Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Önce Bartın

Önce Bartın
 

Blog yazarlarımızdan bir arkadaşımız, gittiği Amasra’yı bir güzel anlatmış. Kendisine bir “Yorum” attım ve Amasra’ya gidince alınması gerekenleri sıralardım. Şimşir kaşık dâhil…

Cevaben, hepsini aldığını, ama bir daha gideceğini ve tekrar alacağını cevaben yazmış…

Hadi, ben de size “Eski” günlerle önce Bartın’ı anlatayım… Amasra’yı da güncel…

Özendim vallahi…

Ama bir şeyi itiraf edeyim. Bu yazı, tam altı sene önce Bartın Gazetesinde yayınlanmıştır… Yani, yeni değil.

Şimdi o yazıyı tekrar alıyorum buraya…

Antalya’da son bir kez daha denize girip, tası tarağı toplayıp, önce otobüsle Burdur’a, oradan tren ile Ankara aktarmalı Bartın’a...

Bartın’a trenle gitmek için Ankara’dan bineceksiniz, Kokaksu’da ineceksiniz... Bilen için keyifli bir yolculuk...

Trenden inince, hazır bekleyen otobüsler...

Otobüs dedimse, bir sırasında beş tahta koltuklu...

Üçü bir tarafta, ikisi bir tarafta. Sonra Bartın...

Otobüs, meydanda durur...

Önce meydandaki Cumhuriyet oteline yerleşiyoruz...

Hava kapalı geldiğimiz gün...

Güneş mi?

O yok...

Antalya’dan sonra, güneşsiz bir ortam ama biz yabancı değiliz bu havaya... Daha önceden deneyimimiz var. Kilimli’ye de ilk gittiğimizde, 15 gün güneş görmemiştik. Hatta denizin duvarının olmadığını da orda fark etmiştik. Çocukluğumuzda ilk denizi gördüğümüz yer, İzmir’de kordon boyu. Orada, denizin duvarı vardı... Kenarı duvarsız denize alışmamız üç ay sürmüştü...

Sonra, Esmer Kuyu Sokak’taki evi buluyoruz...

Rahmetli Ali Amca, eşi Satı teyze... Şimdi, Ali Ağabey işletiyor o dükkânı... Meydan yerinde...

En güzel, en lezzeti işkembe çorbasını orada içersiniz...

Satı teyze, kendi elleriyle hazırlar, temizler...

Esmer Kuyu Sokağın havası bir başkadır. Tarihi evlerin büyük bir bölümü oradadır. En son gördüğümde ki fotoğraf da çekmiştim, çoğu harap olmuş...

Hele hele ırmak kıyısı!

Her Temmuz’un birinci günü kutlanan kabotaj bayramı...

Yağlı direk yarışmaları...

Eskiden, İnkumu’na karayolu ile gidilmezdi...

Binerdiniz motorlara, doğruca İnkumu’na... Fırtına yoksa boğazdan çıkarsınız, fırtına varsa, kös kös dönersiniz...

İsterseniz dönüşte, motoru kıyıya çekip, o güzelim yeşilliklerin içinde piknik yapın, ırmakta yüzün...

İsterseniz, Asker Suyu’na doğru gidersiniz. Devam ederseniz “Kuş kayası” ve oradan da Amasra…

Bir de...

Kadınlar pazarı...

Var mı Türkiye’nin hiç birinde böyle bir Pazar yeri?...

Satanı kadın, alanı kadın...

Sebzesi meyvesi, sütü, yoğurdu, peyniri. Ama illa ki sebzesi ve yeşilliği…

Hepsi taze mi taze...

Bartın merkez, kendine özgü yapısı ve tabiat güzellikleri yönünden, gerçekten korunmaya değer bir yöremiz...

Bir de bakkalımız vardı...

Gölbucaklı...

Kolay mı?

Kırk yıl geriye dönüp, olanı biteni anlatabilmek?!...

Yılların koskoca EMNİYET OTELİ’ni Cumhuriyet oteli diye yazarız... Diyor ki Esen “ Emniyet Oteli’ni Cumhuriyet diye yazmışsın” eh, o kadar olur, sen de düzelteydin, dedim.

Yazılarımı okuyanlar, iki konuyu merak ediyorlarmış.

Diyorlarmış ki!

“Kim bu adam?”

Geleyim Bartın’a, alayım isimlerinizi okul kayıtlarından, toplayayım hepinizi bir araya, o zaman merakınız gider.

İkincisi de “Şeyleri” de yazacak mı diye merak ediyorlarmış.

Ne diyorlardı Bartın dili ile, unuttum, yani aşklardan söz edecek miymişim?

Hadi edelim bari...

Öncelikle şunu açık açık belirtmem gerekir.

Bartın kızlarının güzelliğine denecek yok.

Bartın’lı kızların, ahlak ve kültür güzelliğini de belirtmeden geçmemeliyim.

O dönemde, sınıfımızda, mahallemizde, hatta Kız Enstitüsünde birbirinden güzel ve kültürlü kızlar vardı.

Zihnimi olabildiğince zorladım...

Sınıfımızdaki kız arkadaşlarımın adlarını çıkarayım diye.

Bir türlü olmadı...

Kız arkadaşlarımızın da, şimdi hepsi torun-tosun sahibi olmalılar.

Öyle umuyor ve diliyorum ki, hepsi sağlık ve mutluluk içindedirler.

Buradan hepsine yürek dolusu saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Her ne kadar isimlerini hatırlayamadımsa da...

Şimdi, benim de bir kızım ve bir oğlum var...

Oğlana soruyorum “kaç kız arkadaşın var” diye...

Kızıma gelince, “Eyvah, kızım büyüdü” isimli televizyon dizisini oynuyoruz...

O dönemde de elbette bütün ana ve babalar, aynı duygular içindeydiler...

Şimdi anlayabiliyorum...

Ancak, şu bir gerçek...

Bakıştık...

Şiirler yazdık...

Rahmetli hocamız ve okul müdürümüz Adil Bey’e çaktırmadan mektuplaştık...

Ama ölçüyü hiç kaçırmadık...

Örf ve adetlerimizi dikkate aldık, genel ahlak kurallarının üzerine hiç çıkmadık...

Saf, tertemiz okul aşklarıydı...

Sokakta, bırakın el ele yürümeyi, yan yana bile yürüyemedik...

Bu konuda, disiplin kurullarına da gittik...

Ama birbirimiz hiç ele vermedik...

Bir tek Teoman vardı çizmeyi aşan ve başını derde sokan...

Onunla da yıllar sonra bir yerlerde karşılaştık, şimdi hatırlayamadığım.

Durulmuş, çoluk çocuğa karışmış, geçmişin üzerine sünger çekebilmiş, mutlu bir aile babası olduğunu söylemişti.

Benim yavuklum mu?

Sınıfımızdan biriydi...

Ama o da Memur çocuğu idi... Bartın’lı değildi...

Adı mı?

Bilmem ki...

Unuttum...

Keşke unutmasaydım...

Sevdiğimden haberi var mıydı?

Onu da bilmem...

Şiirlerin kendisi için yazıldığını biliyor muydu?

Onu da bilmem...

Ama öyle tatlı bakardı ki...

Belki de ben öyle hissederdim...

Herkes birbirini severdi de, birbirinden haberi bile olmazdı çoğunlukla...

Sevgilerimiz, saygıyla karışık temizlik içindeydi hep...

Keşke şimdi de öyle olabilseydik.

Fotoğraf: Amasra "Küçük Liman"dan görünüş
Yazının ilk yayın tarihi: 30 Haziran 2001

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..