Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '16

 
Kategori
Öykü
 

Nermin Ayduran'dan bir öykü: Zafer Yiğitleri Çanakkale'de

Nermin Ayduran'dan bir öykü: Zafer Yiğitleri Çanakkale'de
 

Çanakkale Kahramanları bir arada


Bu yıl Çanakkale Zaferimizin 100. yılı münrasebetiyle birçok etkinlikler yapıldı. Bu etkinlikller arasında Çanakkale Şehitlerimizi anmak bağlamında bir öykü yarışması da yapıldı. Bu yarışmada dereceye giren yazarlarımız arasında Milliyet Blogdaşlarımızdan Denizli'den Nermin Ayduran'ın kaleme aldığı " Zafer Yiğitleri, Mücadeleci Ruhlar ve Gelincik Çiçekleri Çanakkale'de Türk'ün Şanı" uzun başlıklı öyküsü ile mansiyon aldı. Bu öyküde Anadolu'da binlerce vatandaşın gönüllü olarak Çanakkale Savaşlarına gittiğini, adı geçen öyküde 13 yaşlarında bir gencin bile bu savaşlarda yer aldığını, vatanı için canını feda etmekten çekinmediğini anlatmaya çalışıyor. Öykünün giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin sağlılık bir şekilde ortaya koyduğunu görüyoruz. Akıcı ve yalın bir Türkçesi vardır...  Bu öyküden dolayı Nermin Ayduran'ı kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. Çanakkale Savaşlarını anımsatan bu değerll öyküyü ben de sizlerle burada paylaşmak istiyorum.... 

***

ZAFER YİĞİTLERİ,

MÜCADELECİ RUHLAR VE GELİNCİK

ÇİÇEKLERİ ÇANAKKALE’DETÜRK’ÜN ŞANI

Nermin  AYDURAN 

Her yeni günü selamlayan güneş bugün sanki başka bir haliyle doğmuştu, olacak güzellikleri haber verircesine ışık saçıyordu. Gün tüm bedbahtlığıyla devam ederken sonunda mutlu sona yaklaşılmıştı. Öyle çok yaralı ve şehit vardı ki bu mutluluğu gölgeliyordu sanki. Fakat çekilen bunca çileye rağmen buruk bir sevinç dolaşıyordu Gelibolu ve Çanakkale’de.

Akşam oluyordu gökyüzü ve bulutların hüznünü, sevincini yansıttığı puslu bu hava ortama ne kadar da çok uyum sağlıyordu. İnceden bir ses duyuluyordu biraz ilerdeydi, ağrı sızı içindeydi küçük Osman. Gülümsüyordu yüreğine dokunarak ve diğer eliyle de ağlamakta olan babasının gözyaşlarını siliyordu, dokunmaya kıyamadan. Sevmeye doyamadığı babası ne güzeldi ne yiğitti. Gözleriyle görmüştü ya çok mutluydu gurur duyuyordu onunla. O da kendi gibi yaralıydı, süzgün ve bitkindi. Zor geçmiş bir savaşın yorgunluğundaydı ikisi de. Fakat bu zafer ziyadesiyle sevindirmişti onları.

Halil Efendi canından çok sevdiği oğlunu öpüyordu, kokluyordu. ‘’Oğlum canım, ciğerim sen benim kahraman oğlumsun. Vatan yolunda canını hiç korkmadan seve seve feda eden biricik can parem yaşayacaksın. Bak zafer bizim, boşuna değildi savaşımız.’’ Derken Osman uzaklardaki dağlara dalmış gülümsüyordu yüzünden sicim sicim akan yaşların eşliğinde.

Aylar öncesinde durum çok farklıydı pek çok kişi karamsarlık içinde üzgün ve perişandı, savaş kapıdaydı. Güneş sanki bir farklı doğmuştu o gün, sıkıntısını yansıtıyordu adeta çevreye. Havanın soğukluğu bugünlerin habercisi gibiydi. Şubat soğuk olur muydu bir daha böyle, kim bilebilirdi? Güne uyanan çiftçilerin de dikkatini çekmişti bu durum. Canlar sıkkındı düşünceler yoğundu. Yine de herkes işinde gücündeydi ama yürekler beklemedeydi. Savaşın eşiğindeydi ülke tarlada işçiler aralarında konuşuyorlardı:

‘’Duydun mu Veli, İngilizler, Fransızlar, Ruslar birlik olmuş geliyorlarmış ‘’        

‘’Gelsinler görsünler Türk’ün gücünü, bizler varken bu vatanı teslim etmeyiz gâvura.’’

Bu sözlerin üzerinden çok geçmeden cepheye asker çağrısı yapılmıştı.  Çok büyük bir mücadele ve güç gerekiyordu, savaş bütün soğukluğuyla etrafı sarmalamıştı. Çocuğundan büyüğüne herkes Çanakkale’ye doğru yollardaydı. Analar, eşler evlatlarını kocalarını uğurlarken dualar ve gözyaşları semaya doluyordu. Arşın en yükseğine ulaşıyordu. Öyle büyük ve derindi ki edilen dualar her uğurlanan askere güç ve ışık olan enerjisiyle savaş meydanına ulaşıyordu. Allah büyüktü, onun hikmetine ve yardımına güvenen vatansever Türk evladı tüm isteğiyle savaş meydanındaydı.

Tam bir trajedi olan bu savaşa karşı hazırlıklar başlamıştı. Telaş, heyecan, yüreklilik, azim vatanını seven halkın bütün çevresini sarmıştı. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları tüm gayret ve çabalarıyla hazırdılar, ülkenin dört bir tarafından gelen yiğitleri karşılıyorlardı. Osman on üç yaşındaydı daha, arkadaşlarıyla birlikte Çanakkale’ye gitmek için birlik olup anlaştılar haklarını birbirlerine helal ettiler. Her biri babalarıyla birlikte cepheye doğru yolcuydular artık.

Yola çıkmak için az bir zaman kalmıştı. Anacığı onlar için hazırlık yapmıştı. Kayınvalidesi de kendisi de ağlamamak için direniyorlardı fakat başaramıyorlardı. Gizli gizli sildikleri gözyaşlarıyla oğullarını uğurlama günü gelmişti. Onları teselli etmek isteyen Osman:

’’ Anacığım, nineciğim ağlamayın ne olur artık, biz vatanı kurtarmaya topraklarımıza sahip çıkmaya gidiyoruz, ne olur bizi üzmeyin böyle’’ diyerek onlara sarıldı. Bir yandan da gizlice ağlayıp belli etmemek için gözlerini mendiline silen dedeciğine gitti, onu da öptü sarıldı. Dedesi de torununu öptü kokladı ve oğlunu da, Osman’ı da Allah’a emanet etti. ‘’ Dedeciğim bak babam da aslanlar gibi yanımda birlikte gidip sağ salim döneceğiz inşallah. Topraklarımızı kimseye vermeyiz, biz kimlerin torunlarıyız unutmadık unutturmayacağız’’ dedi Osman ve vedasını da ederek arkasına bakmadan avludan çıktı. Az sonra babası da yanındaydı.

Yol boyunca konuşmadılar baba oğul, hep el ele sımsıkı sarılarak birbirlerine güç verdiler. Tren sonunda gelmişti Çanakkale’ye, hemen birliklerine gittiler. Oradan aldıkları talimatlarla cepheye gideceklerdir. Komutanları teknik yapılması gerekenleri ve asker kıyafetlerini verir. Hazırlanmaya bile vakitleri yoktur çünkü düşman her an saldırıya geçme durumundadır. Çok geçmeden savaş başlar. Dünyanın en kanlı diye bilinen bu büyük savaşının içindedirler artık. Osman, babası ve tüm birlik, mücadelenin en yücesiyle karşı karşıyadır ve tam da savaşın ortasında yüreklice hücuma geçmektedirler. Önceleri denizden İngiliz, Fransız ve Anzak’ların şiddetli saldırıları karşısında yorulan ve çok kayıp veren Türk Askeri daha sonra bütün gücüyle yılmayıp düşman ile mücadelesine devam ederken ne kadar da fedakârdır, asil bir yürekle savaşmıştır.

Ölenler, yaralananlar öyle çoktur ki, sağlık ekipleri müdahale noktasında yetişememenin üzüntüsüyle perişan ve bitap düşmüştür. Osman da babası da birçok arkadaşlarının ölümüne ve yaralanmasına tanık olmuştur. Üzülmeye bile fırsat bulamamanın çaresizliğiyle doludurlar.  Nisan’da devam eden savaşın karaya sıçramasıyla denizden sonra karada da zorlu bir çatışmanın devam etmesi ve daha da büyüyen saldırılarla askerlerimiz umulandan çok zarar gördüler. Ölenlerin çok fazla olmasıyla iyice zorlaşmıştır savaş, kara bulutların, sisin ve ateşin çöktüğü Gelibolu’da göz gözü görmez olmuştu. Osman bitkin ve aç babasını arıyordu. Sonsuz bir istek vardı içinde hala düşmanı kovmak için. Fakat hali de kalmamıştı. Etrafındaki yaralı ve ölülerin arasında babasını arıyordu umudu kalmamıştı artık.

Gece olmuştu babası yoktu, ortama barut kokusuyla karışık bir hüzün dolmuştu. Düşman da yorgun olmalıydı ki hiç sesleri sedaları çıkmıyordu.  Onların da çok ölü ve yaralılarının olması savaşın büyüklüğünü ve şiddetini gözler önüne seriyordu. Doktor ve hemşireler olanca güçleriyle yaralıları iyileştirmek için çabalıyorlardı. Hepsi de aç ve perişan haldeydiler, yine de güçlü olmaya çalışıyorlardı. Telaş ve karışıklığın üst düzeyde olduğu gece bitmiyordu, ya sabah yine saldırıya geçelerse ne olacaktı. Kaybedilen binlerce şehit vardı daha ne kadar evlat ölecekti. Bu tedirginliğin hâkim olduğu cephe çok yorgun, üzgün ve teselliye ihtiyaç duyuyordu. Kurmay Albay Mustafa Kemal böyle vahim durumdaki askerlere moral veren taktik, açıklama ve destekleriyle yine orduyu hareketlendirdi. Yenilmez şanlı silah arkadaşları ve tüm birlikler yeni saldırılar için hazırlanıyordu böylelikle. Conk Bayırında karşı taarruz gerçekleşmişti ve Anzak’lar geri adım atmışlardı.

Gece tüm sıkıntısıyla dolunaya doluyordu adeta, ay bile rengini değiştirmişti her yer kan kırmızısıydı ve toprak rengini göğe ulaştırıyordu. Yer gök şehitlerin al kanlarına boyanmıştı. Osman’ın bu gördükleri onu çaresiz ve yorgun bırakmıştı, babasını aramaktan yorulmuş ve açtı. En sonunda bir köşede uyuya kalmıştı. Babası ise yaralanmıştı. Ayağına bombalardan sıçrayan saçma isabet edip parçalamıştı. Bu yüzden hareket edemiyor, tedavi ediliyordu. O da sürekli oğlunu sormuştu ve bulmaları için etrafında kim varsa tembihliyordu. Aslında Osman onun olduğu yere gelmişti birkaç kere fakat babası baygın ve uyuyordu hep, görememişti onu. Günler geçtikçe yemekleri de azalıyordu hepsi de aç ve solgun savaşıyordu. Bunca eksikliklere ve ölümlere rağmen sürekli ayağa kalkıp taarruza cevap veriyorlardı.

Sabah olmuştu, yine bomba sesleriyle karışık çatışmalar sesler ve bütün savaş görüntüleriyle ortalık karanlık bir havanın etkisiyle çalkalanıyordu ve Osman bu gürültülerle uyanmıştı. Allah- ü Ekber tekbirleri yankılanıyordu karşı dağlardan. O da bismillah çekip koştu. Küçücük bedeniyle yardım etti büyüklerine ve onun gibi nice çocuk, genç savaşıyordu. Anaların kınalı kuzuları er meydanındaydı alınlarının akıyla. Ne çok şehit verildi ne çok kan vardı yurdun güzel toprağında, mücadele öylesine coşkundu ki düşman şaşkın, bitkin ve umudunu yitirmişti.

Osman hâlâ babasını soruyordu, Perişan durumdaydı ve bir süre sonra rahatsızlandı. Yaralanmıştı da farkında değildi, yaralanan kolunu önemsememişti ve çok kan kaybetmişti.  Sardığı bir bez parçası da kanla dolmuştu. Az sonra bayıldı, onu görenler hemen kucaklayarak sağlık çadırına götürdüler. Bu sırada savaşın eski şiddetinin de kalmadığı ve zafere doğru gidildiği de bildiriliyordu. Küçük Osman’a müdahalenin sonunda akan kan durdurulmuştu fakat durumu iyi değildi çünkü çok kan kaybetmişti. Saatler geçmişti nefesini sık sık alıp veriyordu ve bir ara gözlerini açtı. Yanında hemşire vardı ve ona:

‘’ Sen kahraman bir askersin’’ dedi. Gülümsedi Osman süzgün ve buruk bir ifadeyle ve:

’’ Babamı aradım ama bulamadım abla ölmüştür değil mi?’’ diye sordu. ‘’ Hemen soracağım belki yaralıdır’’dedi hemşire ve ismini öğrendi babasının. Osman bir süre daha uyudu, uyandığında gördüğü rüyanın tesiriyle:

’’Kazandık değil mi? Zafer bizim değil mi?’’ sorularıyla ve mutlulukla dolmuş yüzündeki acıyla karışık tebessümün anlamı öylesine güzel ve etkileyiciydi ki, hemşire:

’’ Ah yavrum saatlerdir uyuyorsun nasıl anladın evet kazandık düşmanı denize döktük savaş gemileri çekip gitti’’ dedi sevinçle. Gözlerindeki anlamlı parıltıyla ve buruk bir gülümsemeyle alnından öptü Osman’ın.

‘’ Sen ve senin gibi yiğitlerin sayesinde küçüğüm ve bu vatan için canını feda edenlerin hepsi sayesinde’’ dedi ve sıkıca çocuğun ellerinden tuttu bir süre.

Az sonra babası geldi yanlarına ve şaşırmıştı küçük Osman babasını görünce:

‘’ Babacığım yaşıyorsun!’’ diyerek sevinçle seslendi.

‘’Oğlum seni çok merak ettim yaralanmıştım uzun zamandır yatıyordum, canım oğlum ne oldu sana neden bembeyazsın?’’ dedi ve oğluna sarıldı sımsıkı. Tam da bu sırada Osman fenalaştı ve:’’ beni dışarı çıkar babacığım son bir defa havasını içime çekeyim ve topraklarımızı göreyim’’ dedi. Gözyaşlarını gizleyemeyen Halil Efendi oğlunu kucakladı ve uğruna feda ettikleri canların gelincik çiçeklerine dönüştüğü görüntülerin eşliğinde baktılar her tarafa.  Oğlunu yere hafifçe bıraktı, başını tuttu ağırca ve öylece hüzünlü bir mutluluğun acıyla harmanlanmış duyguların sellerinde kaldılar baba oğul bir süre.  Osman uğruna can vereceği toprakları kokladı, olabildiğince nefesine çekti ve son bir defa daha yaşlarla dolmuş gözleriyle babasına:

’’ Bak baba göğe askerler selamlıyor, beni çağırıyorlar ne iyi yaptık değil mi babacığım? Ne güzel oldu vatanımız yine bizim’’ dedi, sonra da gözlerini çok uzaklardaki dağlara çevirir birden gülümseyen yüzüyle:

’’ Her yerde gelincik çiçekleri var babacığım.’’  Tekrar gökyüzüne baktı ve ‘’ Anacığıma selam söyle, onu çok sevdiğimi de’’ ve ruhunu teslim etti can alıcı meleğe.  Onu sabırsızlıkla bekleyen şehitlerin arasına gitmişti.

Baba Halil, şehit olan biricik oğluna sarılıp ağlar ağlar bir süre, sonsuz minnetle ve acıyla:

’’Ne güzel bir evlatmışsın yiğidim ne güzelmişsiniz vatan evlatları…’’

Çanakkale bizim, Gelibolu bizim, Bu vatan bizim…

Hakkınızı helal ediniz şehitlerim…

1915 Şubat’ında İtilaf devletleri ve Osmanlı imparatorluğu arasında başlayan savaş Aralık 1915’e kadar sürer. Her iki taraf da ağır kayıplar verir fakat Türk’ün gücünü bir kere daha anlamış olan bu devletler( İngiliz, Fransız, Rus ve Anzak’lar) derhal ülkemizin kıymetli topraklarını terk ederler.

Albay Mustafa Kemal, silah arkadaşları ve yüce milletin azmi ve kararlı mücadelesi karşısında şaşıran bütün dünya devletleri bu vahim, ağır ve çok kanlı savaşın galibiyetini haklı bir şekilde kazandığımızı kabul ederler.

Gururla ve onurla bizleri bütün dünyaya tanıtan ve şanlı zaferlerimizi anmamıza sebep olan bütün şehit ve gazilerimizin ruhları şad olsun. Onları rahmet, minnet ve saygıyla anıyor ve sevgiyle yâd ediyoruz…

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!

07 Kasım 2015 / Cumartesi

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..