Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '17

 
Kategori
Güncel
 

Okulsuz Köyün Ağası-2

Okulsuz Köyün Ağası-2
 

Ağa bir Mart sabahı erkenden kalkmış, çiftliği çevreyi kolaçan etmek aynı zamanda çalışanlarına ani baskın vermişti ki, bunu sık sık yapar, çalışanlarının asla gevşemesine izin vermezdi. Bu da yönetimin bir parçasıydı. Ağanın ne zaman baskına geleceğini bilememek insanlar üzerinde ölümün zamanını bilememekten daha güçlü bir etkiye sebep oluyordu.

Ölümün zamanı bilinmez, ne zaman öleceğimizi asla bilemeyiz. Bu yarın da bu yazı bitmeden de her an olabilir, ama kimin umurunda. Ölümün kesin olacağının bilmemize rağmen, birçokları patronlarından çekindikleri kadar inandıklarını dilleriyle söyledikleri Allah’tan korksalardı, dünya çok daha yaşanılır ve insanlığın değerinin bulunduğu bir dünyada yaşanılıyor olabilirdi. Tilkinin kümese bekçi tutulduğu dünyada tavuklara huzur olması uzak bir hayalden ibaret olabilir.

Ağa eve geri döndüğünde sabahın sekizini geçmişti, oğlu yeni kalkmış hizmetçiler kahvaltıyı hazır etmişler, ağayla oğlu bekleniyordu. Ağa elini yüzünü güzelce yıkadıktan sonra kahvaltısını yapmaya başlamıştı ki, ağanın oğlu masaya geldi. Yirmi yaşına basan delikanlı okul okumak için uzak diyarlara gitmiş, biraz rahatsızlandığı için köyüne babasının ocağına daha iyi bakılırım, biraz da dinlenirim umuduyla dönmüştü.

Ağa ve oğlu kahvaltıda iken genellikle odada kendilerinden başkası olmazdı. Dinlenme tehlikesine karşın evlerinde bile sır niteliğinde olan şeyleri konuşmazlardı. Oğul zaman zaman bu kuralı unutur, söze başlayacak olurdu. Ağa ise konuşmak için genellikle genişçe bir düzlük seçer ve oğlunu tam karşısına alarak açık alanda konuşmayı seçerdi. O zamanın dinlenmeme kuralları da sessizce kimsenin duyamayacağı uzaklıkta bir mesafeye çekilirler öyle konuşurlardı. Özellikle de kimsenin duymasını istemediği şeyleri konuşmak istedikleri zamanlar.

Genç adam babasına bir şeyler söylemek niyetindeydi ki; baba onun derdini anlamış olacak ki, “bugün seninle ava çıkalım, hem de dertleşiriz biraz” derken delikanlı da hem babasına meramını, kendisi ve köylüler için babasının söz verdiği okul hakkında konuşmak için fırsatını bulacağı için mutlu olmuştu.

Kahvaltılar edildi, kahvaltıdan sonra hazırlanan baba oğul silahlarını kuşanıp, atlarına binerek yola çıktılar. Yerler ıslak hava soğuk ve karlar henüz tam olarak bazı yerlerde erimiş, yükseklerde ve kuzey cephelerde ise hala kar ilk yağdığı zamanlardaki gibi duruyordu. Bir süre gittikten sonra atlarını durduran baba oğul atlarının dizginlerinde tutmuş, atları bağlayacakları bir ağaç ararken çok yakın bir yerde köpeklerin acı acı uluma ile havlama arasında çıkardıkları sesleri duydular. Bir köpek diğerini boğazlıyordu sanki. En azından delikanlı köpeklerin birbirini öldürmek üzere olduklarını sanmıştı ki, baba oğluna bakarak:

--“Şimdi sana ben ne düşündüğünü söyleyeyim. Sen köpeklerin bağırdığını ve birbirlerine zarar verdiğini düşünüyorsun ki gerçek aslında hiç te öyle değil. Aslında bu bir üreme seremonisi, yani şu anda köpekler nesillerinin devamını sağlamaya çalışıyorlar. Dışarıdan köpeklerin dilini, doğanın anlamını bilmeyen birisi, çok bağıran köpeğin ölmek üzere olduğunu zannediyor ki bu aslında diğer canlılara bir mesaj niteliği de taşıyor. Diğer canlıların söz konusu bölgeye gidememesi için öyle bağırıyor ve bölgelerini öyle kesin çizgilerle çiziyorlar ki, onların huyunu bilmeyen insan haricinde hiçbir aptal o bölgeye içgüdüsel olarak gitmemesi gerektiğini bilir.”

Delikanlı:

--“Yani”

Ağa:

--“Yanisi şu, hayatın özü, gücün temelinde hile vardır. Köpeğin hilesi de budur. Sen acı çekiyor zannedersin, hâlbuki o zevk alıyor ve türünün devamını sağlamak üzere tabiatının gereğini yerine getiriyor”

Delikanlı:

--“Pek bir şey anlamadım baba biraz daha açıklar mısın?”

Ağa:

--“İlim, hile karşısında çoğu zaman yenilgiye uğramıştır, aynı hile nice hükümdarları, devletleri, imparatorlukların sonunu hazırlamıştır. Unutma ki benim babam da benden önce ağa idi ve ben de şehirlerde eğitim görmüş, mürekkep yalamış biriyim. İlim sadece ilimle başarıya ulaşamaz, siyaset gerekir ve bu siyasette hilesi en mükemmel olan daima kazançlı çıkar. Hilesiz kazanç oldukça risklidir, hilesiz ve gerçek savaşarak elde edilen kazanç ise son derece risklidir ve savaşlarda kesin sonuç alınacağı da garanti değildir. Şimdi sen diyeceksin ki baba şu köylülere okul getirsek, ilim irfan sahibi olsalar eğer böyle bir düşüncen varsa bunu derhal unutasın, zira sır ve uzmanlıklar diğerleriyle paylaşılmayacak kadar önem arz eder.” Biraz soluklanan ağa; “insanlara vererek mutlu edemezsin, bağımlı olurlar, onlara acırsan acınacak hale düşersin, onları yönetmenin en kolay yolu belki de şu gördüğün hayvanlardan, doğadan dersler çıkarmaktır. Misal yeniliyorken, yeniyormuş hissi vermek, kaçıyormuş gibi görünürken, saldırıya hazır olmak, güçlüyken zayıf, zayıfken de güçlü olmak, zevk alıyorken, acı çekiyor hissi veren şu köpeklerin davranışları dahi insanlara önemli dersler vermiştir ve birçok insan aslında davranışlarının kökenini asla bilmeden hayvanları taklit ederler. Kimi aslanı taklit eder, kimi atı, kimi eşeği, kimi kediyi, kimi de köpeği taklit eder. Onlara üstün gelenler, onların davranışlarının dilin çözebilenlerdir. Misal köylüye her şeyi dağıtsam sanıyor musun ki mutlu olurlar. İnan bana uzun zaman alıştıkları bu yönetim şeklinden dolayı yollarını şaşırırlar. Bu kendinin ne olduğunun bilincinde olmayana köyü emanet etmeye benzer. Kendini bilmeyene deli derler, divane derler ama asla yönetme erkini vermezler. Şimdi köyde aç var mı?: Yok, kavga dövüş var mı? Yok. Otorite var mı? Var. Emin ol ki tarlaları bizzat sana verdiğim gibi onlar dağıtayım bir yıla varmaz, benim tarlam sulu, senin tarlan kuru diye birbirlerini vururlar. Bir söz vardır “ver Allah’ın verdiğine, vur Allah’ın vurduğuna.” Emin ol, sırrımıza hâkim oldukları anda bizi köy meydanında asarlar.  Bir kimse emin ol ki, fakir olması gerektiği için fakir, zengin olması gerektiği için fakirdir veya muhtaçtır. Haksız yere kazanılan zenginlik ise yürürken bir tepeye ulaşıp insanın bir an kendini dağlara hakim olduğunu sanması gibi geçici bir duygudur. Tepeye hızlı çıkanlar, tepedeki rüzgara, kara, dış ve iç tehditlere göre gerekli tedbirler almayı bilmezlerse kendilerini anında tepeden yuvarlanırken bulurlar. Bilirsin ki tepeden yuvarlanan bir cisim fizik kanunlarına göre sona yaklaştıkça daha da hızlı yuvarlanır ve kimse onu tutamaz. Sen sen ol, oğul ilim hatta ilimden de önemlisi hile öğren. Yapman şart değil lakin hileyle elinden kazancını almasınlar. Ben sana zamanını söylediğimde de ister köyün gel başına geç, istersen köyden ayrıl, sen bilirsin. Ama ağacın kökü, yetiştiği yerdedir bunu böyle bilesin”

Ağa oğluna söyleyecek söz bırakmamıştı, köylüyü her defasında şaşırtan ağa oğlunu da derin bilgeliğiyle bir kez daha ikna etmiş, delikanlı derin düşüncelere dalmıştı.

Atlarına binen baba-oğul evlerine döndüler.

Oğul bugün bir köpeğin her çığlığının acı çığlığı olmayabileceğini, bunun başka şeylere işaret olabileceğini anlamıştı.

Her bağırma öfke bağırması olamaz, kimisi hile gereği bağırır, kimisi elindeki malı satmak için bağırır, kimisi fiyat yükseltmek için bağırır. Kavga eden görünür, cilve yapıyordur, silah sesi duyulur, düğün vardır. Kısacası hiçbir şey ne göründüğü gibi, ne de görünmediği gibidir.  Bir çığlık doğadaki iki köpeğin mart birleşmesi gibi zevk  için de olabilir, gerçekte biri diğerini boğazladığı için de. Mevsim İlkbahar ve aylardan Mart ise bunu her köylü bir şekilde bilir ki, köpeklerin, kedilerin üreme mevsimidir. İşte o zamanlarda özellikle dişi köpekler kızgın asabi olurlar. Nedenine gelince Allah onlara türlerini devam ettirebilmek için en doğru eş adayını seçmeyi içgüdüsel olarak vermiştir. Bu tecrübeyle sabit bir bilgidir. Böyle bir zamanda köpekler evden kaçar, zamanı gelince atların kedilerin, koyunların hatta ineklerin de başına aynı şey gelir. İnsanlar tecrübeleri gereği bu durumu anlayışla karşılayabilirler. Nitekim aynı şey insanların da sıkça başına gelir de din, örf, çevre, gelenek, statü, birçok şey bu duruma mani olur. İnsanı insan yapan duygularına hakim olabilmesi, aklını , iradesini doğru ve zamanında kullanabilmesidir.  İrade kontrolü şüphesiz kolay bir şey değildir. Hele de insan gibi bir varlık iradesini kontrol edebilmesi için ya iç dünyası tamamen kontrol mekanizmaları ile doldurulmuş, ikna edilmiş olmalıdır, ya da dış dünya buna çözüm üretmelidir. Aksi zor  ve katlanılmaz olur. Ağa korkusu, Tanrı korkusu, çevre baskısı, aile baskısı gibi kontrol mekanizmaları insanları nasıl dairelerle çevreliyor onları kontrol altında tutmaya, davranışalrını öngörülebilir olmaya itiyorsa bu her zaman mümkün olmayan bir süreçtir.

Gösteri dünyası her gün yeni bir teknik keşfederken, değişmeyen belki de tek gerçek doğa yasalarının gereğinin yerine sırayla kendini kanıtlıyor ve insanların ürettiği birçok şeyi boşa çıkarıyor olmasıdır.  

Sır niteliğinde bilgi bir hazineden daha değerlidir, kim ki sırrını vermişse bir dostuna dostu vermiştir dostuna ve sırrını kaybeden çırılçıplak kalan bir çaresize dönüşür. Atalar  der ki: "Sırrını verme dostuna, dostun söyler dostuna" Sır en büyük güçtür. Sırrımıza vakıf olanlar bize hakim olur.  Ağanın yönetim sırrı, taktik zaferleri başarılı olmasaydı elbette başka ağalar anında türeyecekti. Sırlar o kadar değerlidir ki, dostları birbirine düşman, anayı kızından ayıran, kardeşi kardeşe kırdıran kısacası birçok insanı balığa az bir kesim olan sır sahibini de avcıya dönüştüren bir hazinedir. Basit bir yemek tarifi bile meslek sırrı oluyor, kimselere söylenmiyorsa yönetim sırlarını bir  ağanın söyleyeceğini düşünmek budalalık olur. Bize düşen sadece tahmin etmek idi; gerçi az bilen, çok konuşur, aptal olan bağırır, akıllı olan susar, çok bilen az söyler, söz söyleyen de söylemediğini söyler, söylediğini söylemez.

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..