Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Önceden kapı tokmakları vardı

Önceden kapı tokmakları vardı
 

Teknoloji hayatımıza girdikçe ve insan nüfusu da arttıkça çok katlı binalar arttı. Elbetteki çok katlı binalar henüz yokken, betonun henüz yapıdaki kullanımı  keşfedilmemişken de binalar vardı muhakkak.

Çok çok eskiden bizim kültürümüzde “ yurt” adı verilen çadırlar varmış ilk önce. Yeni evlenecek gençlerin evliliği öncesinde ona ait bir yurt kurulurmuş. Toy düğünün ardından gelinle güveyi bu çadırda yaşarmış. Bu şekilde somutlaşan yeni aile düzeni kurulmasına da gençleri yurt-yuva sahibi yapmak denilirmiş.

Çadıra “eb” sonra da “ev” denildiğini araştırırken öğrendim dolayısıyla yeni evlendirilen gençler için kullanılan yurt yuva sahibi eylemek sözünün yerine bir de ev-lendirmek, cümlesinin kullanıldığını anladım. Zaman içerisinde her iki söz de Türkçe mizin bir zenginliği olarak bugüne kadar kullanılagelmiş.

Sanırım yerleşik hayata geçiş döneminden itibaren atalarımız dünya yapı mimarisi içerisinde tamamen doğal malzemeden oluşan bir yapı tarzını benimsemiş, taş, ağaç, kerpiç, kiremit gibi malzemelerle en basit ve kolay bir şekilde ev yapımını hayatlarına adapte etmişler.

İster bir avlu içerisinde, isterse yol kenarında bir ev olsun, evin en önemli bölümü olarak kapılara özel bir önem vermiştir bizim milletimiz. Bu önem kapının yapısından ziyade ev için ifade ettiği sosyal temsilden kaynaklandığı kanısındayım..

Evlerde ve devlet dairelerindeki bu tür ağaçtan yapılmış ana kapılara ‘cümle kapısı’ denirken, İstanbul’da “bab-ı âlî” devlet kapısı anlamında ‘yüce kapı’ adı verilmiştir. Kapıdan hareketle de kapıda kalmak, kapı beklemek, dip yatıp kapı gözlemek, kapı dibi komşu(olmak), kapının önünü süpürmek, kapı gibi adam (olmak) ve daha nice, kapıyla ilgili çok güzel sözlerimiz olmuştur güzel Türkçe mizde.

Anadolu nun çok yerinde ana kapılar kilitlenmezdi benim dedemlerin bahçe kapıları da böyleydi. Evde olmayan insanlar kapının iki kanadı arasına ya ip bağlarlar ya da basit bir telle birleştiriverirlerdi. Bu hareketle anlatılmak istenen “Biz evde yokuz. Misafirliğe gittik.” Ya da konu komşuya, “Biz evde yokuz. Gelip geçerken bizim eve de göz kulak oluverin.”demek istenirdi. Yani hırsızlık ya da uğursuzluktan değil de yaramazlık yapan çocuklar olursa onlara karşı bir koruma ya da uzaktan yakından bir tanıdık ya da bir yabancı gelirse komşuların onunla ilgilenivermesi için bir istek ve bir işaretti.

Hiç unutmam babamın öğretmenlik yaptığı ilçede iki katlı bir evi kiralamış ve yerleşmiştik. O zamanlar ben 6 yaşında falandım. Ev eski bir evdi yeni sayılmazdı. Zaten geçici olarak yerleştiğimiz için annem eşyaların çoğunu yerleştirmemişti bile. İlk dikkatimi çeken kapıdaki demirden cisim olmuştu. Babam onun kapı tokmağı olduğunu söylemişti. İki parçası olan bir kapı tokmağıydı. Neden iki tane diye sorduğumda şöyle anlatmıştı. Kapıya konan iki tokmaktan büyük olan çalındığında  “tok…  tok…  tok…” diyerek kalın ses çıkar o tokmak erkekler için , “tık… tık… tık…” diye ince ve zarif şekilde ses çıkaran tokmak ise kadınlar içindir demişti.. Dolayısıyla kapıya gelen kişinin çaldığı tokmağın çıkardığı sese göre gelenin cinsiyeti de anlaşıldığı için kapıya çıkması gerekenler çıkıp  gelen kişi ile ilgilenirlermiş.

Benim çocukluğumda dedemlerin evi geniş bahçeli tek katlı kerpiç bir evdi. Öyle cümle kapısı filan yoktu.. Kapı önüne gelenler erkekse yüksek sesle, “Ev sahibi.. Amca, dayı, bizim oğlan..” diye bağırarak konu komşuya da geldiklerini duyururlar,  eve sessizce girmezlerdi. Dedemin amcasının oğlu olan İsmail  Amcam bana göre bu konuda çok özeldi. Kapı önüne gelmeden daha başlardı bağırmaya, “Hasan Ağa..  gara sağdıç..  Evde kimse yok mu?” Ben geldim ha.. Gidiyom ha.. Hatce  gelin daha sofrayı yazmadın mı” Ben  İsmail Amca yı çok severdim , bu teklifsiz, deli dolu tavrından dolayı… Onun bu şekilde davranışının sırrını yıllar sonra çözdüm hayal dünyamda. Meğer eve gelişini duyurmak istermiş ev halkına. Evde olanların kendilerini toparlamasına fırsat vermekmiş amacı.

Düşünüyorum da şimdi, ses iletme cihazlarıyla katlı binaların kaçıncı katında olursak olalım apartman girişine gelen birisi zili çaldığında konuşmak mümkün oluyor. Hatta görüntülerini görmek bile mümkün oluyor artık. Ne var ki, zil çalınca cevap verenlerden tokat gibi bir ses yayılıyor çoğunlukla ortalığa; “Kim o?” Oysa öyle miydi ya.. Bizim kültürümüzde “Buyurun, ya da buyurun efendim Kimi aradınız? Hay hay.. Tarzında zarif sözlerimiz vardı. Kapı zilini çalanların da dilinde, “Hanım kızım, hanımefendi, delikanlı, ben filanca… Babanızı aramıştım. Aradığımı söyler misiniz? Tarzında karşılıklı nezaket sözleriyle dolu güzel konuşmalar vardı.

Gönlü güzel insanlar, hayatın her alanında yarattıkları nezaketi kapı tokmaklarında bile sergilemişlerdi. Hani kapı tokmakları dedikse de, onların kimisi zarif bir bayan eli tarzında, ya da bir pelikan boynu estetiğinde olurdu. Nezaket hayatın bir parçasıydı ve kapılardaki aslı metal olan cisimler bile bir estetik kimlikle karşılardı misafirlerini.

Evet, ben küçük bir çocukken bir zamanlar kapı tokmaklarının bile dili vardı… 

 
Toplam blog
: 146
: 762
Kayıt tarihi
: 02.05.14
 
 

İnsanları ve yaratılmış tüm canlıları severim. Yazmak amatörce de olsa hayatımda bir süredir var...