Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '11

 
Kategori
Felsefe
 

Nitelikli - Niteliksiz

Nitelikli - Niteliksiz
 

Bir önceki “Nitelik” başlıklı yazım ve gelen yorumlardan hareketle konuyu biraz daha açmakta fayda var.

Malum herşeyin nitelikli olmasını diler, ister insan.
Bir şeylerin nitelikli olması ve nitelikli olan makbuldür, niteliksizlik ve de niteliksiz olan değil.

Aynı şey insanlar için, kendimiz için de geçerlidir.
Nitelikli insan- niteliksiz insan…
Ancak, mesele şurada:
NEYE GÖRE??!!

Çünkü “gerçek” şudur ki;
insan doğasının yaradılışı-oluş gerçeği, yapı taşlarından biri olarak, hiçbir insanda değişmeyen, her insan için geçerli olan işleyiş gerçeğine, sistemine göre,
İnsanda bir “kendine göre”lik, “kendilik”  gerçeği vardır.

Bu da insanın herhangi bir şeyi, olguları, olayları, olanları, insanları ve de kendini de değerlendirmelerinde, düşünme eylemi ve düşüncelerinde bir paradoksun varlığını da beraberinde getirir.

Öyle ki bu paradoks insanın farkediş veya farkedemeyişlerinde, algılarında, anlamlandırmalarında, yorumlarında, yargılamalarında, kanaatlerinde, inançlarında, tahminlerinde, anlayıp anlamamalarında, öğrenip öğrenmeyiş ya da öğrenemeyişlerinde, bilip bilmeyişlerinde, hatta bildiği halde bilmezliğe düşüşlerinde, dolayısıyla gerçeği görüp göremeyişlerinde ve böylece de doğruyu da bilemeyiş, doğruyla yanlışı ayırdedemeyişlerinde ve giderek hissedişlerinde, hatta hatta isteklerinde, isteyip istemeyişlerinde, isteksizliklerinde, isteklerinin oluşumunda, dolayısıyla da kararlarında ve yaptıklarında etkili olur ve… çünkü yanılgılara, yanılsamalara neden olur.

O nedenle,  insanın öncelikle bu gerçeği bilip, bunun farkında olup, hem düşüncesinde bir paradoksun varlığının bilinciyle, hem de bir kendilik gerçeğinin bulunduğunun farkındalığı ile hissetmesi/hissetmeye çalışması veyine bu farkındalıkla düşünmesi zorunluluğu vardır.  Ya da, insanın hislerini, düşüncelerini bu gerçeğe göre kontrol edip, buna göre programlayıp, disipline etmesi, bu gerçeğe göre bir sistematiğe bağlaması gerekir. Aksi takdirde, insan hissiyatı sağlıklı işleyemeyebilir ve düşüncesi de yine sağlıklı ve doğru bir akıl yürütmeye geçemeyebilir…  Dolayısıyla,  genellikle de insan gerçeklikle buluşamaz ya da  gerçeklik algısı sağlıklı oluşamaz ve “zan”na düşer; zannedişler oluşur.

Şöyle ki;
Mesela insani özellikler bakımından  ve doğruyu yapabilme kudreti açısından iyi olmayan niteliksiz bir insana göre diyelim (zira burada nitelikli insan tanımına ilişkin ayrıntıya  girmeyeceğim), nitelikli olan da ona niteliksiz gelir/görünür yine. Diyelim ki sen de, ben de “gerçekte”niteliksiziz, her ikimiz de birbirimize “bazı durumlarda” niteliksiz geleceğizdir ya da niteliksiz olduğumuz halde birbirimize “genellikle” nitelikli geleceğizdir. Bu biraz da aynılık nedeniyle…. İkisi de niteliksiz ya o nedenle. Ancak ilaveten hem insanların birbirini tanıma-bir arada olma süresine, yani “zaman” faktörüne göre, hem de  aidiyet faktörüne göre, mesela akrabalık, kan bağı, ırkdaşlık ya da klüp-takım taraftarlığı gibi, ya da aynı meşguliyeti veya birtakım müşterekleri paylaşma gibi olgulara göre de bu şekilde bir değişiklik arzeder. Niteliksizsek eğer, karşımızdaki niteliksizin de bize çoğunlukla  nitelikli, ama bazan da niteliksiz gelmesi durumu.

Ama, ikimiz de “gerçekte” nitelikli isek mesela, kesinlikle her ikimiz birden birbirimize yine “genellikle” nitelikli geleceğizdir ve hiçbir zaman  birbirimize niteliksiz gelmeyeceğizdir.  “genellikle” deyişimin nedeni ise, bazı durumlarda bazı gerçekler bilinmediğinde, yine doğru düşünülemeyeceği içindir. Görüldüğü üzere, birbirleri arasında aynılık  söz konusu olsa dahi, her iki taraf da niteliksiz olduğunda niteliksizler arasındaki durum  ile  her ikisinin de nitelikli olduğuda nitelikliler arasındaki durum yine de bir farklılık gösterir. Niteliksizler arasında birbirini niteliksiz görme durumu oluşur zaman zaman, ancak nitelikliler arasında bu oluşmaz çok ender durumlar haricinde. Çünkü nitelikli insan zaten “kendilik” gerçeğini disipline edebildiği için, bunu aştığı için nitelikli olabilmiştir. Zira  insan ancak bu kendilik, kendine görelik gerçeğini, dolayısıyla paradoksal durumu aşabilmişse zaten nitelikli insan olabilir.

İkimizden biri nitelikli, diğeri niteliksizse de eğer, niteliksiz olan, kendini nitelikli zannettiği için, nitelikli olan da ona niteliksiz gelecektir. Ama asıl nitelikli olanı ve niteliksiz olanı, sadece ve sadece nitelikli olan ancak bilebilecek ve görebilecektir. Diğeri ise, yani gerçekte niteliksiz olanı ise kendini nitelikli “zannedecek”, karşısındakini niteliksiz “zannedecektir”.  Böyle bir “paradoks” yani.  Çünkü  “genel anlamda, yani arızî gerçeği-gerçekleri”, sadece ve ancak  bu kendine görelik-kendilik gerçeğini  ve dolayısıyla “asıl gerçekleri” de  bilebilen ve görebilen kişiler, tam ve doğru olarak bilebilmiş ve görebilmiş olacaktır.

Burada “arızî gerçek” dediklerim, insanların gerek sosyal anlamda gerkese kişisel veya ikili-çoklu ilişkileri-iletişimleri bazında her tür yaşanan olay, olgu, sorun veya durumlarla ilgili, bunlara dair, bunlarla sınırlı çerçevedeki gerçeklerdir.“Asıl gerçek” dediğim ise evrene dair, insana dair,  yani işleyişe-akışa-oluşa… içinde olup, zaten bir parçası olarak onunla birlikte aktığımız ve ona tabi olduğumuz kozmik sisteme, işleyiş yasalarına-kurallarına dair veya bazı söylemlerimde kullandığım gibi “bütün”e dair diğer gerçeklerdir. Ki bunlar genellikle “zaman”dan ve kesinlikle de kişiden bağımsızdırlar ve herkes için, her insan için dün de, bugün de, yarın da aynen geçerlidirler. Bunlar aynı zamanda benim ayrıca “asıl doğrular” ve de “genel geçer doğrular” (yani herkes için “geçerli” doğrular) olarak adlandırdığım/ız da doğrulardır.

Her zaman dediğim gibi ve herşeyde olduğu gibi “gerçek” önemlidir  yani  burada da yine. Onun için öncelikli kural, insanların aralarındaki her türlü, anlaşmazlığı, fikir uyuşmazlığını kişilikleri üzerinden ve kişiler üzerinden değil, olabildiğince “gerçekler” üzerinden yapmaları gereğidir. Önemli olan kişiler değildir, çünkü herkes kendini nitelikli de olsa niteliksiz de olsa zaten “nitelikli” olarak düşünecektir. Dolayısıyla insanların daima, en azından kendisi hakkında düşünürken, hatta özellikle kendi düşüncesi, kendisi hakkında kesinlikle kuşkucu olması gerekmektedir. Ancak burada kuşku derken, kuşkunun kendine güvensizlik boyutunu içermiyor bu, her an yanılabilir olabileceği gerçeğini sürekli canlı tutmak anlamındadır buradaki kuşku ifadesi.

Oysa insanlar hatayı,  kendilerini bırakıp, başkası hakkında kuşkucu, dolayısıyla olumsuz varsayıma pirim vererek düşünüp-davranarak yapıyorlar. Nitelikli insanlar mesela bu hatayı hiç yapmazlar. Karşısındaki insana en başta %100 güvenle-inançla, iyi ve olumlu düşünerek başlarlar her türlü ilişki ve iletişimlerine.  Ancak pek tabii ki, gerçeklerle de bütünleşik olarak, hiçbir gerçeği de gözardı etmeyerek. Yani, henüz gerçekleşmemiş,  gerçekliği henüz oluşmamış, gerçekliği henüz sabit olmayan durumlarda. Onunla olan iletişimde  o konuyla veya durumla ilgili olarak henüz ortada bir gerçek yok iken.

Evet, nitelikli insanlar kendilerinden kuşku duymayı da bilirler, çünkü insan,  “gerçeği”  esasen sadece “kendini tanıyarak” görebilir;  kendini de insanı tanıyarak, tanıyabilir-bilebilir. Ama, kendinden kuşku duymazsa, kendini bildiğinden tanıdığından eminse, kuşku duymadıkça bildiğini düşünecek, bildiğini düşündükçe zaten kendini tanıyamayacaktır, bilemeyecektir de. İnsanı da yine aynı şekilde. Fakat bir süreçtir de bu aynı zamanda, eğer bu süreci tamamlayabilmiş ve nitelikli olmayı zaten başarabilmişse, gerçeklikle bütünleşik olduğu durumlar için artık emindir de kendisi ve kendi gerçek niteliği, nitelikliliği hakkında da.

Tam  bu noktada işte, insanın kendine dönük düşüncesi, kendi hakkındaki kuşkusu ile, karşısındaki insana yönelik, onun hakkındaki  kuşkuda da durum bir farklılık arzeder,  hatta tam bir tezat haldedir. Yani  “kuşku duyuş” kendimize de olsa karşımızdakine de olsa aynı duygudur, aynı haldir ancak “sonucu ve işlerliği itibariyle” kendimize dönükken başka, karşımızdakine yönelikken daha başka tezahür eder. Bu farkın kaynağı ise, bizim kendimizi, zaten kendimiz olduğu için bilmeye, karşımızdaki insanı bilmekten daha yakın ve muktedir durumda oluşumuz, ama karşımızdakini zaten en azından en başlarda bilemez durumda oluşumuzla ilgilidir.  Biz kendimiz, kendimizle bütünleşiğizdir çünkü, kendimizle aynı şeyizdir. Ama karşımızdaki insan, kendimiz değildir, dolayısıyla onu kendimiz gibi, kendimiz kadar zaten bilemeyiz.

Karşımızdakini bilmediğimizi bilme mefhumudur, bilincidir, gerçeğidir bu, ona karşı %100 güvenle, olumlu düşünerek, yani ondan kuşku duymayarak ve peşin hükümsüz, tarafsız, kasıtsız  iletişime başlama olgusu. Mesela sevgi konusu da, aynı şekilde her iki taraf için yine farklı tezahür eder, kendimize kuşku ile yaklaşmamız, kendimizi sevmenin de gereğidir, ancak karşımızdakini sevmenin gereği, ona inançla yaklaşmamızı gerektirir zaten. Kaldı ki özeleştiri, önyargısızlık ve empati kaabiliyeti ve varlığı da ancak yine bu şekilde ve bu sayede gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla kendini tanımak da, insanı tanımak da, karşımızdakini tanımak da öyle gerçekleştirilir…  Henüz bir gerçeklik bulunmayan, gerçekliğini bilmediğimiz durumlarda kendimize dönük olarak kuşku ile ama karşımızdakine inançla yaklaşarak…

Dikkatinizi çekmişse eğer, tarih boyunca yüzlerce düşünür, birbirinden aykırı veya bazı noktalarda farklı şeyler söylemiş olsalar bile, eninde sonunda her biri ve istisnasız hepsi sonuçta gelir aynı noktaya varır ve döner dolaşır  herşey sadece bir tek müşterek gerçekte birleşir: “Kendini tanı”!..  kendini bil… kendini öğren… Her birimiz de birer insan olduğumuza göre, yani insanı tanı, insanı bil, insanı öğren… yani evreni tanı, evreni bil, evreni öğren. Her insan aslında zaten koskoca bir evrendir, evrenin kendisidir, evrenle aynıdır, evrenin bir kopyasıdır veya daha küçültülmüş bir modelidir zaten. Ve dolayısıyla, gerçeği tanı, gerçeği bil, gerçeği öğren… denmektedir bir anlamda da esasen..  Ve de gerçeği paylaş ki, ara ki, tartış ki, sorgula ki, söyle ki, anlat ki, anla ki,  dinle ki, gerçeği tanıyıp, bilip, öğrenedebilesin, göredebilesin, buladabilesin… Özü budur zaten tüm şu işleyişin; Hayatın sırrı da,  insanın sırrı da budur sadece. “Doğru”nun sırrı da budur. “Gerçek”ten geçer hepsi! Gerçeği bilmedin mi, gerçeği gözardı ettinmi, eksilttin veya abarttın ya da çarpıttınmı, ya da örttün, veya yok saydın mı FİYASKO!

Ve “doğru”…  asıl tanımı, ilk çıkış noktası, kaynağı itibariyle… “gerçek”le örtüşen demektir zaten! Birbirinden bağımsız şeyler değildirler kesinlikle. Dolayısıyla, nitelikli insan hep gerçekle yanyana, gerçeğin peşinde, gerçeğin arayışında, gerçeği kabulle, gerçekle barışık, gerçeği sevgiyle özümsemiş, gerçeği dışlamamış,  gerçekle özdeşik, doğruyla bütünleşik, doğrudur, doğruya odaklı, doğruya tutkundur daima.. yani doğrunun yanında, doğrunun izinde, doğru yolda, aynen gerçek ile de olduğu gibi doğruyla yanyana.

Kendini tanıdımı, bildimi insan, en azından kendisi için ve nitelikli, doğru bir insan için yeterli ve gerekli herşeyi de biliyor demektir ve nitelikli de olmuştur, başarmıştır da demektir zaten. Artık onun için, çoğu şey ve hiçbir insan tümüyle meçhul değildir de…. İçsel, ruhsal, düşünsel, kendine dönük denge, uyum ve HUZUR. Artık kendinden dışarıya doğru, diğer insanlara da bu huzuru, bu sırrı aşılama, kazandırma vaktidir.

Ve en başta sormuştuk hani, “Neye Göre?” diye…
Cevap:  GERÇEĞE GÖRE… DOĞRUYA GÖRE.




Filiz Alev
04.12.2011

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..