin? Neden saçlarınla yüzünü kapattın?

Sakın banyoya girme. Her yer kan. Uzanma yere.

"Üzgünüm. Kızınızı kurtaramadık..." Ne kadar rahat söylemişti ameliyathanenin kapısındaki doktor bunu... Sanki, süt taştı der gibi.

"Uzanma Cansu yere!"
Kızı, "Anne, gel" dedi.
Benim kızım gibiydi o.

Not: Yazmış olduğum bu yazı yıllar öncesine aittir. Çok yakından tanıdığım bir ailenin, tek evlatları olan kızları uyuşturucu bağımlısı olmuş ve intihar ederek hayatına son vermişti. Anne bu olayda kendisini ve eşini suçlamış, dayanamayarak kendisi de intihar etmişti. İçimde hala saçlarını okşadığım, büyümesine tanık olduğum güzeller güzeli hayat dolu Cansu’nun gülümsemesi saklıdır. Yazımı,uyuşturucu bağımlılığının bir aileyi nasıl harap ettiğini anlatmak amacı ile blog arkadaşlarım ile paylaşmak istedim.

 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..