Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '13

 
Kategori
Deneme
 

Öyle işte...

Öyle işte...
 

Edebiyat kulübünden


Hiçbir sebep yok oysaki

Usulca alıyorsun çantanı hem de sessiz sedasız, fısıltıyla uzaklaşıyorsun şehirden. Hafifçe aralarken camı biraz daha hızlanıyorsun ve işte sen ve işte senden başka hiç kimse; gelip oturuyor yanına. En istenen yol arkadaşımsın diyorsun.

Çünkü yorgunsun, düşünce yorgunu, duygu yorgunu, kırık, dağılmış ve içli; öylesine ihtiyacın varmış ki bu kısacık kaçışa. Şimdi serin bir özgürlük sarıyor omuzlarını sabahın bu saatinde. Biraz daha hız veriyorsun. Sanki biraz yavaşlasan köklerin iniverecek toprağın derinliklerine ve sen kalakalacaksın uçuşup giden özgürlüğün ardından bakarken. Tabi ki izin vermiyorsun buna; nasıl bekledin, nasıl heyecanla düşledin bu kaçışı değil mi?

Ah hayat… Pembesi fragmanında bol hayat. Grisini ve hatta karasını gördüğünde üstü kalsın diyemeyeceğin biçare. Sen her zaman kahkahalarını çınlatan bir kumpanya oyuncusu gibi görsen de onu o bazen sahne arkasına giderken son alkışı da kabul edip usulca siler gözyaşlarını makyajını temizlerken. Hangisini temizlediğini kendisi de bilmez bir halde.

Yolda düşünüyorsun kendi kendine. Ilık ılık, dingin; biraz da hüzünlü bir melodi dolduruyor duyularını. Alıp seni bir yerlere götürüyor geçmişe dair belki, ya da sen onunla akıp gidiyorsun içinin çektiği hayallere; Bir kuş olsam ve uçsam; kanatlarımı şöyle bir açsam, giderken giderken birdenbire dönüversem ve işte tam da bunun için kimseye bir açıklama yapmak zorunda kalmasam; neden dediklerinde öyle işte diyebilsem diyorsun. Sadece senin istediğin, senin uygun gördüğün bir karar, yargısı, lafı sözü köşe başında asılı kalmış kıpırdayamıyor. İnsan hayatı sorguladığını zannederken aslında kendini sorguluyor. Davranışlarını anlamlandırmaya çalışırken bir de bakıyor ki mahkemeyi kurmuş ve savunmaya geçmiş. Sen de öyle yapıyorsun işte. Nafile… Yaşadın, düşündün, söyledin, yaptın ya da yapmadın. Oldu ve bitti. Bundan sonrası yeninin önsözü.

Hayalinde bir deniz kıyısı pansiyonu var. Pencereleri dışarı doğru açılıyor ve sen her sabah uyandığında önce oraya koşacağını biliyorsun. Mavi seni özledi çünkü; rüzgar, ışıltı, iyot kokusu, sabah mahmurluğu, miskinlik hepsi yolunu gözlüyor. Ne çok ara vermişsin bu kez. Neler var yanında, neler getirdin diye soruyorlar. Kendimi diyorsun, hesaplaşmalarımı, pişmanlıklarımı, planlarımı ve kestirip atmalarımı, geri dönüşlerimi, yeniden başlama heveslerimi. Önce biraz zaman diyeceksin ama. Şöyle uzanıp kendini dinleyeceksin, hafifçe uyuyup uyanacak; sonra gene dalacaksın. Uyudukça iyileşecek, iyileştikçe ayılacak, tortularından sıyrılıp, sadeleşeceksin.  Bu ne kadar sürecek? Dakikalar, saatler, günler? Bilmiyorsun ki; çok birikti değil mi? Sonunda e pek tabi doyunca sessizliğe, dinledikçe içindeki seni ve kendine geldikçe oh be diyeceksin; ne iyi etmişsin de atmışsın kendini bu Ege kasabasına. Bu taş sokaklar, bu serin odalar, bu beyazlar, maviler, ahenkli rüzgâr çanları, bu günbatımları, bu yakamozlar, bu sabah kahveleri, şarap ve peynir dostlukları. Sandaletle ayaklarını sürükleyerek gezinmeler, bol bol çekilen fotoğraflar; kahkahalar, incelikler, merhaba ve hoşçakallar…

Sonra dolmaya başlayacak belleğin, kalbin, gözlerin, ellerin… Kıpırdanmaya başlayacaksın. Kurgulamaya, düşünmeye ve planlamaya.Tadacaksın hikayenin ana fikrini, duyacaksın seslerini, göreceksin karakterleri, hissedeceksin yaşanmışlıkları hepsi hepsi bir arada senin karşına dikilecekler; oysaki sen daha valizinden İnci Aral’ı, Murathan Mungan’ı, bir arkadaşının tavsiye ettiği ve bir an önce okumak istediğin Kafka’yı ve tabi ki Enis Batur’u, tabi ki diğer dostlarını çıkarmamışsın bile. Biraz mahcup, çokça heyecanlı izin isteyeceksin hepsinden. Yanına alıp tüm detaylarıyla karakterlerini oturacaksın günbatımına bakan geniş kolçaklı koltuğuna. Ayaklarını uzatırken ahşap sehpaya; sanki bir şey hatırlamış gibi hafifçe doğrulacaksın yerinden, evet en iyi böylesi diyerek teknolojiyi bir kenara bırakıp; özene bezene seçtiğin muhteşem defterinin ilk sayfalarını açıp, ona en çok yakışan kalemle ilk cümlelerini dökeceksin yavaşça. Akıtıp mürekkebini bembeyaz kağıda; anlamları  kelimelere dönüştürüp bir Anka kuşu olacaksın küllerinden yeniden doğan.

Kana kana, özlemle, tutkuyla yazacaksın.

Yazıp yazıp akıtacaksın kelimelerin sihrini; bir külkedisinden sindrella yaratma çabası ile sarılacaksın kahramanlarına ve ardından gökten üç elma düşecek.

Neden mi?

Öyle işte…

 
Toplam blog
: 15
: 1080
Kayıt tarihi
: 18.12.12
 
 

Hayatın sıradan olmadığını düşünen, bir yanı yazma eylemi için deli divane olan, iki harika annel..