Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '14

 
Kategori
Sosyoloji
 

Ötekileştirmeyi ötelemek

Ötekileştirmeyi ötelemek
 

Herkesin bildiği gibi stres dolu hayatımızı, lezzet dolu hale getirmek için güzel görmeli, güzel düşünmeliyiz. Lâkin atomu yeni parçalayan insanlık daha zor parçalanan önyargısından sıyrılmadan güzel görmek hayli zor… Zorluğundan olsa gerek, o önyargıyı hiç kenara bırakmaya niyetimiz yok. Bunun sonucunda herkesi küçümsemeyi, bölmeyi, parçalamayı, kalıplara sokmayı tercih ediyor ve haliyle günümüz terminolojisine ötekileştirmeyi katmış oluyoruz. Daha basit ifadeyle çevremizdeki insanları belli tavırlarından ötürü kendi ölçüp biçtiğimiz kalıplara yerleştiriyor, akabinde o kalıplarda oldukları için var gücümüzle yeriyoruz, verip veriştiriyoruz.

İnsanların din, dil, inanış, renk, ırk, cinsiyet, yaşayış ve daha birçok özelliklerini sıfatlaştırıp, önyargılarımızla ötekileştiriyoruz, ama bunu asla kabul etmiyoruz. Daha net bir ifadeyle Yaradan’dan ötürü yaradılanı bir türlü sevemiyoruz. Birbirimizi gerçekten sevemediğimiz için de hadiste öngörüldüğü üzere gerçekten imân etmiş olmuyoruz.

Aslında geçmişten günümüze ne çekiyorsak bu ötekileştirmeden çekiyoruz ama kavrama toz da kondurmuyoruz. Sağ-Sol, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve daha onlarcasını diye diye birbirimizi yiyoruz. Ortak yol bulmak ne kelime, konuşamıyoruz bile. Üstelik bu sorun A’dan Z’ye toplumun her kesiminde var.

Olayın en temeline inelim. Doğduğumuz topraklara, köylerimize dönelim. Klasiktir, bir köy, yan köyünü sevmez. Oysa düne kadar o iki köy birdir ama kâğıt üzerinde iki olduğunda, o köylerden birlik beklemek ne yazık ki mümkün değil. Eften püften, incir çekirdeğini doldurmayacak mevzulardan hatta çoğu zaman nedensizce birbirimizden haz etmeyiz. Olay yerelden genele doğru gider de gider. Köyler birbiriyle anlaşamazken, ilçelerde de illerde de benzer durum vardır. A ilçesi komşusu B ilçesini sevmez. Yan yana iki ilin birbirini sevdiği görülmüş şey değil. Bölgelerde benzer sorunsal sürer gider. İki köy (-ki tabiri caizse aynı aile mensupları) birbirini sevmezse ilçelerden, ilçeler birbirinin sevmezse illerden, iller birbirini sevmezse bölgelerde birliği, kardeşliği nasıl görebiliriz. Biz de uluslararası politika da küresel dünyada bahsediyoruz. Hepsi boş! Biz ki, “üç tarafı denizler, dört tarafı düşmanlarla çevrili ülke” kavramını daha çok küçükken beynimize kazıyarak eğitim hayatımıza başlıyoruz. Bu mantıkla büyüyen, apartmandaki komşusu ile anlaşamayan kişi, ülke komşusu hakkında düşmanlık besliyor, çok mu?

Dilimizde çok güzel bir kavram var; Empati. Sempatik olduğundan sürekli olarak kullandığımız, uygulamaya gelince üç maymunu oynadığımız son günlerin moda sözcüğü. Birbirimizi biraz anlamaya çalışsak, birçok problemin problem dahi olmadığını görmemiz işten bile değil. Örneğin siyasi ideolojiler. Her tür siyasi ideolojide temel amaç, ülkenin, halkın, daha iyi bir yere gelmesi. Bunu A ideolojisi farklı, B ideolojisi farklı şekilde gerçekleştirmenin doğru olduğuna inanır. Hangisinin daha doğru bir yol olduğu oturup, konuşularak anlaşılabilir. Anlamaya çalışmak bu kadar zor olmamalı. Oysa üniversite öğrencileri de dâhil olmak üzere, o kadar ötekileştiriyoruz ki bizim gibi düşünmeyeni, farklı platformlarda elimizde sopa ile kovalayabiliyoruz, sırf bizim gibi düşünmediği için. Şaka gibi. Sırf farklı açıdan bakıyor diye aynı hedefe bakan iki kişinin bu denli kanlı bıçaklı olması akıl alır şey değil. Oysa farklı düşünceler olmadan gelişmenin mümkün olmadığını en çok bilmesi gerekenler yine o kavgada çözüm arayan beyinler…

Bence ötekileştirmenin en önemli kaynağı bilmemektir. İnsan bilmediğinden korkar. Biz de okumuyoruz, bilmiyoruz, bildiğini düşündüğümüz kişilerin sözlerine göre hareket ediyoruz. Onların ötekileştirdiklerini de kraldan çok kralcı yapımızla nefretle anıyoruz, doğaçlama oynadığımızı düşünsek bile gerçekte bize biçilen rolü harfiyen oynuyoruz.

Gün boyu ötekileştirme bombardımanına maruz kalıyoruz. Yapılan bir araştırmada (Gazetelerde Ötekileştirme Pratikleri, Türk Basını Üzerine Bir İnceleme) görüldüğü üzere özellikle basın-yayın organları bu konuda sazı elinden hiç bırakmıyor. Sadece basın yoluyla değil günlük hayatta sıklıkla kullandığımız klişe söylemlerimiz de bilinçaltımıza öyle bir işliyor ki, içten içe yönlendirdiğini fark etmiyoruz bile. “Ayıdan post gâvurdan dost olmaz”, “Afyon’un kaymağı, Konya’nın manyağı”, “Dağdan inme yörük, ne erik bilir, ne koruk”, “Bu yaptığını Çorumlu bile yapmaz” gibi deyimlerimiz var. “Laz, Kürdün deniz görmüşüdür” diye hem Lazları, hem Kürtleri aşağılayan sözler güzel ülkemde maalesef sürekli kullanılıyor. “Gâvur İzmir” kavramını da atlamayalım. Oysa biz birbirimizi sevmezsek, el olan bizi niye sevsin ki? Bilindiği gibi birçok ülkede “Türk” kelimesi kötü anlamlara (Aptal, Barbar, Cahil, İstenmeyen kişi) geliyor. Bunun nedenleri konusunda onlarca tez olmasına rağmen sizce bunda birbirimizi sevmememizin hiç payı yok mu?

Yek olmadığımız için yerle yeksan oluyoruz. Üstelik yerle yeksan olmamızın nedenini de ötekileştirdiklerimizde arayarak birlikten uzaklaşıyoruz. Birlik olamıyorsak, ikilik çıkarıyoruz demektir. İkilik kavramı Banu AVAR’ın Böl ve Yut adlı kitabını hatırlattı. Farkında olmadan bölünüyor, yutulacak lokma oluyoruz ama farkında değiliz…

Güncel bir konu ile konuyu farklı bir mecraya çekmek, renklendirmek ve akabinde sonlandırmak istiyorum. Athena Gökhan’ın abdest alırken görüntüleri başta sosyal medya olmak üzere, ülkede önemli bir gündem oluşturdu. “Dövmeli biri namaz kılar mı ?”. Çünkü, “dövme” ve “namaz” önemli ötekileştirme kaynakları. Oysa o gün bir mesaj konuyu ne güzel özetlemişti. “Zihnine suizan dövmesi yaptıranlardan iyidir, kolları dövmeli abdest alan bir adam.” Sözün özü; “Suizan etmeyin, suizan yanlış karar vermeye sebep olur. Birbirinizi kardeş gibi sevin, çekiştirmeyin”(Buhari, Müslim) …

 

  

 
Toplam blog
: 8
: 1567
Kayıt tarihi
: 13.11.13
 
 

Trabzon'un Dernekpazarı ilçesinde 1983 yılında dünyaya gelmiştir. İlk öğrenimini Trabzon'da, Orta..