Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Haziran '09

 
Kategori
Kitap
 

Onuncu köy

Yazarı: Fakir Baykurt

Türkiye’nin binlerce köyünden biridir Damalı. Tıpkı diğerleri gibi bu köyün de bir muhtarı, bir bekçisi, eğitmeni, arlısı arsızı, her bir şeyi vardır. Tabi bir de öğretmeni… Damalı ilçenin en uzak köyüdür. Yolu zordur. Kışları çamurlu, gidip gelmek üç gün sürer. Muhtarın maaşı otuz lira. Muhtarlık iyi olsa, Dürane sülalesini seferber eder. Çünkü Damalı’da ha muhtarlık, ha bekçilik.
Ali Gede “Dürane’nin evine giderek sevkiyatı göstererek bunu mühürleyeceksin”, dedi. Dürane, “Hayırdır bizim çocukları bu yaşta savaşa mı göndereceksiniz?” der. Ali Gede, Asiye için geldiğini söyler. Dürane, “Bizim İbrahim’i sevk ettim Asiye’yi ne yapacaksınız?” der. Ali Gede, “Öğretmen ile muhtar Asiye’yi okula göndereceksin” dedi. Dürane, bütün kızların okuması yasada var mı, der. O da, elbette var, öğretmen bunları isterim dedi, muhtara kağıt yazdı, o da beni yolladı. Yahu kız evladı o kadar oğlanın içinde nasıl okur? Muhtar kendi kızını yolluyor mu ki benimkini istiyor, dedi Dürane. O en başta yolladı, der Ali Gede. Dürane, sizin evleriniz yakın, onları akşam gözetirsiniz. Kız çocuğu naziktir, kıl kadar lekeyi kabul etmez. Ben muhtarı bilirim. Onun Nohut Deresinden bana hıncı var. Orası dedemin tarlasıydı. Hatta dedemin dedesi ziraat etmiş.

Hükümette bir adam dedesinin tarlasını süremez, diye bir yasa mı var, köylünün olsa sürer miyim? İstesem fakir fukaraya dağıtırım. Her yıl Hacc’a giderim. Onlar beni ne sanıyorlar? Fakat öğretmene kabahat bulmam, buranın yabancısıdır. Bir yıl yollasam diğer yıl kurtaramam. Yollayıp da fingirdeştiremem. Öğretmen de karışmasın. Yoksa Burdur’daki başlara söylerim. Partide Yunus Bey birinci adamım. Parmağı sevkiyata basarım, ama kızı yollamam, der.

Asiye on ya da on bir yaşında; ama Dürane üç yaş küçük yazdırmış. Öğretmen bedence geliştiği halde kütük yaşı küçük olan çocukları okula yazıyor. Babaları ilçeye koşup, bir insanın en doğru yaşını hükümet bilir, yoksa ne anlamı kalır, diyorlar. Asiye kütüğe göre bu yıl yediye bastı; ama Asiye’den iki yıl sonra doğan İbrahim ikinci sınıfta okuyor. Dürane, kızı iki yıl daha okuldan kaçırabilirsem, tamam. Sonra nişanların olur biter. On üçüne basan kız ya erdedir ya da evde. Peygamberden kalma cevap deyip onaylar… Ne de olsa nişanlı kızın okula gitmesi, diye bir karar yok. Bu konuyu eşiyle de konuşur.
Okulda öğretmen ve eğitmen vardır. Dürane ziyaretlerine gider. Damalının okulu ak sıvalı, kırmızı kiremitli, uzaktan şip şirin görünen bir yapıydı. Orta mahalleye üç yüz metre uzakta, alardıç düzeyindeydi. Damalı’da ayaz erken gelir, geç gider. Yapı işlerinin biteceğine yakın bırakılıvermiş, yarım yurum bir okuldu. Sadece bir dersliği vardı. Kapı pencere yok, öylece kalmış. Tek öğretmenli diye düşünülmüş, sonradan öğrenci fazla çıkmış, bir de eğitmen verilmiş. Öğretmen Tefenni yanlarındandı, eğitmen ise Damalı’nın yerlisiydi.

Dört sınıf var, eğitmen birden aldığı sınıfı dörde geçirip öğretmene verir. Bu böyle bir birini yeniler. Bu yıl ikileri okutuyor. Bir, üç, dört öğretmendeydi. Ana derslikte bu üç sınıf okuyor. Eğitmenin yirmi üç kişilik sınıfı, dersliğin ağzındaki boşluğa sıkıştırılmış. Başka yolu yok; çünkü okul tek öğretmenli, diye düşünülmüş. Dürane, ben kültürlü adamım, askerlikte o kadar dememe rağmen bize okumayı değil savaşmayı bellettiler. Bu okulun yapılması için de çırpındım. Sizi de ziyaret edeyim, dedim. Okul hocaları Türkiye’nin güneşidir. Gece gündüz löküs gibi ortalığı parlatır, hem de maarifsiz bir millet payidar olmaz. Bunu bizimkiler bilmez, der.

Dürane, kızın hasta olduğunu ve yaşıtlarından epey geç kaldığını, bu yüzden çekindiğini ama İbrahim’i gönderdiğini söyler. Öğretmen, çocuklar öyle söylemiyor, der. Dürane yalanlar. Köylünün Nohut Deresinden dolayı babaları düşman olduğu için çocukları da düşmandır, der. Vaktinde yollayacaktım ama okul hocaları hepsi bir değil ki, senden önce ki bit muayenesi yapıyorum, diye kızlara bakardı. Bizim kızları başı açık tango gezdirir. Kızlarla oğlanları halay çektirir, “Karanfil eker misin? Balınan şeker misin?…” dedirtirdi.
Öğretmen, Asiye’nin hasta olup olmadığını araştıracağız. Hükümet rapor ister, biz senden onu istemeyiz, yaşının büyük olduğunu bahane etme. Sınıfta yaşıtları çok, der. Dürane gelirken, öğretmene ceviz getirmişti. Öğretmen bunu rüşvet sayar. Kaymakam ve yargıca da böyle mi gidiyorsun, der.
Damalı camisi ağzına kadar dolu, Osman hafız bir şeyler söylüyor. Her hafta öğretmen ile eğitmen gelip dinlerdi. Öğretmen ara sıra gelmezdi. Muhtar, üyeler, gençler, kocalar, oturup dinlerdi. Her hafta aynı şeyleri dinlemekten bıkar, esner ama ellerinden çare gelmezdi!!!

Pehlivanla eğitmen konuşuyor... Öğretmen camiye varınca sıkılıyor. Öğretmen, içerisinin karanlık, hocanın sesinin ağlayacağını getiriyormuş, esnediğini, uykusunun geldiğini, hep aynı şeyleri söylediğini, der. Pehlivan, alışmadığındandır, camide yeni şey olmaz ki, kafadan söylemiyor, kitaptan söylüyor. Kitap tek, başka din, kitap da gelmeyecek, der. Öğretmen, çevresindeki bazı kimselerin dinin kendilerini ezdiğini, kendilerine güvenlerinin öldüğünü, bir büyük destekleri olmadıkça, bir değere sahip olmadıkları inancının yerleştiğini söyler. Birinde yenilirsen, yılmayıp yeniden saldırmalısın. Biraz faydalı olmak, haksızlığa uğrayan birine yardım etmek, komşudakine tamah etmeyip, kendi pişirmek, çalışmak, Dürane’nin kızını okula alıp okutmak, Nohut Deresini kurtarmak… Pehlivan, bunları da çocuklara söyleyip söylemediğini sorunca, onlar kendileri bulacak, der. Sezmelerine, bulmalarına yardım etmek, benim işim onları böyle yetiştirmek.

İbrahim elinde bir cevizle eve gelip Yazı dersi için değil, Tarım İş dersi için şarlaktaki bahçelere gidip, ağaçlardan kese toplayıp yaktıklarını, söyler. Kesenin birinde bin kurt var, der. Annesi bunun neresi ders? Millet işin kolayını bulmuş. Kitapta bir şey okutup, ezberleteceğine, çocuklara jimnastik, Tarım-İş, kandırmak için de ikişer ceviz veriyor, der. Gök Sultan bunu Dürane’ye anlatır. Dürane bu yüzden hükümete kızar, ellerin köyüne akıllı uslu adamlar, bizimkine deliler salarlar, der. İbrahim, suç işlemiş gibi bakar. Bu çok kötü bir şey mi, yaptıkları günah mı, diye düşünür. Dürane cevizleri çocuklarına dağıttığını anlayınca kızar, onun nesine gerek ceviz deyip, küplere biner.
Dürane, partidekilere öğretmeni kötülemek için birini ayarlar, onu öğütler. Köylüyü bir birine katıyor. Hoşnut değiliz, çocukları okutmuyor, diyeceksin, der. Sonra da gel paranı al, der.

Muhtar, Hafız Osman’ın evine gider. Karısı Kur’an okuduğunu konuşursa kızacağını, bu yüzden biraz müsaade ister. Hafız önceden anahtarı alıp imam olmaktan çekilmişti. Muhtar, ona başka imam bulamayız sanma, işine dön, der. Muhtar öğretmene, rahat olmanın yollarını söyler. Söz dinlese, sobasının yanacağını, dersten çıkınca sedire uzanıp rahat hayat süreceğini, bir de kız istedik mi işinin tamam olacağını, söyler.

Pehlivan, Ulupınar’ın suyunu bir arıkla Uzun Saylara çıkarıp, tarlalara ağaçları enine dikeceklerini, muhtarlık zamanında yaktığı ormanı yeniden kuracaklarını anlatır. Pehlivan, köycek çıkıp fidanları aşılayalım, der. Adamlara sorular sorup, kendilerine çekmeye, çalışırlar. Madem sulu tarlayı seversiniz, on günden fazla çalışmayı seversiniz, o zaman Ulu Pınar’ın suyunu, Uzun Saylar’ın başına çıkarsanız, ordaki tarlalarınıza ağaç dikmeyi de sever misiniz, der. Tabi derler. Pehlivan, mart dokuzu der demez, kazma kürek iş başı yaparız, der. Pehlivan, bu akıl bizim öğretmenin aklıdır, der.

Dürane, Asiye’yi okula yolluyorum. Damalınınkiler dereyi bozmuş mahkemeye gideceğim, der. Kızı yolluyorum ki yargıcın kanaati bu yüzden bana karşı zayıflamasın, der. Asiye’yi çağırıp öğüt verir. Terbiyeli ol, kardeşinle okula git, sükutçe okula git, gülmek sırıtmak yok, bir şey sorarlarsa cevap ver, tek tek söyle, sözün anlaşılsın. Kavga dövüş yapma, asi olma, derslerine dikkatli ol, yazıyı belle, ciddi ol, hesabı öğren, namusunu iki paralık etme… diye öğütlüyor. Saçları örgülü, kolları bileziklidir. Bilezikleri Dürane çıkarır, bir de entari alayım sana tamam, der. İbrahim’e kız kardeşine dikkat etmesini, söyler ve onun namusu senin namusun, der. Saçının telini kesmek yok, her gün taran, yıkan, örgünü ör, Dürane’nin kızında bit çıkmış, demesinler. Düşmanların ağzına laf verme, der.

Dürane damadını çağırır. Damadı ona olanları anlatır. Öğretmenin okulda Köy Meclisini toplayıp Dürane’nin kene gibi enseye yapışıp kanlarını emdiğini, onun başını ezilmesini köylüye söylemiş. Dürane, köylünün Kuvay-i Milliyesini nasıl kırıyor, İslam dininin bildiğini nasıl zayıflatıyorlar, anlarlar onlar, der. Osman Hafız’ın elinden cami anahtarını attıran da o! Zaten ne namaz biliyor ne abdest. Doğru dürüst Cumalara bile gelmiyor. Namaz kılmayan biri fitnelik, fesat, komünistlik düşünür. Mahkemeye verdiğimde onu öğretmen olarak yazdırmayacağım, köylü gibi yazdıracağım ki vaziyet anlaşılmasın. Hükümet de öğretmenin ne mal olduğunu anlasın, der. Dürane ilçeye gider, işini halleder, kurulu yazdırır.

Bu arada Osman Hafız anahtarı geri alır. Asiye okula devam eder. Dürane okula gelip, siz beni yanlış anladınız, Ulu Pınar suyunun çıkarılması işine hayran oldum. Ekili tarlanın ise Damalı köyü yapar, önüne üç dört deli düşüp de onun için ekili tarlayı bozmuşlar, der.

Topal Pehlivan kimi yakalarsa, gölgeyi mi seversin günü mü? Uzun savlardan sonra Nohut Deresi’nin ağaçlandırılmasını, her evin önünün yeşil yapılmasını anlatır. Böylece köylülerde kulak dolgunluğu yapar.
Pire Bacı, gelip öğretmeni uyarır. Dürane’den kendisini sakınmasını tembihler. Dürane’nin kendisine ahlaksız bir teklif sunduğunu, para verip öğretmeni basarız, demiş. Kendisinin bunu kabul etmediğini söyler.

Köyde bir düğün var, öğretmen de davetlidir; fakat öğretmen gitmek istemez. Eğitmenin ısrarı üzerine gider. Dereye iner, orada çocukların kimisinin düşüp su içinde okula geldiğini görür. Köprünün buraya lazım olduğunu, el ele verip birbirlerine destek olacakları yerde işleri kendileri için çalışan adamı çelmekte, deyip yoluna devam eder ve düğün evine varır. Dürane orda da öğretmene yağ çeker. Gençlerden de biri çalgı ister misiniz, dediğinde öğretmen, olur, der. Hafız, bu dünyanın neşesi ibadettir. Çalgı dinlemenin sevabı yok, gülmek makbul değil. Peygamberin düğünü ilahiliydi. Kavalla keman vardı. Şimdi yeni çalgılar var, hiç eski çalgıları dinletelim mi, demiyorlar. Ardından Molla Ali, bağlama da günah, der.

Efendimiz zamanında ibretmane bir öykü anlatır. Peygamber mezarlıktan geçerken, kulağına acı sesler gelir. Açıl ya kabir deyince kabrin içinde bir adam gözyaşı içinde, kedi bağrını deşiyor. Dünyada hayırsız bir oğlunun olduğunu, bağlama çalınca böyle kedinin bağrını deştiğini, söyler. Efendimiz gidip çocuğu bulur, gık demeden çocuk ölür, der. Hafız Osman, zaten Peygamberimizin gücü kuvveti yerindeymiş. Bir vurdu mu iki ederdi, bastığı yerler titrerdi… diye konuşur.

Öğretmen düğünden artık gitmek ister. Dürane ısrarla bu gece kalmasını ister fakat öğretmen kabul etmez. Köylüyü yaptıklarından dolayı suçlar fakat öğretmene bir şey demez. Okuma yazma dünyanın temeli, Maarifsiz millet payidar olamaz, öğretmenler Türkiye’nin güneşidir, demeye başlar.
Öğretmen yolda Dürane’nin ne numaracı olduğunu, Damalı’nın molla takımının da alem olduğunu düşünür. Öğretmen böyle düşünürken, kendisine bir saldırı olur. Onu iyice hırpalarlar ve öylece kanlar içinde bırakırlar.

Hava soğuk, kar yağıyor. Eğitmen, öğretmene bakıyor fakat odasında yok. Acaba yolda gelirken bir şey mi oldu, diye endişelenir. Okula köylerden gelen çocuklara, yolda bir şey görüp görmediklerini sorar; fakat bir şey görmediklerini söyler, çocuklar.

Dürane’den şüphelenirler. Asiye ve İbrahim’e sorarlar, fakat Dürane o gece ordan ayrılmamış ama enişteleri davarın başında yatarken dün ve evvelsi gün yoktu, der, çocuklar.

Köy için öğretmen direkti. O olmazsa Nohut Deresi’ni süremezdik, Osman Hafızı eğemezdik. Çocukları iyi okuturdu, yoksulun dostuydu, karıda kızda gözü yoktu, ağaçları sever, şakaya gelir, sanki memur değil bizim gibi köylüydü… derler hakkında. Çocuklar suskun, var mı yok mu belli değil. İçlerinden ağlayanları da vardı.

Kar izleri kapatmış, öğreteni aramaya çıkarlar. Derenin duldasına geldiklerinde muhtar, 3-4 taş görür bu iş burda oldu, der. Bir inilti duyarlar ve oraya koşarlar. Öğretmeni kan içinde görürler, başına vurmuşlar.

Herkes bu işi kimin yaptığını bilir ama bir şey yapamazlar. Muhtar herşeyin tutanağa yazılmasını ister. Pire kızı duyunca gelir, ben sana dememiş miydim? Ne bilir onlar okulu, okumayı, öğretmeni, öğretmenin değerini… Jandarmalar gelir, durum anlatılır. Dürane’nin evine giderler, Dürane kendisinin hasta olduğunu, bu yüzden yataktan kalkamayacağını, yasada hasta adamı götürmenin olmadığını söyler. Jandarma, ben tutanak yazayım da, ister kalksın ister kalkmasın der.

Ankara’daki Yunus Bey’e en iyisi bu konuyu açayım, öğretmeni sepetlesin yoksa köyün adı cinayetçi çıkacak, telefon açsın onu alsınlar, der. Dürane, artık Asiye’yi okula göndermeye de son verir.

Epey bir zaman geçer. Jandarma öğretmene gelip şikayet varmış hakkında, ifaden alınacak, der. Muhtar, öğretmene sen şikayetçi olacağına o şikayetçi oluyor ama hastasın bu yolculuk sana iyi gelmez. Öküz bağıracakken, kağına bağırıyor, der.

Altı Parmak’la öğretmen Orta Köyün yolunu tutarlar. Altı Parmak, bunlar bu yıl ölenler. Şu gelinler ya çocuk düşürürken ya da doğururken öldü. Cahil ve köylünün çocuğu çok olur. Herkes okuryazar olursa o zaman asker durumu tehlikeye düşer. Bu yüzden galiba yeni parti yoksulluğu arttırıp, okul işini gevşetti. İkisi istenilen yere varıyor. Öğretmen Orhan Beyle konuşuyor. Köylerimizde bir takım anlaşmazlıklar var, burda sizin orta yolu bulmanız lazım, yani tarafsız olmak. Bir adamın başarılı olabilmesi için her sakala göre tarak vurmayı bilmesi lazım ya da nabza göre şerbet… Öğretmen, bize genelge üstüne genelge yolluyorsunuz. Dürane adındaki zorbanın üç yıldır okul kaçağı kızını okula almak mı suç? O genelgeler Burdur’dan Ankara’dan geliyor. Dağdaki çobanı, köydeki Kezban’ı okutamazsın, okutmak istersen başın belaya girer. Öğretmen, ben orda keyfim için dövülmedim, işin sonucu ne, der. O da, Damalı’da kalman uygun değil, size ders olsun. Ali Bey köyünde çalışacaksınız, der. Altı Parmak’a partilerin bu konuya el attıklarını, kaymakamı, savcıyı, gerekirse valiyi, müdürü görmen lazım, nasıl yerimi değiştirirler, der. Savcı, mahalli jandarmadan aldığı malumata göre soruşturmanın devamını gerektirecek bir şey yok der. Artık öğretmen demirci olmayı düşünür.

Öğretmen rapor almak ister ve doktora giderler. Doktor, hastasının heladan çıkınca elini sabunla yıkamasını ister. Böylece hastalıkla baş eder, der. Doktor bunları daha ilkokuldan aydınlatacaksın, kendi sağlığını kendi koruyacak, der. Öğretmen Doktora olanları anlatır, kasabaya demirci olmak için mi okudun? Artık öğretmen olarak yapacağımı demirci olarak yaparım, der. Taş var, köpek yok. Köpek var, taş yok. Taşta da var köpekte var. Sıkıysa at taşı. Köpek kralın köpeği, diyor… Gerektiği zaman kralın köpeğine taş atabilecek insanlar yetiştirelim, eğitim sistemimizi ona göre ayarlayalım, diyor. Damalı öğretmenin günler sonra yarası kapanır. Ali Gede gelir, öğretmen ona demirci olacağını söyler. Ali Gede, bir ahlaksızlık yaptı da hükümet attıç… derler, senin hakkında, der.

Orta Köy’e Damalı öğretmen demirci olur. Birgün Damalı öğretmen Damalıya gider, herkes onun geri döndüğünü sanır. Öğretmen okula gittiğinde, Asiye’nin yerinin boş olduğunu görür. Pehliva: okumak dünyanın anahtarı! Okumak tatlı bal, bir bilseler kıymetini, der. Eski Damalı öğretmen, artık öğretmen olmadığını, naklini durdurmadığını, Ali Bey köyüne gitmediğini, Orta Köy’de demircilik yapacağını söyler. Bir öğretmen vermezlerse işlerine devam etmelerini, Nohut deresinin muhakkak kurtarılmasını, kızların okutulmasını, Uzun Saylar’a su çıkarılmasını… söyler.

Demirci ustası Musa ile çalışır. Gelen işleri bitirir, boş vakit bulursa maşadır, çapadır bir şeyler yapıp duvara asar. Çevre köylerden gelip isterlerse onlara verir. Köylülere aydınlığı gösterme savaşına devam ediyor. Köylüler Demirci ustasını evlendirmek ister. Gülşen adında bir yıl olmadan dul kalan, kocası maden ocağında kalan birini önerirler. Kocasının yoksullukları yüzünden bu işi kabul ettiğini ama öldüğünü söylerler. Orta Köy usullerine göre demirci ile adam asma altına çekilip bekleyecek, Gülşen’le yanındaki bu işi hazırlayan kalkınca şöyle bir bahçeyi dolaşacak iki taraf birbirini görecek böylece. Zaten Gülşen’in Demirciyi görmesine de gerek yok. Bu usule göre iki taraf karşı karşıya gelir ve birbirlerini görürler.

Demirci Jandarma Karakol Komutanına şikayet için gider. Jandarma Karakol Komutanı Demirciyi tanır ve ona kafasının iyileşip iyileşmediğini sorar. Anlaşılan yeni yaralara ihtiyacın var, Damalıyı karıştırdın, şimdi Orta Köy’de mi sıra? Bak başka köye atıldın. Orta Köy çiftçileri yıllardan beri işledikleri bey topraklarının, kendi toprakları olduğunu birden nasıl bilirler, diye sorar. Demirci Nohut deresi davasında haklı çıktı. Orta Köy çiftçilerinin işledikleri toprak kendilerinin, der. İkisi arasında münakaşa yaşanır. Jandarma Karakol Komutanı, sen git gerekeni yaparız, der.

Jandarma Karakol Komutanı gelip, Demirci’ye Orta Köy’den gitmesini, Yunus Bey’in küplere bindiğini, milleti birbirine düşürdüğünü, millet tarlaları verirsek oy vermeyiz, diyor. Demirci içten içe bir sevinç hissediyor. Jandarma Karakol Komutanı, Demirci’yi tehdit eder. Buralardan gitmesini ister.
Gülşe’nin ailesi, Demirciymiş ama gittiği yerde bir yıldan fazla kalmıyor. Gülşen acından ölmez, diye sert çıkış yapar. Zanaati, tahsili var, sebat etmedikten sonra neye yarar, der. Herkes Demircinin kaçtığını söyler. Demirci artık dayanamayıp rahata düşkün olmadığını ama ölümden korktuğunu, dünyaya doymadan, bakımlı çocuklar, çocukları uysallaştırmayan okullar görmeden ölürüm, diye korktuğunu söyler. Giriştiği her kavgada yenilmek, alta düşmek istemediğini, yenildiğinde hıncını ala ala yendiğini göreceğini, eşi dostu uyansın, hep birlikte savaşsın, diye gidiyorum, der.

Gülşen ile anlaşıp gece başka bir köye kaçma planları yapar. Bu haberi Gülşen’e de duyurtur ve bir gece Gülşen’le beraber kaçarlar. Aralıksız yürürler, yorulurlar en sonunda Yaşar Köy diye bir köyde dururlar. Gülşen’le konuşurlar. Gülşen bazı konularda kendisinin dik gittiğini söyleyince bunun üzerine Demirci, göstermezsem göremeyecek durumda olanlar var. Düşün ki okumamışlar, uyanmamışlar, aydınlık diye bir şeyden haberleri yok, gözleri var ama gözün ardında görmelerini sağlayacak ışıkları yok, kulakları var ama duyduklarını seçecek bilgileri yok. Ben de biliyorum bülbülün çektiği dili belası! Ama bela var diye bülbül ötmeyecek mi? Bizimki o hesap, eğriye eğri, doğruya doğru. Yaşar Köy benim Onuncu Köyüm, burda dikiş tutturamazsak başka köye gideriz.
Gece birinin kapısını çalar, eve konuk olur ama ev ahalisinin yüzü gözü oyuk oyuktur. Belli bir zamanda kuşların geldiklerini ve onlara saldırdıklarını ve sonra onlara geldikleri yöne doğru gittiklerini söylerler, Onuncu köy sakinleri. Elleri, yüzleri, gözleri, günlerce kokar ve kuşlara dokunmadıklarını eğer dokunurlarsa çarpılacaklarını, söylerler. Kara Sakal adlı imamları onlara kuşları Tanrı’nın yolladığını, kuşlara itaat edilmesi gerektiğini, yoksa kötü şeyler olup pişman olacaklarını söyler.

Demirci, herşeyin bir sebebi var. Ateşi söndürmeden yatarsan yangın olur, uyuzluğun nedeni pislik, sıtmanın nedeni bataklıklar, sivri sinekler… Nasıl önleneceği okulda öğretilir, herşeyin bir yolu var, der.

Kimsenin gülmediği, konuşmadığı bir yer Yaşar Köy. Herkes toplanmış, Demirci konuşunca bu kim, diye bakıyorlar. İmam Feyzi Efendi gelip dua edin, tesbih çekin, zikredin, der. Demirci onlara bir öykü anlatır, ardından onlara kendisinden bahseder ve buraya niçin geldiğini anlatır. Ordakiler Demirci’ye Dela demesine karşılık köylünün aklına girer, kuşlara karşılık verilmesi gerektiğini söyler.
Ertesi sabah herkes kuşları beklerken, muhtar Demirci’yi destekleyip bir kez de onu dinleyelim, der. Demirci, “Başarmanın ilk şartı yürek, sonra birlik, böylece de karanlığı yırtarız. Kafalarımızı, kalplerimizi ısıtmak için okul açacağız, ” der. Geleceğe yönelik güzel şeyler söyleyip köylüyü ikna yoluna girer. İmama, şimdiye kadar cemaatin ona uyduğunu, şimdi ise onun cemaate uymasını söyler. Ya uymasını ya da gitmesini ister. Burası bizim Onuncu Köy’ümüzdür, der.
Kuşlar gelip de başıma konunca ben ne yaparsam, siz de benim yaptığımı yapın. Kuşlar gelir, Demirci’ye saldırınca, Demirci ne yaptıysa köylüler de aynısını yapar. Demirci, kuşlara iki koldan saldırır. Kuşların bir kısmı düşer, bir kısmı da geri gider. Gayret kendi ellerinizdedir onları öpün der. Böylece kuşlar geldiği yöne gider ve köy kuşlardan temizlenir.

Sonuç:

Bu romanda, bir köy öğretmeninin yobazlığa, bağnazlığa karşı direnişinin ışığında eğitim sorunlarına ve bürokrasinin o kaydırmacı yaklaşımına değiniliyor. Öğretmen, verdiği savaşta köylüyü yanına alıp, haksızlığın yolsuzluğun karşısında durdukça, doğruları söyledikçe, yerinden edilir. Dahası çok sevdiği mesleğinden… Ama Öğretmen, yılmaz savaşını Onuncu Köy’e kadar devam ettirir.

Nurcan Çaylı

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..