Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '12

 
Kategori
Deneme
 

Niçin özeleştiri?

Niçin özeleştiri?
 

Bir çok şeyi eleştirmeden önce kendi kendimizi eleştirmeliyiz? Yani, özeleştiri gerekli, diyor arkadaşlarımız.

Özeleştiri niye yapılır? Kendi inançlarının, doğrularının anhasını minhasını ortaya koymak için; kendi kafanın yapısını; kendi doğrularının doğruluğunu adam gibi tartışabilmek için…

Sen seni bilmezsen, nasıl başkalarını eleştirebilir; onların yanlışını, doğrusunu ortaya koyabilirsin ki. Eleştirmek demek, eldeki bilgilerin, belgelerin doğruluğunu tartmak demektir. O tartım işi de hiç de kolay bir iş değildir. Tartım işi için mutlaka güvenilir “Ölçüt”ler, kriterler gerekir… Bu ölçütleri ya, bilimsel kaynaklardan alırsın; veya çok güvenilir kaynaklardan. Bu ikisinden biri uyumsuzluk gösteriyorsa… O zaman her şeyi yeniden gözden geçirmek gerekir… Onun için İnanç meseleleri o kadar kolaydır (inanırsın olur biter, tartışma yoktur; başkalarını aynı biçimde inandırman gerekir…) bilimsel konularda ise uzun boylu tartışmalar vardır. Çünkü, denemeler yapılır, bazı veriler ortaya konur. Ama sonuçta o verilerin akıl, mantık karşısında anlaşılabilir yorumları gerekir ki; bunun da yolu , kesin olarak verilerin eleştirilmesinden geçer. Söylenen acaba, söylenmek istenen midir? Bulunan, bulunmak istenen midir? Arada fark varsa, bu farkı doğuran şey nedir? Bunların tekrar tekrar yeniden incelenmesi, doğrulanması ve ortaya konması gerekir. Ciddi bir eleştiri karşısında, bu olaylar yeniden tekrarlanacaktır. Bilim de göründüğü gibi ebedi doğrular yoktur. Geçici olarak kabul edilmiş doğrular vardır. Yeni bir “denence” yeni bir deneme, yeni doğruların ortaya çıkmasına vesile olabilir.

Ama bütün bu doğruları; verileri ve “denenceleri” tartacak olan, inceleyecek olan insanın kendisidir. İnsanın kendisinde, bilimsel doğruları anlayacak güç bulunmuyorsa (temel bilgi, kuram; yöntem ve değerlendirme açısından…) o zaman değerlendirmeyi yapan kimse, yapacak yeterlikte değildir. Söyledikleri de “laf” olmaktan öteye gidemez.

Kişinin ciddiyeti yoksa, “Otoritenin” yetkesi sorgulanıyorsa, o zaman söylenen her şey boşunadır.

Demek ki eleştirmenin kendisi bir takım doğrulardan hareket etmek zorundadır. Bu ister, bilimsel eleştirme olsun; ister edebi eleştirme olsun. Ama eleştirmenin , bilimsel “değerlendirme”ye dönüşebilmesi için eleştirme araçlarının, başkaları tarafından da kabul edilen araçlar, yöntemler ve tekniklerle desteklenmiş olması gerekir. Veriler; karşılaştırmalı bir incelemeye elverişli olmalıdır.

Başkalarını sana söyleyebileceği şeyi, sen onlardan önce keşfedip, söyleyebiliyor musun? İşte özeleştirin başlama noktası. Başkalarına yararlı olabilmek için; hatta örnek olabilmek için kendini tarafsız olarak gözden geçirmektir, özeleştiri. Diğer yandan, inançlar açısından, bir bakıma, yastığa başımızı koyarken, “Tanrım bu gün yapmam gereken iyi, doğru, güzel hareketleri yapabildim mi?” diye insanın kendi kendisini sorgulayabilmesidir.

Özeleştirinin belli ki bir öznel yönü vardır; bir de nesnel yönü… Bu iki yönü ayırmak gerekir.
İkisi de gerçi birbirini tamamlar ama, yöntemleri farklıdır.

Özeleştirinin en yanlış başlangıç noktası insanın kendi kendisine müthiş inanmasıdır. “ben doğruyum..” diye başlıyorsan, sen yanlışsındır!.. Dışarıda kalan diğer on kişi de dinlesenize… Onlar ne diyor…

Ne demiş atalar: “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır..." Özeleştirinin çok güzel bir açıklaması. Başkasını, eleştirmek, tutup yere çalmak, iğneli sözler etmek kolaydır. Ama biraz kendine bak. Sana ciddi bir eleştiri gelecek olursa, onu kaldıracak güçte ve kuvvette misin? Başkalarını eleştirmek kolaydır, ama kendini aynı derecede, hatta daha insafsızca eleştirmek… İşte asıl erdem odur. Sen kendi olgunluğunu tamamlamadan; kendi geliştirmeni tamamlamadan; başkalarını eleştirmek, alay etmek, yere çalmak hakkını sana kimse vermez. Al da bir aynaya bak. Ama ayna da çoğu kez görülmesi gerekenleri göstermez.

Belki bir dost, candan bir arkadaş, ancak sana söylenmesi gereken sözleri söyleyebilir. Ama insan, kendini beğenir… Kötü söz hiç hoşuna gider mi? Kötü sözü, acı sözü kabullenebilir mi? Hiç de kolay değil ama… Boşuna da dememişler: “Dost acı söyler...” diye… Eğer acı söz işitmek istemiyorsan; kimseyi dinleme… Herkese kulaklarını tıka… Ve sen başkalarına ver yansın et… Doğru, yol, yöntem bu mu? Hiçbir zaman…

Çelebi olmak gerekir… Çelebi… Koydunsa bul bu dünyada. Çelebi ha! Abdurahman Çelebi bile bırakıp gitti… Çelebiler nerede şimdi… İnsanlar, har, har, har… Birbirine karşı birer azılı, neyse söylemeyeyim… olmuşlar; hırlayıp duruyorlar.

Allah akıl fikir versin; karşıdakine metanet versin… Özeleştiri ha... Zor!

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..