Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '08

 
Kategori
İnançlar
 

Öyle bir soru ki,deryalara saldı beni.

Öyle bir soru ki,deryalara saldı beni.
 

Arkadaşım benden, bir sure hakkında görüşümü istedi. Bir ayeti yormak kısıtlı hecelerle, apansız kolay değildi. Ayrıca bu, benim için bir “Lütuf"demekti. Bir an O’ na sığınarak , eğer hatam olursa affet dedim. Ve O’nun izniyle yazmaya başladım.
Sorulan soru, büyük bir külfet taşıyordu. İstediği basit bir tercüme değildi. Soruyu öyle bir ustalıkla sormuştu ki, o şeyin bilgisine sahipti. Çünkü soru sormak için o şeyin bilgisi gerekirdi. Bir elmayı bilmesem, onun taze mi, bayat mı olduğunu soramam. Bu düşünceyle, işim daha zorlaşmıştı. Üstün zekasını kullanarak, beni o surenin nasıl etkilediğini soruyor ve sonunda da inanmasına neden olmamı istiyordu.

Birkaç geçici sözle yanıtlanamazdı. Bu zat vasıtasıyla tutulduğum sınavdan nasıl çıkacağımı bilemiyordum. Bu amaçla yazmaya koyuldum. Kalemden sayfalara dökülen, düşündüklerim değildi.

Kompleks olan insanı, evrenin en küçük parçası olarak aldığımızda, bedensel boyutun ne denli değersiz ve hiç olduğunu anlarsak, ruhsal boyutta o kadar tekamül şansımız vardır. İnsan hayatı ya da ömür denilen şeyin bir süreç olmaktan başka , bu süreç içinde biriken düşünce ve davranışlarımızın topluluğu olduğunu düşünüyorum.

Hepimizin oynadığı bir oyun vardır. Kağıtlara isimler yazıp, kim kiminle, nerede, nasıl, ne yaptı, ne oldu? İşte hayat. Hep sorulan sorudur bilimde de, ilimde de; Gerçek nedir? Bence bu soruya cevabı herkes kendi gerçeğini katarak verecektir. Belki, sıkı bağ anlamında olan din, insanları bağlayıcı olarak ortaya çıkmıştır. Aslında, cennet asude ve tekdüze bir mekan olarak düşünülürse burada insan vasfıyla pek sınav verilemeyeceğini düşünürüm. Düşünün, her şeyin tekdüze olduğu bir yaşam şekli. Nasıl da sıkar insanı seçeneksizlik. Hiçler ülkesi... Ne renk var ne çeşit sadece sevgi... Seçme hakkın yok. Çünkü seçeceğin çeşit yok. Hepsi sensin. Tüm kutsal kitaplarda insanlar çeşit istediler, delil istediler, mucize istediler. Seçenekler çoğaldıkça da, kendilerini daha üstün ve özgür hissettiler. İstedikçe, seçtikçe Yaratan onlara alternatifler üretti. Çünkü seçme işleminde bir şeyin alternatifi olması gerekirdi. İyinin yanında kötüyü, Habil'e karşı Kabil'i çıkardılar. Adem vasfını bırakıp , adam olmayı seçtiler. Cennetteki asudeliği istemediler. Sevgi, rahmet, bereket yanında, nefret, kin, haset türettiler. Belki de Adem'in, adam olarak aşağı yer adi yer anlamındaki dünyaya sevki de bu nedenledir kim bilir?

İnsanlar bu alternatifleri kendi seçti ve “Tebbet Suresi “de bunu anlatmak için bence nüzul oldu. İyiliğe ve kötülüğe sabredenin, merhamete ve bunun yanında Celal ve Şedit sıfatlarına da işaret eder. Bunca kötülüklerin, savaşların, sevgi diyen kişilerce de yapılması sadece inançsızlıktan ve ilahi hüküm gereğidir. Bence, gaybı Allah bilir

Ebu Leheb ; Ateş babası demektir.Peygamber soyu da olsa, alternatif olarak seçilmek kaderidir. Verilen süreçte donanımlarını sevgi inanç yerine, inkar, vesvese, mal, mülk sevgisi, onur, kibir vb hallerle bezediği için akıbeti ibret olmak üzere Cehenneme odun gösterilmektedir. Tıpkı Firavunun ibret olarak bırakıldığı gibi. Bu düşünceler, bu kez insanı, inansam mı acaba gibi, inanç nedir ? sorusuna götürür

Bir insanın, inançları kendisiyle ilgilidir. Bunları yine kendi kalıplarıyla şekillendirir. Bu yüzden, önce işe kendinden başlamalıdır. Nedeni ise; İnsanlar yalana değil, gerçek olana inanmak isterler. Bu onların fıtratında vardır.

İnsanın gerçeği kendisi olunca, kendini bilmek gerekir. Temel budur. Ancak kendini anlayan yaratanına ulaşır. Bilmeyen ne bilsin bizi der ya Yunus. Selam olsun. Tüm dinlerde yaratılış aynıdır. Ayetler düşünen akıl sahiplerine hitap eder. ”Her şeyi güzel yaratan, insanı önce çamurdan yarattı. Sonra onun neslini, önemsiz bir sudan, Sonra ona en uygun şekli verdi. Sonra ruhundan üfledi. Size kulaklar, gözler, gönüller verdi.”(Secde 7-8)

Ayetin aşamalarına bakarsak, önce toprak , bence arz ve ceset diyelim, sonra su , denizler ve kan damarlar, uygun şekil yeryüzünün başkalaşımı ve mutasyon gibi ve insana uygulandığında da tekamülü gibi. Ve ruhundan üflemek hava ve astral beden. Bakın çevreye ve insana uygulanabiliyor bu ayet. Toprak, su, hava , ateş o meşhur unsur teorileri Kur'an'da var. Yani bulan da insan… kaynağı Kutsal kitaplar. Devamına bakalım, insanın yaratılma safhasında kendini tanıması için verilenler, görsellik, işitsellik ve duygusallık. Yani duyularla duygular. Ve bunarın algılanması dolayısıyla insanın çevreden bağımsız olmadığı. Yani öyle bir parça ki bütünün hem kendi, hem parçası. Bir resmin hiçbir özelliği bozulmadan piksellerine ayrılmadan küçültülmesi gibi. Hani fotoğraflar vardır. Bir büyük portrenin içinde aynısının bir çok küçüğünü koyarak kolaj yaparlar. İşte öyle bir şey... Alem, adem ilişkisi... Mevlana’nın sözüyle onaylanıyor sanki; ”Bizler bir aynayız ki, içinde görünen de biz, ayna da biz.” Bu kuantum teorisi değil midir?

Tekrar yaratılışın kademelerine dönersek; Tıpkı miraçta, 7 kat mertebe çıkan Ademoğlu seçilmiş kişi ya da alemde 7 kat gök yüzü ya da 7 gün müddetleri bir süreçi işaret eder. İnsanın tekamül süreci. Yaratılışının bilincine varan, yaratanını da bilir. Kendini bilmek, öz ünü bilmektir. Kendini bilmede başkasının etkisi olamaz. Çünkü insan kendinden başkasına inanmaz.

Kur'anda, duygularımızla algıladığımız şeylere inançsızlığın kişiyi şüpheye götürdüğü belirtilir. Bu yüzden hep “Ey inananlar” hitabı görülür. Septik , inançsız kişiler hep gerçeği merak eder ve devamlı delil isterler. İnanmak sihirli bir duygudur. Bazen en olmayacak bir şey inanıldığında olur. İnanmak , inkardan iyidir. Nedir gerçek ?

Ayetin bir de alternatifi var. "De ki;Söyleyin bakalım, eğer Allah , işitme ve görme duyunuzu alır, kalplerinizin üstüne de bir mühür vurursa, Allahtan başka kim onları geri getirebilir?"(Enam 46)

İnsan , anlamlar üzerinde pek durmaz okur geçer. Böyle olunca İmanı onaylamaktan uzaklaşır. İnkar eden , heva , heves peşinde koşan, bu dünyayı anlamayan maddeci bir bedenle seyreyler.

Akletmek zihnimizin komutudur. Bu komutları bilinçaltımızdan alırız. Bunların görünüre çıkması da davranışlarımızdır. Bu davranışlar da bizim programlamamıza bağlıdır. Yani, deneyim, donanım, sitüasyon, hayaller, telkin vb... En tehlikeli programdır telkin. Daha çok şeytanın silahıdır. Çünkü insanları bir şeye inanmaya zorlamaktır. İknaya çalışmaktır. Bu da bir yerde kendi fikrini kabul ettirme eğilimidir. Ben telkin yerine, bir kişiye kendini iyi tanıması gereğini söylerim. Ancak bu safhada yardımcı olabilirim. Kimseyi bir şeye inandırmaya çalışmam. Çünkü bu onu şüpheye götürmektir.
Benim önemsediğim hayallerdir. Bu yüzden ütopik koydum adımı... Bilinçaltıma bir tek hayallerim vasıtasıyla ulaşırım. Hayallerimi şekillendirir bilinçaltımda programlarım. Sonra bunların gerçek olduğunu görmek beni şaşırtmaz. Buna şimdilerde şifacılık diyorlar. Kendini iyi hisset iyi ol! Vesveseden uzak ol. Sana her zaman hoş gelene inan. Bu delilsiz ve inkarsız olsun. İşte o zaman İmanı karşında bulacaksın.

İmam Gazali şöyle der;Kalpte hasıl olan en kavi tesir, hatıralardır.Hatıra, yani düşünce ve zikirden hasıl olan şeyler. İradeyi tahrik eden bu hatıralardır.Zira niyet, azim , irade bir şey hatırlanınca olur. Önce tahayyül, sonra tasavvur ve nizam intizam diye açarsak; Akılda bazı kademeler vardır. (Psikolojide bunlara düşünce eşikleri de deniyor). Benzer ya da karışık şekillerde, Bunları önce hayale getirmek, sonra hatırda tutarak gerekli kılmak, en önemlisi de inanmak… Bu yüzden bir kişinin inancı kendine görecelidir. Akıl süzgecini iyi elemek gerek..

 
Toplam blog
: 165
: 856
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

Edebiyet fakültesi  mezunuyum. Öğrenmenin yaşı yoktur diyerek çeşitli kurslardan da el sanatları ..