Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '12

 
Kategori
Güncel
 

Neşet Ertaş'ın ardından bir eleştiri

Neşet Ertaş'ın ardından bir eleştiri
 

Neşet Ertaş


Usta'nın hayatı aynadır. Bu aynadan yansıyan şeylerden biri de toplumun tutumudur.  Sadece ustaya  olan tutumumuzu değil; tüm değerlere nasıl yaklaştığımızı gösteren yansımalar vardır aynada. Işığa bakabilirseniz, aynadan yansıyan  huzmeler arasından çekip çıkaracağımız çok dersler vardır.    Bu ışık demetinden bir tanesini çekip çıkarmak istiyorum. Toplumla ilgili olduğunu düşündüğüm bir tanesini kendi görebildiğim kadarıyla göstermek istiyorum.  Benzetme yaparak anlatmak istiyorum.

 
Bizler güzel bir ağacın tatlı meyvelerini yiyerek, damağımızda kalan tadı anlatmayı sevenlerdeniz.  O ağacın suya ihtiyacı var mı, yok mu pek düşünmeyiz.  Bakımını, beslenmesini; dallarının ve çiçeklerinin korunması gerektiğini aklımıza bile getirmeyiz.  Yetişmişse bir şekilde; varsa meyvesi; hele de sahipsizse dalarız...  beğendiysek meyvelerini, paralarız, parçalarız ağacı. 
 
Karpuzun "göbeğini" söküp kalanını atan toplumsal aymazlık ve savurganlık geleneğiyle kodlanmıştır genlerimiz. Bu genler, sevdiklerimizi, sevebileceklerimizi koruma, kollama,  görevi ile kodlanmamıştır ne yazık ki. Ve ne yazık ki, sahiplenmesini bilmeyiz.  Sahiplenmek demek "sadece benim olsun" demektir bizim  lügatımızda.  Muhtemelen bencilliğimizdendir.
 
Bulursak yeriz, bulamazsak yine şükrederiz, ve geçer gideriz;  Aklımıza gelmez filizlendiröek,   filizin yeşerip ilerde neler verebileceğini anlamaya çalışmak. Aklımız yetmediği kesin olmasına kesindir de;   yetişmiş olanı korumayı, onları kollamayı  düşünemediğimizi nasıl açıklarız acaba?  
 
Neşet Ertaş 30 yıl Almanyada yaşadı. Hastalandığı için gitti.  Parmaklarını kullanamıyordu. Ustanın işi bağlama çalmak ve  türkü söylemek olduğuna göre parmakların önemini varın siz düşünün. Ama yaşayabilmesi için de düğünlerde saz çalması, ekmek parası kazanması gerekiyordu.  Usta, işte bu halde 30 yıl civarında Almanyada yaşadı.  Yani, 1970- 2000'ler arasında.  
 
Şimdi şu soruyu  sormak istiyorum: 1970 ile 2000 yılları arasında şöhret olmuş, bir şekilde durumu daha iyi olan sanatçılar, yani şarkıcılar, türkücüler, edebiyatçılar- kısacası sanatı ve sanatçıyı anlayabilenler, tanıyabilenler, bir görüşte bunda iş var diyebilecek altyapıya ve birikime sahip olan kişiler sahiplenemez miydi ustayı? Bir Neşet Ertaş'ı tedavi ettiremez miydi.  Halk zaten sahip çıkmadı, korumadı, kollamadı, sadece meyvesini yedi.  Bunu zaten   kabul ettik de... aynı yolun yolcuları bir şeyler yapamaz mıydı?
 
Şimdi bir çok sanatçı  "telif hakları yasası yoktu... haklarımızı yasal olarak koruyamıyorduk... devlet bizi koruyacak önlemleri almıyordu" v.s diyebilir.  İyi güzel de 2000'lere kadar olan süreçte örgütlenmek, mücadele etmek için ne beklenildi?  O dönemlerde, toplumsal muhalefet "Hak verilmez alınır" diyerek 
bir miktar hereket ederken sanatçılar neden örgütlenmeyi, haklarını  aramayı seçmedi?  Hadi örgütlenemediler, birbirlerine niye sarılmadılar?
 
Türkiyenin yakın sanat tarihine bakınız- özellikle müzik ve sinema tarihine... örgütlenen, haklarını arayan sanatçılar mı, yoksa duruma uygun üretimler yaparak para kazanmayı tercih eden, veya suya sabuna dokunmayan sanatçılar mı görüyoruz? Şimdilerde telif hakları konusunda örgütlenmeler ve telif yasalarının çıkartılması konusunda belirli bir hareket mevcuttur.  Ancak unutulmamalıdır ki bu hareket, internetin çıkmasıyla birlikte işin ucunun  doğrudan sanatçılara dokunmasıyla oluştu; mücadele ve sanat bilinciyle; birbirlerine ve topluma sarılma ihtiyacıyla değil sadece bireysel çıkarları koruma ihtiyacıyla oluştu. Hadi bu sanatçılar piyasa insanlarıydı, kendi başlarınaydı, bazı kaygıları vardı...  
 
Mesela, TRT ve TRT'nin müzik politikasını denetleyen müzik ustaları, otoriteler nasıl görüyordu Neşat Ertaş'ı? Yevmiyesi ödenen ve çığırıp çalan "mahalli sanatçı" olarak mı görüyorlardı? Devletin kanatları altında memurluk yapmaları, 30 yıl  ortadan kaybolan ustayı  merak etmelerine engel miydi?  TRT'nin sayın müzik otoriteleri ustanın yokluğunu farkedemedi mi? Başına kötü işler gelmiş olabileceğini düşünemediler mi? Arayıp sormayacak, peşine düşmeyecek kadar değerli görmüyorlar mıydı? Peşine düşmeyi engelleyen neydi? 
 
Biz  sahiplenmeyen, sahiplenmeyi bilmeyen bir toplumuz. Neşet Ertaş'ın hayatı bunu bir kez daha yüzümüze vurdu. 
 
Biz -belki de- üretmeyi bilmediğimiz için sahiplenmeyi  bilmiyoruz. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için ne demektir kavrayamıyoruz. Her şeye rağmen kendi başına var olanların değerini de bu nedenle anlayamıyoruz galiba. Belki de bu nedenle kaybedilenin arkasından özlü sözler söylemekle yetiniyoruz, avunuyoruz. 
 
Ustanın bizim söyleyeceğimiz özlü sözlere ihtiyacı yok. Adana diliyle söylemek gerekirse, "özlü sözlerin Allah'ını Neşet Ertaş zaten söylemiştir".
 
 
Toplam blog
: 12
: 934
Kayıt tarihi
: 06.04.08
 
 

Müzik, programlama ve tasarım konularıyla ilgileniyorum. ..