Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '07

 
Kategori
Aile
 

Nohutlu pilavla uğurlanmak

Nohutlu pilavla uğurlanmak
 

Çarşamba akşamüzeri, birlikte çay keyfi yaparken, "nohutlu pilavı ne zaman yapayım?" dediğimde, şaşırdı kardeşim. Çünkü bu gitme zamanımın geldiği anlamına geliyordu. "Tatilin üç hafta değil miydi?" dedi. Evet, üç haftaydı. Sanırım iyi bir şey söyledi. Uzun tartışmalar (!) sonunda; herkesin katılabilmesi için; yirmi temmuz, cuma akşamında karar kıldık; kendimin "geleneksel nohutlu pilavla uğurlanma törenim"e. Kendimin; çünkü uğurlanan bendim ama nohutlu pilavı yapan da ben; kız kardeşim öyle istiyordu.

Beş yıl önce başlamıştık, "gitmeden hep birlikte bir akşam yemeği yiyelim" diyerek. Kardeşim o çok sevdiği nohutlu pilavı istemişti, başka bir şey olmasa da olur diyerek. Kaldığım yerdeki aşçının işini elinden alarak ben yapmıştım pilavı; kardeşim istemişti ne de olsa. Aşçının nasıl yapacağı belli mi olurdu? Geçen yıl yaptığımız yemekte ise kardeşim ilk kez çok az pilav yedi; "bunu sen yapmamışsın" diye sitem ederek. Evet, abla pilavı değildi, aşçı, pilavı kendisinin yapması konusunda çok ısrar edince, ben de ona bırakmıştım. Sonunda gerçekten mesleğini elinden alacağımdan korkmuş olmalıydı(!) Bu yıl da ısrar etti ama dinlemedim; kardeşimin tekrar aç kalmasına göz yumamazdım.

Çarşamba gecesi; yapılacaklar ve buna göre alınacaklar listesini oluşturdum. Perşembe eksikleri aldım ve cuma: sabah tavukların haşlanma işini ayarladım. Onu benim yapmama gerek yoktu. Nohut konserve olarak hazırdı; içime sinmedi pek ama üzerinde durmadım. Zeytinyağlı taze fasulyenin soğanlarını kavururken, aşçı; “önce fasulyeyi kavursaydınız” dediğinde, onun yaptığı taze fasulyeyi neden beğenmediğimi anladım. Çünkü; önce soğan kavrulur, sonra bol domates ilave edilir. O da kavrulduktan sonra fasulye ilave edilerek, kısık ateşte fasulyeler sararana kadar ara ara karıştırılır. Ve mümkün olduğunca az su ilave edilerek pişirilir. Sıcak kalsın diye fasulyeyi öğleden sonra pişirdim; bizim buralarda sebzeler meze niyetine “soğuk” olarak değil, yemek niyetine “sıcak” yenir de. Pilav için pirinç, akşamüzeri beşte ıslandı. Saat altıda ise yıkayıp süzmüş, kavurmaya başlamıştım. Aşçı yine nasıl yapacağıma karışınca, kepçeyi tutuşturdum eline; yanlış anlaşılmasın, sadece pirinci karıştırsın diye. Dört kilo pirinci, yüksekçe bir ocakta ve koca tencerede kavurmak hiç de kolay değildi ve pirinç yanmaya başlamıştı. Yeterince kavrulduğuna inandıktan sonra, göz kararımla sıcak tavuk suyunu koyduk. Hiç ölçmem ne pirinci ne suyunu. Tane tane de olur hani pilavım. Neyse. En son, tencerenin kapağını kapatıp, ateşi kısmadan önce, nohutları da eklemek gerekiyor tabi ki.

Yemekler hazırdı. Masaların nerede ve kaç kişilik olması gerektiğini garson çocuklara söyledikten sonra, sıra kendime geldi. Koştum, az vakit kalmıştı ne de olsa. Minik beyaz puanları olan, lacivert; koyu mavi eteğimin üstüne, beyaz penyemi giydiğimde, ne kadar bronzlaştığıma şaştım. Koyu mavi küpelerimle, saç tokamı da taktım veeee; fiyonklu, kırmızı pabuçlarımı giydim; hazırdım! Saat yediye on dakika vardı, rahatça misafirlerimi ağırlayabilirdim artık. Belki erken gelen olur diye, yol tarafından dolandım, kimse yoktu. Yani öyle sandım; kardeşim, Veysel Baba ve eşi; Rana ile gelmişler. Geldikleri bir şey değil yemeğe başlamışlar ki daha masa hazır değil! Telaşlandım tabi ama telaşımı garsonlara aktaramadım ve masa doluverdi. Gelen, ortadaki tabaklara konan yemeklere uzanmaya başlıyordu hemen; acıkmışlardı. Arkadaşımı; Mehlika’yı aradım telaşla, ben pilavı yaparken o “su kuşu” olarak hala denizdeydi çünkü ve yemekler bitiverecek sandım.

Az sonra Mehlika geldiğinde, donatılmıştı soframız; nohutlu pilav üzerine tavuk eti ana yemekti. Zeytinyağlı taze fasulyemin yanı sıra, anneme de zeytinyağlı biber dolması siparişi vermiştim. Kardeşim de közlenmiş patlıcan salatası yaptırmıştı. Bir de cacık ilave etmiştik. Son derece zengin bir sofraydı; varlıklıydık; konuklarımızla. Varlığımız kalıcı olsun diye de, her bir konuğumun yanında durarak fotoğraf çektirdim.

Kemal Abi, annemin yaptığı dolmayı öve öve bitiremedi diyemeyeceğim; bitirdi! Eşi; Canan, o kadar güzel yapamıyormuş(!) Anneme, “dolmanın içine mutlaka biraz da bulgur koy” demiştim; ondan güzel olmuştur o dolma. Neyse, annem mutlu mutlu “eline sağlık” diyenlere; “afiyet olsun” diyordu. Yalçın Bey’le hanımı katıldıklarında ise kız kardeşimin; Ümit’in eşi; Keramettin yeni gelmişti. Başka birini unuttum mu acaba? Evet, yeğenim; Hazar, oğlum; Güneş de bizimleydi. Ve gelemeyerek çok şey kaybeden; kardeşim; Tayfun ve eşi, ablam; Selma ve eşi.

Yemek üstüne, geçen yılların aksine baklava yerine aldırdığım “kadayıf” la ki ben kadayıf seviyorum, tatlı bir kapanış yaparken, bir de baktık ki, arkadaşımın gitme saati geliyor. Hep beraber kalktık. Oğlumla ben Mehlika’yı; Fethiye’ye; otogara götüreceğiz. Annem “ben de geleceğim” dedi. Sanırım gece araba kullanmamdan panikliyor ve kendisi gelince bir şey olmaz sanıyor. Arkadaşımı Ankara’ya uğurlamak zor geldi. Hem o şehri sevmem hem de bir hafta boyunca dokuz yıldır görüşememenin acısını çıkarmıştık. Hele bir keresinde; tekne turu dönüşünde, kaldığımız yere gidene kadar, koca bir kavunu dilimleyip her tarafımızdan sular akarak yemiş ve kabuklarını da ağaçların altına fırlatmıştık.

Biliyorum merak ediyorsunuz; evet, kardeşim yaptığım pilavdan tabak tabak yedi. Ne de olsa abla pilavıydı; sevgiyle yapmıştım. Hatta, kalan pilavdan alıp evine de götürecekmiş, unutmuş. Bir dahaki seneye artık, ne yapalım. Açıkçası benim gözüm de biber dolmasında kalmıştı. Afiyet olsun; hepimize, hepinize; sevgiyle…

Not: Nicholas Genç Beach çalışanlarına, üç hafta boyunca bana iyi baktıkları için sonsuz teşekkürler ve sevgiler; mavilerin en güzeliyle…

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..