Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '14

 
Kategori
Dünya
 

Nietzsche, Kant ve Kuran

Nietzsche, Kant ve Kuran
 

Niğde'nin Ulukışla İlçesi'nde bir astsubay, polis ve vatandaşı öldüren El Kaide bağlantılı IŞİD üyesi oldukları iddia edilen üç zanlılardan Çendrim Ramadani'nin mahkemede ifade vermeyi reddedip, "Ben yalnızca Allah'a hesap veririm. İfade vermem, hepiniz müşriksiniz. Jandarmayı öldürerek sevap işledim" dediğini öğrendiğimde, aklıma bir buçuk yıl önce Der Spiegel’de okuduğum “Cemal’in kardeşleri” adlı makale geldi (bkz. “Djamals Brüder” 34/2012). Yakalanan zanlılar Almanca konuştuklarından, dergide ele alınan örneklere benzer bir süreçten geçtiklerini varsayabiliriz.

Bu genç insanların nasıl böylesi birer ölüm makineleri haline geldiklerini anlamak için, Cemal ve Bora’nın hikâyesini sizlerle paylaşmak istedim:

“Cemal amcasının büfesinde ülkesine has nohut köftesi kızartırken, bir taraftan da Kant, Platon ve Nietzsche’yi okuyormuş. Ancak sonunda radikal İslamcı olmuş. “Kutsal savaş” için Hamburg’un göbeğinde asker toplamaya başlamış. Cemal o zamanlar avcıymış.

23 yaşındaki Bora’nın annesi ve babası Türk ve ticaretle geçiniyorlar. Boş geçen hayatına eğlence ve anlam katma isterken, yolu radikal İslamcılarla kesişmiş. O da avmış.

Bulundukları kahve eskiden radikal solcuların buluşma yeriymiş. Üniversiteye yeni başlayanlar buradaki konuşmacılara kulak vererek, radikal çevrelere geçiş yapıyorlarmış. Cemal burasını çalışma mekânı edindiğinde, solcular gideli çok olmuş. Yeni müşterileri de soruların cevabını Marx ve Lenin’de değil, Kuran’da aramaya başlamışlar. Kahve, Hamburg devlet kütüphanesinin sadece birkaç metre uzağında ve Bora’nın deyimiyle arkadaşlarla “takılmak” için ideal bir yer. Cemal’e göre de onlarla takılmak, onları avlamak için mükemmel bir fırsat.

Bunu nasıl başardığı sorusuna ise Cemal, “Önce onları avlamalısın, ondan sonra şarj edilen piller gibi oluyorlar. Dolduruyorsun, boşaltıyorsun ve tekrar dolduruyorsun” diyor. Cemal ve Bora 20 ay önce o çevreyi terk etmişler. Bu bodrum katında eskiden çok karşılaşmışlar, ancak birbirleriyle hiç ilişkileri olmamış. Çünkü birbirinin avı ve avcısı değillermiş. Ancak anlattıkları hikâyeleri, Alman yasalarının hükmünün geçmediği o dünyayla ilgili çok çarpıcı bilgiler veriyor.

O dünyada hayat bir ceza ve sınav yeri. O dünyaya girenler ahrete yöneliyorlar, üniversite eğitimine değil. O dünya toplumu ümmet ve kafir olarak ikiye ayırıyor. O dünyada diş fırçası değil, misvak kullanılıyor. O dünyaya girenin pili “kutsal savaşa” hazır olana kadar şarj ediliyor. Gençlik hareketlerinin en radikal unsurlarını olan bu cihadın Alman askerleri, sürekli olarak Alman anayasa mahkemesini uğraştırıyorlar.

Cemal bu dünyaya üç yıl önce girmiş. O zamanlar, toplumda kendine bir yol çizemeyen 19 yaşındaki bir genç olarak, Kant ve Nietzsche’den umudunu kesmiş. Aylarca eserlerini incelemiş ve zor durumda yardımları dokunur diyerek beğendiği cümlelerini not etmiş. Ancak babası annesini terk ettiğinde ve okulu kötü gittiğinde bu cümlelerin ona hiçbir faydası olmamış. Hayatın anlamını partilerde ve bazen de alkolde aramış. Annesi sonradan Müslüman olan bir Almanla evlenince, iPod’una Kuran ayetleri yüklemiş. Çünkü Lübnanlı göçmenlerin çocuğu olarak, bir Almanın Kuran’ı kendisinden daha iyi bilmesine içerlemiş. Bahsedilen kahvede takılmaya başlayınca da, hızla radikal çevreye girmiş.

Lise diplomasıyla ne yapacağını bilemeyen Cemal’ın hayatında ilk defa anlamlı bir görevi olmuş. Hizb-ut Tahrir örgütü için genç asker toplamaya başlamış. Bu örgüt 2003 yılından beri Almanya’da yasaklı, ancak halen yer altında faaliyetlerine devam ediyor. Selefi İslam’ı yayıyorlar ve din devleti kurmak istiyorlar. Bu örgütün avcıları genç ve eğitimli, ama her şeyden önce Cemal gibi hitabetleri kuvvetli.

Cemal sureleri ezberlemeye başlamış. En önemli kural her şeyi bilen imajı verebilmek, inanmayanlara karşı hiçbir zaman yenilmemek. Başlangıçta önemli olan İslam değil, karşındakini susturabilmek. Cemal’e göre Almanların dini bir temeli yok, buna karşın felsefe yapamaya bayılıyorlar.  Öyle olunca da Cemal onlara Kant ve insanın sınırlılığıyla karşılık veriyormuş. “Sadece yaratıcı olmalısın, ondan sonra onlara istediğini anlatabilirsin” diyor.

15 ile 25 yaş arasındaki gençler onu büyülenmiş gibi dinliyorlarmış - söylediklerinin yarısını anlamasalar da.  Zaten bu işin prensibi de buymuş. Cemal’in sözleri bilgi, yön ve anlam yüklü duruyormuş. Cemal’e kimse avcı olma görevini vermemiş, zaten o dünyada bir lider veya bağlayıcı hiyerarşiler yok. Ama böyle yapması o çevredeki itibarını yükseltiyormuş.

Başlangıçta bu işi bir nevi hobi olarak görmüş, kendini tutkuyla hazırladığı bir oyun gibi. Haftalarca interneti tarıyor ve saatlerce Alman İslamcıların baş vaazcısı Pierre Vogel’in konuşmalarını dinliyormuş. Kahvede bu öğrendiklerini anlatıyor ve kâfirlerin nasıl yanlış yolda olduklarını dünyadaki örneklerle gösteriyormuş. Hiç zorlanmıyormuş, çünkü soru soran çıkmıyormuş. Eğer dinleyicilerin arasında siyahîler varsa, hemen konuyu Malcom X’e getiriyormuş. Dediğine göre, bu her zaman çalışan bir formülmüş.

Çoğunlukla Cemal karşısına Bora gibi “hafif avlar” çıkıyormuş. Bora, Cemal ve arkadaşlarıyla ilk karşılaşmalarını çok iyi hatırlıyor. Amerikan tarzı spor giyimli, ama yine de farklılarmış. Daha dostane, sakin ve barışçıl. Diğerleri kadınlar, spor ve futbol konusunda tartışırken, bu yeniler hayatın anlamı, Allah’ın varlığı, big bang ve evrim teorisini anlatıyormuş. Bora onlara dinlemeye doyamamış.

Bu 18 ile 30 yaş arasındaki beş erkek Bora’yı yanlarına davet etmişler. Hep aynı stratejiyle çalışıyorlar, oturup Allah’tan konuşuyor ve kimin dikkatle dinlediğine bakıp yanlarına çağırıyorlar. Bora gibi hafif avlar, Alman şehirlerinde doğup büyüyenler. Ebeveynleri onlara İslami terbiye veriyor, ama onu kendilerine göre uyguluyorlar. Pierre Vogel onları “Noel Baba Müslümanları” olarak adlandırıyor. Yasaklara uymuyorlar ve camilere de sadece bayramdan bayrama gidip, cemaati taklit ederek namaz kılıyorlar. Bora gibi gençlerin vicdanı bu durumdan her daim rahatsız, bundan ötürü çok kolay Cemal gibilerin kurbanı oluyorlar.

Cemal gençleri daha iyi ikna edebilmek için, Otto von Bismarck ve sosyal demokrat Philipp Scheidemann’ın konuşmalarını okumuş. Notlar alıp yanında getiriyormuş, çünkü neyle karşılaşacağı belli olmuyormuş. Çok sıkıştığında, parmak ucu izine başvuruyormuş (Evet, parmak uçlarını dahi düzenlemeye gücümüz yeter.” 75/4). Günümüzde genetik parmak ucunun varlığı ispatlanmıştır ve Kuran da bunu yüzlerce yıl öncesinde bildirmiştir. Buna kimse karşı gelemiyor ve bundan sonrasını Cemal “deşarj” etme olarak tanımlıyor.

Giyim kuşamlarıyla ilgili sadece tavsiyelerde bulunuyorlar, hiçbir zaman zorlamıyorlar. Bora’ya göre böyle kandırıyorlar. Bora yeni arkadaşlarıyla ilgili şüphe duysa da, bunu şeytandan olduğunu söyleyerek şüphelerini dağıtmışlar. Cep telefonundan sürekli arayarak, onu gece ve gündüz tek bir saniye dahi boş bırakmamışlar. Böylece bu gençlerin günlük yaşantıları ellerinden alınarak, yenisine yer açılıyor.

Bora’nın grubunda kendine İslami isim veren bir Gürcü, “I love Islam” yazılı tişört giyen Sri Lankalı ve Kuran ayetlerini ezbere bilen bir Ermeni varmış. Hepsi sakal bırakarak birbirine benzemeye başlamış. Ramazan gelince Cemal’ın asıl görevi, ganimeti camiye teslim etmekmiş. Ancak polisten kaçmak için Cemal onlarla gitmiyor ve bu saklambaç oyunundan da hoşlanıyormuş.

Camideki bir sürü genç insan ve cana yakın ortam, Bora’nın da hoşuna gitmiş. Kuvvetini ölçmek için onunla ara sıra Peygamber sünneti bahanesiyle güreş de yapıyorlarmış. Ancak 2010 yazında, cami aniden güvenlik nedeniyle kapatılınca, tedirgin olmuş. Arkadaşları sürekli babasının dükkânına gelip ona yasak koymaya ve zekât talep etmeye başlamışlar. Şüphelenmeye başlayan Bora, artık ne kahveye gidiyor, ne de telefonları açıyormuş.

Cemal’den de aynı zaman dilimi içersinde milliyetçiliğin günah olduğu gerekçesiyle, Lübnan’dan gelen kolyesini çıkarmasını istemişler. Ayrıca spora çok fazla gittiğini, bu yüzden “davaya” yeterince zaman ayırmadığını söylemişler. Cemal ilk defa özgürlüğünün kısıtlandığını hissetmiş ve kafasında tarikat imajı oluşmaya başlamış.

İslam’ı farklı kaynaklardan okuyunca, insanların yeni kültürlerle tanışmak amacıyla seyahat etmesi gerektiğini öğrenmiş. Âlimler, dini yaymanın peygamberlerin görevi olduğunu ve inançlı olmayan insanların ülkesinde yaşadığında, onların kurallarına uyman gerektiğini yazıyormuş.

Kardeşleriyle olan tüm bağını koparmış.

Cemal artık siyasetin yerine huzurun olduğu camide namaz kılmaya gidiyor. Bora’yla birkaç ay önce tekrar karşılaştıklarında arkadaş olmuşlar. Başka arkadaşlarıyla da buluşuyorlar ve parkta farklı et türlerine göre iki ayrı mangal hazırlıyorlar. Diğerleri içkilerini yudumlarken, Cemal seccadesini açıp akşam namazını kılıyor.

Cemal hala daima vicdan azabı ile yarım yamalak bilginin, av olmak için en iyi karışım olduğunu biliyor.Ama artık daha anlamlı uğraşılara yönelmiş durumda, daha çok sistem arıyor. Alman ordusunda başvurmuş.”

(Serbest çeviri: Zuhal Nakay)

Tabii ki bu hikâyenin sonu herkes için böyle bitmek zorunda değil. Ancak Çendrim Ramadani’nin hangi yollardan geçerek böylesine bir ölüm makinesi haline getirildiğini, Cemal ve Bora’nın yaşadıkları çok iyi özetliyor. Bu gibi beyni yıkanmış ve vicdanı rehin almış genç insanlarla da baş etmek çok zor.

Suriye’ye bir buçuk dakikada içinde gidip gelip bomba atarak, korkarım ki arı kovanına çomak sokmaktan başka bir şey elde edemeyiz.

Çünkü karşımızda çevrelerinden tümüyle kopartılmış ve pilleri sürekli olarak düşman algısıyla boşaltılıp yeniden şarj edilen robotlar var.

Size insan gözüyle bakmayan robotlar.

Zuhal Nakay

 

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..