Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '13

 
Kategori
Gelenekler
 

Osmanlı’da Ramazan ayının geldiği nasıl tesbit edilirmiş?

Osmanlı’da Ramazan ayının geldiği nasıl tesbit edilirmiş?
 

Ramazan Ayında Osmanlı


Sizlere eski ramazanlardan söz etmek istiyorum.  Okudukça zamanımızla çok farklı olduğunu göreceksiniz. Hoşunuza gidecek.

Ayrı bir sadeliği var.

Sadelik derken, daha insancıl, daha duygusal ve daha güzel...

 

İnsanlar, zamanımızdaki kadar duygularını yitirmemişler, hep benci olmamışlar, yalnız bende olsun, başkası bana ne dememişler.

 

Elif her zaman:

“Ah ben çok eski zamanlarda yaşasaydım” der.

Ona hak vermiyor değilim.

 

O zamanlarda:

Özellikle kadınlar çok fazla yoruluyorlar, çamaşarlarını, bulaşıklarını ellerinde yıkıyorlar, kömür ütüsü kullanıyorlar, elektrik süpürgesi yerine çalı süpürgesi ile evlerini süpürüyorlar, temizlik için detarjanlar kullanmıyorlar sabunla temizleniyorlar, tıpkı saçlarını da yeşil sabunla yıkadıkları gibi…

 

Hani şimdi naturel olsun,  organik olsun diye uğraşıyoruz ya, alacaklarımızın doğal olması için daha fazla para ödüyoruz ya. Eskilerde doğal zaten her şey...

 

Burada bir ayrıntıyı ele almadan geçmemek gerek. Şimdilerde biz kadınların elinden bulaşık, çamaşır, kurutma makinesi, elektrik süpürgesini, ütü ve benzeri elektrikle çalışan ev aletlerini alınız bizler öylece kala kalırız.

Şimdi hangi kadın elinde tüm ailesinin çamaşırını yıkarda birde sakız gibi tertemiz yapar. Zor, hatta mümkün değil.

Ben neyi anlatacakken nerelere geldim.

 

Eskilere gidelim çok eskilere. Osmanlı dönemlerinden söz etmek o dönemdeki ramazanları anlatmak istiyorum.

 

Önce Ramazın başlamasını yazmak gerek. Ramazan ayının rü’yet meselesiyle İstanbul kadılığı ilgilenirmiş.

Ramazan olmayı melhuz olan akşam İstanbul kadısı, maiyetindeki memurlar Şeyhülislam’ın dairesinde toplanırlarmış. Bu öyle herhangi bir toplantı da olmazmış. Birkere kadı çok güzel hazırlanan mükkemmel bir ziyafet verirmiş davetlilerine…

 

Memurlar, camide çalışanlar ve meraklılarda İstanbul’un güçlük çekilmeden hilalin görüleceği yerlere giderlermiş.

Buralar; Bayezid yangın kulesi, Süleymaniye, Fatih, Cerrahpaşa, Sultan Selim ve Edirnekapısı Camii minarelerymiş.

Ramazan ayını görenler orada heyete bildirirlermiş. Fetva emininin emriyle iki kişi içeri alınırmış.

 

Bir dâva tasviri ile dâvacı ve dâvalı taraflar da teşekkül edermiş...

Biri diğerinden Şabanın son gününde yeni ay görününce ödeme taahhüdünde bulunduğu vaktiyle aldığı teşbihin bedelinden kalan yüz kuruş borcunu istermiş.

Kadı hemen sorarmış:

"Bunun isbatı için şahit gösterin"

Ramazan ayını görenler hemen huzura alınırlarmış. Onlar:

 “Bu akşam ezandan üç dakika sonra minareden mübarek bilali re'ye'l-avn gördük. Bu gece Ramazan gecesi olduğuna şehadet ederiz” derlemiş.

 

Bu muhakeme esnasında Fetvahane'nin büyük kapısı usulen kapanırmış.

Muhakeme bitip de ilâmı (karar) hazır oluncaya kadar Ramazanın sübûtu hakkında harice hiçbir şey sızdırılmazmış.

Hattâ hilâlin görüldüğü haberine intizar eden Süleymaniye Camii baş mahyacısı da kapıda alıkonurmuş.

Alınan mahkeme ilâmı sicil defterine kaydolunur ve Şeyhülislâmlık makamına diğer bir şer'î ilâm Kadı Efendi tarafından mühürlendikten sonra kapının açılmasına müsade edilirmiş.

 

Mahyacıbaşı da elinde tahta kutu içinde duran kandiliyle dairenin binek taşından Süleymaniye Camii minaresinde intizarda olan kandil-cilere işaret verirmiş.

Bundan da diğer minareler görerek kandilleri yakarlarmış.

 

Ramazan başlamış olurmuş.

Mahalle aralarında çocukların peşine takıldığı davullarla bekçiler tarafından ertesi gün Ramazan olacağı halka ilan edilirmiş.

 

Ciddi bir seromoni başlarmış.

Gerçekten güzel değilmi?

Yaşanan heyecanı düşünebiliyormusunuz? Şimdi ne kadar az şeylerle mutlu oluyoruz. Seviniyoruz. Her zaman sinirliyiz, asabiyiz, kızgınız.

İki kişi bir araya gelse ne kadar stresli bir gün geçirdiklerinden, tansiyonlarının yükseldiğinden nefes alamaz hale geldiklerinden söz eder…

Kimse şükür etmeyi bilmiyor, kimse mutlu olmayı bilmiyor.

Mutluluks adece parada kalmış. Zenginsen mutlu olurmuşsun gibi bir yanlış büyüğümüz, küçüğümüz herkesin aklına işlenmiş. Oysa hiçte öyle değil.

 

 Şimdi Ramazan geldiya güzelliklerini de yanında nasıl getirdi yâda getiriyormuş onu okuyalım.

 

Hususî Ramazan Imamları ve Teravih Namazları; büyük konak ve sarayların hemen umûmunda teravih namazları âyinler ve ilâhilerle edâ olunurmuş.

 

O zamanları ve orada olduğunuzu bu güzellikleri bire bir yaşadığınızı farz edin nasıl mutlu olmazsınız?

Okurken bile yüzümün aldığı hal tebessüm! Birde yaşadığımı düşünün…

Gittikçe güzelleşiyor, devam edelim.

 

Bu âdet o kadar kökleşmiştir ki her daireye her yıl gelmeleri ve getirilmeleri mutad olan eski imamlarından başka bilhassa Ramazan için Kur'an-ı Kerim'i güzel okuyan imamlar ve musikîde behredâr olan beş altı da müezzin seçilip alınırmış…

 

İşin içine müzikte girince tadına doyum olmaz. Müziğinde o zamanki hali. Yozlaşmamış, batının formlarından ilaveler olmamış yani oda Türk motifleri ile bezenmiş, saray müzikleri ya da eskilerden nağmeler…

 

Sıra teravih namazına geldi…

Teravih için her akşam konakların geniş divanhâne-lerine uşaklar, halılar ve seccâdeler sererler ve beşizli şamdanları münasip yerlere korlarmış.

Gözünüzde canlandırabiliyormusunuz?

 

Saraydanda söz edersek:

Şehzâdeler ve sultanlar saraylarında ve bazı büyük dairelerinde haremle selamlık arasını ayırmak için kafesler çekilirmiş.

Bunun arkasına harem mensupları için seccadeler serilirmiş.

Müezzinler yatsı vakti gelince çifte ezan okurlarmış.

Misafirler de ağır ağır kollarını sıvayarak abdest almaya başlarlarmış.

Müezzinler de arka safta cemaatin hazırlanmalarını beklerlermiş.

 

Burada bir sır vereceğim sizlere. Tabi iki kişinin bildiği sır değilmiş ama bunu da her okumuş ve okuyacak olan bilecek olsun bence güzel bir sır.

 

Bazı büyük konaklarda bulunan müezzinler gece de orada kalırlarmış.

Ev sahipleri namazdan sonra bunlara güzel fasıllar okuttururlarmış.

 

Sanki gözümde canlanıyor, sanki kulağıma müzik sesleri geliyor.

Sahurdan sonra ve sabah namazından önce Imam Efendi mukabele okurmuş.

 

İftar sadece ev halkı ile olmazmış. Üst memurlar maiyetindekileri iftara alırlarmış.

Akrabalar birbirlerinin iftarına giderlermiş.

Büyükler iftara davet edilirlermiş.

Küçükler mutlaka aile büyüklerinin evinde iftar açmaya davet edilirlermiş.

 

Ramazan ayında genellikle yalnız iftar açılmaz bu mubarek ayda gönüller sultanı Ramazan’da herkes birbirinin evine konuk olur, yemeğini yer, duasını eder, güzel sohbetler edilir, namazlar kılınır, hayır duaları alınırmış.

 

O zamanki insanların iç huzurunu hissediyor gibiyim.

 

Sanki kalbimin hızı azaldı, boğazımdaki hiçbir zaman yutkunmayı başaramadığım her ne ise yutkundum. İçimdeki deli esen rüzgârlar sakinleşti.

 

Bunlar sadece bir yerde okuduğum bu güzel ramazan yazısı ve benim yorumlarım, benim o zamanda olanları ekrandan görür gibi görmem, hatta abartıp onların yanında kendimi orada hissettiğimden oldu.

Mutluyum.

Kıssada olsa öyle hissettim, gerçekten sevinçliyim.

 

O günlerin bir farklılığı da yazmadan yazımı bitirmeyeceğim.

Her ev 3 – 5 sofralık fakir gelecek düşüncesi içinde yemek hazırlarlarmış. Bahtiyarlığa bakınız…

 

Bizlerde o zamandaki kadar asil duygular içinde belki hareket edemeyiz ama yapacağımız muhteşem güzellikler var…

 

Fakirleri sevindirsek,

Büyüklerimizi iftara davet etsek, öyle resteurantlara değilde kendi yaptığımız yemeklerle donattığımız soframızda onlara iftar yaptırsak.

Yani emek versek!

Dostlarımızı, yakınlarımızı, ahbaplarımızı, arkadaşlarımızı hatırlasak ve onlarla birlikte bu mubarek Ramazan ayının bu mubarek akşamlarından birinde birlikte iftar açsak…

 

Çok güzel olur.

 

İftarınız bolluk içinde olsun, orucunuz kabul olsun inşallah…

 

 

Nazan Şara Şatana

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....