Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '14

 
Kategori
Çocuk Sağlığı
 

Oğlumu değil, beni alın !

Oğlumu değil, beni alın !
 

("Tanıya doğru..." başlıklı blogun devamıdır)

Kemik iliği aspirasyonu anestezi ile yapılacaktı. Anestezi ile yapılan operasyonlar hasta için olabildiğince rahat geçer, çünkü hiçbir şey hissetmez. Operasyondan bir süre sonra anestezinin ve ağrı kesicilerin etkisi geçtikçe hissetmeye başlar ancak operasyon onlar için bir göz açıp kapama süresinde geçmiştir.

Peki hasta yakınları için...

Anestezi ile operasyona girmiş bir hastanın yakınına o operasyon adeta ömür gibi gelir. Hastaya batan her iğne, her bistüri kesiği hasta yakınının ciğerini yakar. Hele bir de hastanız minik bir cansa...

Oğlum bu opersyondan önce bir defa daha anestezi almıştı. Bundan 1,5 yıl kadar önce. Sünnetinde...

O zaman dahi, "anestezi alacak" lafını duyunca ürpermiştik. Miniğimiz uyutulacak ve sonra uyanacaktı. Ama... İşte o "ama"lar yok mu içimizi kemirip durmuştu. Oğlumun sünnet operasyonundan sonra uynaışı da hayli stresli olmuştu. Biz ameliyathane kapısında beklerken, içerideki hemşirenin "çocuğun sekresyonu var, yan yatırın" dediğini duymuştuk. Eşim, bu sözü duyar duymaz paniği ele almıştı. O esnada eşimin ameliyathanenin içine dalmasını zor engellemiştik. Allah'tan, hemşire daha fazla bekletmeden oğlumuzu çıkarmış ve bize teslim etmişti. Miniğim kendine gelinceye kadar da baş ucunda akla karayı seçmiştik.

Yine aynı ekip vardı o gün, aynı güçlü kadro...

Canım oğlum bugün, sünnet gibi gurur verici bir operasyon için değil; hayatının söz konusu olduğu bir süreci belirlemek adına anestezi alacaktı. O içerideyken biz dışarıda geçmiş yıllarımızın ve belirsiz geleceğimizin hesabını yapmaya zorlanacaktık.

Ölmeden gelmiş bir divan-ı mahşer. Kıldan ince bir sırat, bir taraf çok uzak bir aydınlık, diğer tarafsa zifiri karanlık...

Oğlumu annesinin kucağından, eşimin meslektaşları aldılar. Annesinden kopmasıyla da feryat figanın başlaması bir oldu. Yaygarayı basan oğlumun oparasyon odasına girmesi ile eşimin ayakta duramayarak yere çökmesi bir oldu.

Odanın kapısı dar bir koridordaydı. Aynı zamanda poliklinik de olan kısımda diğer hasta yakınlarının da olması kalabalığı arttırıyordu. Eşim, annem ve kayınvalidem hıçkırıklara boğuluyordu. Ben ve babamsa yine gözyaşlarımızı içimize akıtıyorduk. Bayanlar hıçkırıyor, erkekler yutkunuyordu.

Manzara diğer hasta yakınlarının da dikkatini çekiyordu. Bu da kalabalığın daha da artmasına sebep olduğundan bir hasta bakıcı beyefendi, eşime teskin edici sözler söyleyerek sakinleştirmeye çalıştı. Bizden de kalabalığın dağılabilmesi için boş olan odaya geçmemizi ve orada sakince beklememizi istedi. İstersek odanın kapısını kapatarak orada dilediğimizce feryat edebilecektik.

Eşimin gücünü kaybetmesi benim de zoruma gidiyordu. Koluna girip kaldırmak ve hasta bakıcının söylediği gibi kapalı odaya geçmek istedim ancak eşim direniyor ve ayağa kalkmak istemiyordu. Oğlumu burada tam da kapının önünde bekleyecek, kulağını içerideki seslere verecekti. Asla buradan ayrılmaya niyeti yoktu. Onun bu gibi psikolıjik ağırlığı olan ortamlarda nasıl inatçı olduğunu bildiğimden fazla ısrar edemedim. Ayağa kalkmasını ve o şekilde beklemesini istedim. Bu isteğimi buradan ayrılmamak şartıyla kabul etti. Şimdi daha sakindik ve daha sessizce ağlıyorduk. Ancak zaman bir türlü geçmiyordu. Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüşmüştü.  O yarım saatte yaşlandığımı fiziki olarak hissedebiliyordum.

Daracık bir hastane koridoru, hınca hınç hasta ve yakınları,

Önümüzde kapı duvar,

Oğlum içeride uyuyor,

Bi haber,

Bi günah,

Sen yardım et allahım,

Yavrumla yaşanacak, onunla yaşlanacak daha nice yıllarımız var...

(Devam edecek...) 

 
Toplam blog
: 10
: 746
Kayıt tarihi
: 03.07.14
 
 

Okuduklarınız, bir babanın, toz bile konduramadığı yavrusunun lösemili olduğunu öğrenmesi ile baş..