Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '14

 
Kategori
Kimya / Kozmetik
 

Osmanlı sarayında, parfüm ve buhur suyu geleneği

Osmanlı sarayında, parfüm ve buhur suyu geleneği
 

Güzel koku, güzel bir yaşama açılan kapının anahtarıdır.

Osmanlı imparatorluğunda temizlik, sağlık, güzellik, güzel koku çok önemli ve üzerinde durulan konulardı.

Sağlıklı yasam ve huzurlu bir hayatın gereği olarak görülen temizlik ve güzel kokuya ne kadar değer verildiği, günümüze kadar gelen arşiv belgelerinde de görülmektedir.

Güzel kokunun kişiyi sakinleştireceği, ruh halini düzelteceği inancı toplumun genelinde yaygındı.

Osmanlı İmparatorluğunda koku, adeta bir devlet politikası gibi ele alınmış ve resmi protokolün bir parçası olarak uygulanmıştır.

İmparatorlukta, çeşm-i bülbüllerden, tombaklardan yapılan ilk parfüm şişeleri ile koku günlük hayata da girmiştir.

Geleneksel Osmanlı parfümleri; genel olarak, kokulu sular, kokulu yağlar ve gâliye gibi özel kokulu macunlar olarak sınıflandırılabilir.

Kolonya gibi alkol içerikli kokular ise, 19’uncu yüzyılın son çeyreğine dek Osmanlı parfümcülüğünde hiç yer almamıştır.

 

BUHUR SUYU NEDİR?

 

Buhur suyu, geçmişi yaklaşık 550 yıl öncesine uzanan, içeriği ve yapılışı hakkındaki bilgiler günümüze kadar ulaşmış, Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait bir çeşit parfüm olarak tanımlanabilir.

Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait güzel koku denilince, ilk akla gelen şey buhur suyudur.

İmparatorluk döneminde özel olarak yapılmış billur şişeli parfümler olarak tanımlayabileceğimiz “buhur suyu”  kültürel bir öge olarak da farklı bir yere sahiptir.

Buhur suyu; sandal, sedir, sığla, pelesenk ve öd ağacı gibi tütsü olarak yakılan güzel kokulu ağaç parçacıklarının, gül suyu içinde kaynatılmasının ardından, misk, amber ve çiçek suyu eklenmesi ile elde edilirdi.

Topkapı Sarayı’nda Fetihten Tanzimat’a kadar devam eden bir gelenek olarak, her yıl Ramazan ayının 15’inci gününü müteakip özenle hazırlanır ve bir törenle padişaha takdim edilirdi.

Enderun'da, Seferli Odası denilen bir çeşit laboratuvarda imal edilen buhur suyu, padişahtan başka hareme, saray mensuplarına, vükelâya ve ulemaya da, zarif billur şişeler içinde dağıtılırdı.

Buhur suyunun imalatı ve dağıtımı büyük bir ciddiyetle yürütülür ve her aşaması kayıt altına alınırdı.

BUHUR SUYU BİR DAVETİYEDİR

Buhur suyu, Hırka-i Şerif Alayı’na katılacaklar için, davetiye yerine geçerdi.

İngiliz elçisi, Kraliçe Elizabeth’e sunduğu raporda İstanbul’da şerefine verilen ilk ziyafette yemek bitince

Ellerini ‘buhur suyu’ denilen içinde öd ağacı, misk, sandal ağacı ve çiçek suyu bulunan, çok güzel kokulu bir suyla yıkadığını büyük bir heyecanla yazmıştır.

1708 tarihli Çamaşırcı başı Yusuf Ağa’nı defterinde buhur suyu ile ilgili, detaylı bilgiler yer almaktadır.

Bu kayda göre padişah, çamaşırcı başı tarafından sunulan buhur suyunu kabul ettiğinde; 15 altın çamaşırcı başına, biner akçe de diğer yoldaşlarına dağıtılmak üzere ihsanda bulunmuştur.

Buhur suyunu devlet ricaline götüren ağalara da, devlet ricali tarafından mevkilerine uygun birer hediye ve bahşiş verilmesi de eski adetlerdendi.

Yıllar geçtikçe buhur suyu getiren ağalara verilmesi zorunlu olan bu hediye ve bahşişlerin ricale ağır geldiği de ifade edilmeye başlanmıştır.

Bu durumu işiten Sultan III. Mustafa’nın bundan böyle sadrazam ve şeyhülislam dışında ricale, buhur suyu gönderilmemesi için talimat verdiği de yine kayıtlarda yer almaktadır.

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde buhur suyunun İstanbul’daki misk satıcılarında ve gül suyu esnafında bulunduğunu, halka satıldığını yazmıştır.

 

OSMANLIDA GÜL SUYU KULLANIMI

 

Osmanlı’da sıkça bahsi geçen diğer bir koku da gül suyudur. İslam inancında Hz. Muhammed’in teri olarak kabul gören gül, aynı zamanda bu coğrafyanın en önemli kokulu çiçeklerinden biri.

Bu durum, gül suyu ve gül yağının değerli bir meta olmasına yol açmıştır.

Güzel kokunun sanat haline geldiği Osmanlı Sarayında; asırlarca gelenek olarak ister yabancı devlet elçisi, ister halktan biri olsun tüm konukların, gülsuyu ve buhur ikramıyla karşılandığı bilinmektedir.

Mevlit, mukabele, hac karşılaması ve benzeri dini toplantılarda gül suyu dökme âdeti ise günümüze kadar ulaşmıştır ve hâlâ sürmektedir.

Gül suyuna itibar her zaman çok fazla olup, yeni yapılan ya da onarılan camiler açılırken gül suyu ile yıkanması adettendi.

Osmanlı mutfağının da ayrılmaz bir parçasıydı gül suyu.

Güllaç, su muhallebisi, güllabiye ve şerbetlerin tamamlayıcısıydı.

Kaynaklarda, cilt ve göz hastalıklarına karsı ilaç olarak gül yoginin kullanıldığı bilgisi de vardır.

Gül suyunu serpmek için şişkin gövdeli, ince uzun boyunlu cam, gümüş, tombak ya da porselen gülabdanlar kullanılmıştır.

Bütün bunlardan başka gül tensel bir kokudur bu bakımdan da hep ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştur.

 

OSMANLI KOKU KÜLTÜRÜNÜN DİĞER ÖGELERİ

 

Osmanlı’da gül dışında, misk ve amberde çok rağbet gören kokular olmuşlardır.

Koku merakı, sadece güzellik, sağlık ve temizlikle sınırlı kalmamıştır.

Hattatların Kur'an-i Kerim'i kopyalarken kullandıkları mürekkebin, misk ve amberle karıştırıldığı, el yazmalarında bugün bile fark edilmektedir.

Geçmişten günümüze, bu amaçla kullanılan doğal kaynaklar hemen hiç değişmemiştir.

Yasemin, sümbül, gül, zambak, reyhan, ıtır, tefarik, sandal, öd ağacı, ful, kakule, tarçın, karanfil hala en seçkin kokuların hammaddelerini oluşturmaktadırlar.

 

OSMANLI SARAYINDA KOKU KULLANIMI BELLİ KURALLARA BAĞLANMIŞTI

 

Sarayda, hiç kimsenin ağzının, vücudun, ayağının kokmaması ve bunun içinde belli kurallar çerçevesinde yıkanması gerekirdi.

Esans kullanımı statüye göre değişirdi.

Valide Sultan’ın 70 gram esans kullanma hakkı vardı.

Cariyelerin ise ayda 3 gram esans kullanma hakkı vardı. Üç gram esans çubukla sürüldüğünde 1 ay bile kullanılabilirdi.

 

MİSK VE AMBERDEN YAPILAN GALLİYE NEDİR?

 

Osmanlı’da buhur suyu ve gül suyu dışında başka parfümler de kullanılmaktadır. Bunlar özellikle 17’inci yüzyıla ait kayıtlarda yer alıyor.

Gâlliyeler hakkındaki en eski bilgilere 1640 tarihli Es’ar Defteri’nde rastlanıyor.

Macun kıvamında olan gâlliyelerin ana bileşenleri misk ve amberdir. Bu yüzden oldukça pahalı idiler.

Galliye, misk ve amber karışımına sümbül, tütsülenmiş söğüt, saf beyaz mum ve nişasta eklenerek hazırlanmaktadır.

Bu kokular galiyedan denilen küçük kaplar içinde saklanır ve parmak ucuyla çok az alınarak saç ve kaşlar üzerine sürülerek kullanılan parfümlerdi.

20’nci yüzyılın başlarına kadar seyyar esans satıcılarının çantalarında bulunabilen ve erkeklerin bıyıklarına sürerek kullandıkları galiyeler, Kaye-i misk-i fiamator ve Kalye-imisk-i Mısır olmak üzere iki şekilde anılmaktadır.

Osmanlı’da kullanılan diğer bazı parfüm isimleri ise,  ma-i kadı, ma-i amber, ma-i asilbent, ma-i maverd ve ma-i yasemindir.

Evliya Çelebi’nin verdiği bu listeye, cilt üzerinden uygulanmasa da kişisel bir parfüm formu olarak değerlendirilmesi gereken “şemmame”leri de katmak gerekir.

Şemmameler, giysi üzerinde taşınarak koku yayan ya da elde tutularak koklanan, hatta yazı takımında koku yayması için bulundurulan küçük toplardır.

 

İLK PARFÜMERİLER AKTARLARDI

 

Bugün olduğu gibi geçmişte de, bir parfümün fiyatını artıran en önemli unsur içeriğinde kullanılan hammaddelerin türü ve parfüm içindeki oranıydı.

Osmanlı devrinde kullanılan parfümlerin fiyatını mukayese etmek için bu parfümlerin üretiminde kullanılan hammadde oranı ve bununla birlikte parfümün belirgin bir kokuya sahip olup olmadığına bakmak gerekir.

Macun kıvamındaki Mısır misk galiyesii buhur suyuna göre, tam 800 kat daha pahalıydı.

Topkapı Sarayı’nda üretilen buhur suyu, İstanbul misk satıcılarındaki fiyatı gül suyuna kıyasla fiyatı  daha pahalıydı.

Parfüm kadar parfümü satan esnaf grubu da, Osmanlı’da önemliydi.

Selçuklu ve Osmanlı ticaret yaşamında, aktar dükkânları günümüzün eczane ve parfümeri dükkânlarının ilk örnekleri olarak kabul edilebilirler.

Aktarlar ilaçlar hazırlayıp, bunların yapılmasında kullanılan hayvansal bitkisel ve madensel malzemelerin yanı sıra kokulu sular, uçucu yağlar, kına, el ve yüz yağları satardı.

Eski aktarlar sadece satıcı değildi.

Bazıları, özellikle bir alanı seçip orada uzmanlaşmış kişilerdi.

Macuncu, deva şurupçu, amberci, buhurcu, gülsucu adını alan bu kişiler özünde, kimyadan anlayan aktarlardı demek yanlış olmayacaktır.

Bunlar içinde en çok misk satıcıları “Osmanlı’nın parfümcüleri” olarak ön plana çıkmışlardıi

Evliya Çelebi 17’nci yüzyılda İstanbul’da 2 bin aktarın dışında seyyar gül satıcılarını ve dükkânlarında buhur satan esnafın olduğunu yazar.

Osmanlı’da gül suyu satan esnafa “esnaf-ı gülabcıyan”, kokulu yağ imal eden esnafa “esnaf-ı ehl-i hiref dehhan-ı edviye” , buhurdanlıklarda yakmak üzere ud-ı amber satanlara ise “esnaf-ı ud-ı amberciyan” isminin verildiğini de yine ondan öğreniyoruz.

Osmanlı gündelik hayatına sinen parfüm kokusu, bugün bile hissedilebilen bir konudur.

Mekânlar, buhurdanlar içinde yakılan tütsülerle kokulandırılırken, aynı tütsü dumanı konuğun sakalına ve sarığına tutularak gül suyu ikramına benzer şekilde, koku ikram ediliyordu.

Kahveler amberle kokulandırırken, kokulu nargileler içiliyor, miskli, amberli ve kafurlu mumlar imal ediliyordu.

Kokulu mürekkepler, çiçek sulu yemekler ve kokulu şerbet üretiliyordu.

Es’ar Defteri: Es’ar, eder, fiyat anlamındadır. Es’âr Defteri geniş olarak hazırlanmış birer narh defteridir.

 

Eski Mısır’dan Osmanlı Saraylarına uzanan kutsal bir miras...

 

İnsanoğlunun ateşi keşfi ve reçinenin yanınca diğer maddelerden daha güzel kokular yaydığının fark edilmesi ile başlayan kokulu maddelerin kullanımı; kültürel ve ticari etkileşimlerle tüm dünyaya yayıldı.

Antikçağ da tanrısallığın simgesi olan ve öncelikli kullanım alanları dini törenler ve tıbbi tedaviler olan parfüm, ticaretin gelişmesi ile geldiği Osmanlı coğrafyasında da kendine önemli bir yer edindi.

 

ENDÜSTRİ DEVRİMİ'NDEN SONRA ÜRETİLEN 'SENTETİK' KOKULAR

 

Kokuya dair en eski bilgiye Mısır'daki antik mezarlarda rastlanmıştır.

O günlerden 19. yüzyıla kadar hep doğal malzemelerden yararlanılarak koku üretilmiştir.

Kimya alanındaki gelişmeler sonucunda ve artan talebi karşılamak amacına yönelik olarak, bu kokuların yerini bugün hepimizin kullandığı sentetik yeni kokular almıştır.

"19. Yüzyılda kimya alanında yaşanan yenilikler, modern parfümcülüğün temelini oluşturan gelişmeler olarak bilinir.

1830'lardan başlayarak doğal kokular üzerinde araştırma yapan kimyagerler, ilk olarak bitkilerden elde edilen uçucu yağlar içindeki maddeleri izole etmişlerdir.

Bu gelişme, koku moleküllerinin sentetik olarak üretilebilmelerinin önünü açmıştır.

 

Geçmişten dünümüze, kendi koku kültürümüzde yaptığımız yolculuk burada biterken, güzel kokular hayatımızın bir parçası olsun diyorum.

 

Saygılarımla.

 

Prof. Dr. Nazan apaydın demir

16.08.14

Muğla 

 
Toplam blog
: 130
: 1375
Kayıt tarihi
: 08.04.14
 
 

Muğla Üniversitesinde Prof. Dr. olarak çalışmaktayım. Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkez..