Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '07

 
Kategori
Siyaset
 

Nereye hemşerim?

Ülkemizde bir dönem durulan, ancak son günlerde tekrar tırmanışa geçen terör, uygulama değiştirdi.

Ağzımıza sakız ettiğimiz, ancak tam rakamı doğru bilmediğimiz 30 bin yurttaşımızın ölümüne yol açan günler geride kaldı. O günlere geri dönmek istemiyoruz, çünkü geçti, ama deldi de geçti. Birçok yuvayı söndürdü. Birçok yuvaya acı getirdi.

Aklı başında her kişi, teröre, o dönemde de destek vermedi, bu dönemde de destek vermiyor. Bu kesin. Kesin olmayan tek şey, kimin ne amaçladığı.

Aslına bakarsanız, kimin veya kimlerin ne amaçladığını da çok iyi bilmemize rağmen, olayların üzerine “Doğru” ve “Kararlı” gidemeyişimizden, hep bir yerlerde tıkanıp kalıyoruz.

“Türkiye, geniş bir mozaik” denildiğinde, Rahmetli Alpaslan TÜRKEŞ “Hayır, mozaik değil, mermer mermer…” demişti.

Mozaik, çabuk kırılır, mermer ise sağlamdır, bütündür.

Bilinen gerçek, Türkiye’nin sosyal ve kültürel yönden çeşitlilik içinde olduğudur. Milletimiz, bu çeşitlilik içinde, bu güne kadar en ufak bir çatışma olmadan gelmiş ve bundan sonra da gitmeyi dilemektedir. Genel eğilim budur.

Ne yazık ki, bu eğilimden rahatsızlık duyanlar vardır.

Türkiye’mizin coğrafi yapısına baktığımızda, bunun nedenlerini çok iyi kavrayabiliyoruz. Emperyalist güçlerin hedefi içinde olan ülkemizde, bizi bize bırakmama çalışmaları, her yönden sürüp giderken, bu çalışmaların dozu da, son günlerde artarak sürmektedir.

Bu güne kadar ülkemizi, gerek içten ve gerekse dıştan yıkma faaliyetinde olanların umudunu bir türlü yıkamadık. Nedeni de basit.

Siyasi otoritenin davranış ve uygulamaları yeterli olmadığı gibi, yasal yolların yetersizliği ve milletin suskunluğu da bunda etkili olmaktadır.

Yıkıcı ve birçok yuvayı acıya boğan terör faaliyetlerini yok etmede etkili olacak uygulamalar, AB’ne girme hevesi ile ortadan kaldırılmıştır.

Demokratik ve insan haklarına saygı düşüncesi ile uygulamaya konulan yasalar, terörü önleme yerine, ne yazık ki tekrar hortlatmaktan başka bir işe yaramamıştır.

“TEMEL HAK ve ÖZGÜRLÜKLER ve KULLANIMI” konulu yazımda, insanların temel hak ve özgürlüklerinin yasalarla nasıl düzenlendiği ve nasıl kullanılması gerektiğini yazmıştım.

Yine bu dönemde bilinçsizce diyebileceğimiz bir şekilde alt-üst kimlik tartışması ortaya atılmış, neyin alt, neyin üst kimlik olarak bilineceği tartışılır olmuştur.

Oysa olaya bir “mozaik” veya “mermer” yapısı içinde bakarak, kimliğimizin TÜRK olduğu ve bu kimliğe TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ tarafından hepimize verilen bir belge ile sahip olduğumuzu, bununla kendimizi tanımladığımızı, ispatladığımızı, daha sonraki kimliğimizin (!) ise kendimize özgü olduğunu ve kimseye de tanımlamak zorunda olmadığımızı bile bilsek, bir anlamda konuyu çözmüş olacağız.

Aslında, millet olarak DEVLET olarak biz bu konuyu çok rahatça çözebiliriz. Ancak, başında da belirttiğim gibi, bizi bize bırakan yok ki…

Son günlerde, ülkenin çeşitli yörelerinde çıkan olaylar ve söylemler KARIŞTIRMA çabasından öte bir şey değildir. Yapılan gösteriler ve sokak çatışmalarına, her hangi bir hakkın elde edilmesine yönelik gösteriler olarak bakmak mümkün değildir. Bunun göstergesi de, sokak çatışmalarında, küçük yaştaki çocukların ön saflarda olaylara sürüklenmesi ve sürülmesidir.

Burada bir satırbaşı açalım…

Olayları engelleyecek güç kimdir sorusunu sorarsak, cevabı, elbette emniyet güçleri olacaktır.

Bu ülkenin emniyet gücü bellidir. Polisi ve jandarmasıdır.

Polis ve jandarma, toplumun ve devletin güvenliğini sağlamakla görevlidir.

Şimdi, gelin yaşanan olayların fotoğrafına bakalım. Öğretmen yürüyüşü, Gazi Mahallesi olayları, Şemdinli, Yüksekova, Hakkâri ve Van. Daha sonra Mersin olayları ve benzerleri.

Dikkat ederseniz, polis, özellikle önce barikatlarla olayların önüne geçiyor. Engelleme yapıyor. Karşısındakiler ne yapıyor? Taşlarla, sopalarla ve Molotof kokteyllerle polise saldırıyor. Yine o görüntülerde görüyoruz ki, polise saldıranlar, önceden tedbir almışlar. Yüzlerini kapatacak maskeleri hazırlamışlar. Polise saldıracaklar ve kararlılar. Çünkü maskeleri hep bir örnek…

Hatta bunlar, geçtikleri yerlerde ne kadar iş yeri ve otomobil varsa, mümkün olduğunca tahrip ediyorlar.

Bunu neresi, hak aramadır?...

İşte bu noktaya geldiğimizde, önümüze çıkan o kadar çok sorun var ki, bu sorunları, İNSAN HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİ uğruna ve bilinçsizce bizler yarattık. Daha doğrusu, siyasi irade yarattı.

Fransa’da, İngiltere’de, Hollanda’da aynı şeyler olduğunda, siyasi irade nasıl tepki gösteriyor, özel yasalar çıkarıyorsa, bize, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bunlar niye çok görülüyor ve tepki veriliyor, anlamak mümkün değil.

Terör örgütü olarak kabul edilen odaklar, nasıl oluyor da başka ülkelerde “Özgürlük” adı altında faaliyet gösteriyor, bunu da anlamak mümkün değil.

AB ülkelerinde meydana gelen olaylarda, insan hak ve özgürlüklerinden söz edilmezken, ülkemizi karıştırmak ve parçalamak isteyen odaklara engel olunduğunda “Hak” kavramının ortaya atılması, kabul edilir bir davranış değildir. Bu davranışın asıl nedeninin de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kendi emelleri doğrultusunda bölmek, parçalamak olduğu açıktır.

AB’nin Türkiye’de istediği birçok uygulama da bunun bir başka göstergesidir.

Fırat ve Dicle sularının denetimini, uluslar arası denetime bırakılmasını istemek gibi…

Bu konuda, daha nice örnekler vermek mümkün. Gelecekte, ne dayatmalar yapılacağını, şimdiden görebiliyoruz. Ancak, devletimiz, milletimiz, bu tuzağa düşmemek için dikkatli, iradeli ve sağlam olmak zorundadır ve bunu da millet olarak yapmaya gücümüz vardır diye düşünüyorum.

Tarih 19 Mayıs 1919…

Yıllar önce, emperyalist güçlerin kafası, o mozaiğe veya mermere bir kez çarpmış ve kırılmıştı.

Yine kırılır diyor ve soruyorum…

Nereye hemşerim?...

14 MART 2007

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..