Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '10

 
Kategori
Sinema
 

Oyuncak Hikayesi 3: Sonsuzluk ve Ötesine

Oyuncak Hikayesi 3: Sonsuzluk ve Ötesine
 

Çocukluğumdan bugüne kalmış oyuncağım çok az benim. Oradan oraya taşınırken babamın görevi gereği, hepsi bir yerlerde kalmış. Hatırlıyorum birçoğunu aslında… Bugünkü aklım olsaydı, taşınmalar esnasında evde olsaydım, önceden düşünebilseydim bırakmazdım onları.

Ne kaldı o zamandan bu zamana diye düşününce şimdi, ilk aklıma bir benzin istasyonunun verdiği tır geliyor aklıma. Başka da bir şey yok gibi… Ninja Kaplumbağalar’ım vardı ama mesela, Pokemonlar’ım ve Power Rangerslar’ım…

Oyuncaklarım arabalarım vardı bir sürü, uzaktan kumandalı, “elle sürmeli” arabam da vardı. Geceleri canlanırlar mıydı onlar acaba? Ya da bırakıldıkları için kırgınlar mıdır şimdi bana? Belki de Leonardo tekrar eve dönebilmek için çabalamıştır.

Bunları okuyunca “kafayı yemiş zahir” diyorsunuzdur içinizden belki, ama ben bir yılı aşkın süredir beklediğim filmimi izledim. Oyuncak Hikayesi 3…

Filmin fragmanı ilk kez yayınlandığında kilit cümlesi zaten nasıl bir film izleyeceğimizi açıkça ortaya koyuyordu: “Andy is going to college, can you believe it?..” (Andy üniversiteye başlıyor, inanabiliyor musun?)

İlki 1995’te, ikincisi 1999’da yapılan Oyuncak Hikayesi serisinde oyuncakların sahibi Andy artık büyüdü, koca adam oldu. 1995’te film ilk çıktığında 10 yaşında olan insanlar da büyüyüp 25 yaşına geldiler.

Daha önce bu konu hakkında yazmıştım, uzun uzun tekrarlamaya gerek yok, animasyonlar sadece çocuklar için değildir, o filmi Pixar yaptıysa zaten çocuklar için değildir. Türkiye’de bu sistem henüz yerleşmediğinden Simpsons, Alice in Wonderland bile Türkçe dublajla oynamış, bize de sinema salonunda izlemek yerine DVD’sini beklemek kalmıştı.

Oyuncak Hikayesi’nde eski seslendirme kadrosunu bir araya getirememişler, bunu yapamadıkları gibi filmin afişinde başrolleri seslendirenlerin adı bile geçmezken sırf popülaritelerinden yararlanmak amacıyla filmdeki ağırlıkları nispeten arka planda kalan Barbie ve Ken’in seslendiricisi Kıvanç Tatlıtuğ ile Beren Saat ön plana çıkarılmış. Bu bana göre çok büyük bir haksızlık.

Türkiye’nin dublaj konusunda çok ileri düzeyde olduğunu kabul etmek gerek. Buz Devri serisini güzel yapan en önemli faktörlerden biri de Yekta Kopan’ın, Haluk Bilginer’in, Ali Poyrazoğlu’nun ve bu son filmde Altan Erkekli’nin muhteşem seslendirmeleri değil mi? Fakat insanlar filmleri orijinal olarak da izlemek isteyebilirler, neyse ki bu kez bu isteğimizi akşam seanslarında da olsa (ki bana sorarsanız iyi ki o seanslarda) giderebiliyoruz.

Uzun zamandır beklediğim Oyuncak Hikayesi 3 gösterime girer girmez (yani Cuma günü) ilk orijinal seansa koştum. Salonda çocuk olmaması sevindiriciydi. Yani aslında iki çocuk vardı, fakat onlar da Uzakdoğulu idiler ve seslerini dinlediler altyazıları okumak yerine. O iki çocuğun filmin başında çıkan reklamlarda “aaaa Woody” demeleri biraz korkutsa da filmde böyle tepkiler vermemeleri sevindirici oldu benim açımdan.

Filmi izlememiş olanlar ve izlemeyi düşünenler eğer hiçbir ayrıntıdan haberdar olmak istemiyorlarsa lütfen bu paragrafı boş geçsinler. Filmde Andy üniversiteye başlayacağından evi terk etmeden önce oyuncaklarını ayırıyor. Woody üniversiteye gidecek kutuda yer alırken, diğerleri tavanarasına çıkacak kutuya konuluyor. Tavanarası onlar açısından sevindirici, fakat bir yanlış anlaşılma sonucu bu oyuncaklar çöpe atılacaklarını zannediyorlar ve bir şekilde kreşe bağışlanacak kutuya girip kreşte kabus gibi çocuklara ve kabus dolu bir oyuncak “çetesine” maruz kalıyorlar.

Ben ön yargılıyım ve bu ön yargılarımda da daha yanılmadım, bütün Pixar filmleri gibi bu da mükemmeldi. Hikaye çok güzel anlatılmıştı, animasyon = komedi kolaylığına kaçılmamış ve film duygusal öğelere de bolca yer vermişti. Yine bir gelenek olduğu üzere bir kez daha filmden önce bir kısa Pixar filmi izledik “Day and Night” adında. O da muhteşemdi. Söz konusu Pixar olunca benim açımdan fazla kelimeye gerek kalmıyor. Mükemmel, muhteşem… Anlatıyor hepsini.

Filmin ana konusunu da söylemek gerek. Oyuncak Hikayesi serisi oyuncakların etrafta kimseler yokken canlanmaları basit fikri üzerine kurulu ve bu fikirden üç çok güzel hikaye çıktı. Tabii bu fikir öte açıdan cezbedici. Oyuncakların da en büyük mutluluğu kendileriyle güzel güzel oynayan çocukların oyuncağı olabilmek. Kahramanlarımız bu açıdan çok şanslılar, çünkü onların Andy’leri var.

Eleştirilecek bir şey yok muydu? Vardı… Pixar’ın belki de üstüne gitmedi yegane şey üç boyut… Yine zayıftı, çok bir numarası yoktu, ama iyi ki de yoktu. Çünkü filmlerin üç boyut numaraları göstermek için senaryoları basitleştirmesi, gereksiz sahneler koyması iyi olmaz. Fakat bu şekilde de üç boyutlu gösterimin perdeyi biraz yakınlaştırmak ve işin kötüsü renkleri de hafif soldurmaktan başka bir özelliği kalmıyor.

Bir de filme bazı eleştiriler yöneltilmiş geçtiğimiz gün gazetede okuduğuma göre. “Cinsiyet ayrımcılığı ve homofobiklik” üzerine… Öncelikle bu iddialarda filmde tek dişi karakter olduğu söyleniyor ve bu da Barbie olarak gösteriliyor ki tepeden tırnağa yanlış. Bayan Patates Kafa, Jessie gibi karakterler ne güne duruyor? Üstüne üstlük bu dişi karakterin hain olduğu söylenmiş ki o hiç doğru değil, aksine filmin ana mesajı (izleyince göreceksiniz) Barbie üzerinden veriliyor filmin sonunda. Homofobiklik meselesine de anlam verebilmek mümkün değil. Filmin kötü karakteri Ken’e “kız oyuncağı” diyor ve Ken de “değilim, değilim işte” diye cevap veriyor. Bu homofobiklik olsa bile üstüne üstlük bu laf filmin kötü karakteri tarafından söyleniyor ve bu karakter film boyunca birçok başka kötülüğe de imza atıyor. Bir de Barbie çok duygusal gösterilmiş diyorlar, yaptığı soğukkanlı şeyleri görmediniz mi filmi izlerken acaba? O kadar duygusal olsa tüm o planları nasıl hayata geçirirdi?

Filmi Cinebonus’ta seyrettim ve çok uzun süren reklamlara maruz kaldık. İşin aslı reklamdan çok fragmana… Bir de kısa film derken ilk yarı sadece filmin yarım saatini seyredebildik. Aslan payı (yaklaşık 70 dakika) ikinci yarıya kaldı.

Oyuncak Hikayesi 4 olmayacakmış. Her şey çok iyiyken, tadındayken bırakabilmek kuşkusuz güzel. Öte yandan bu oyuncakların yeni maceralarını göremeyecek olmak üzücü.

Serinin ilk iki filmini izlemediyseniz de gidip bu filmi görebilirsiniz. Eğer siz de “çizgi film” yüzeyselliğine indirgediyseniz animasyon işini, “ne olabilir ki” diye düşünüyorsanız hayallerinizi iki saat de olsa gerçek varsayabileceğiniz bir düş dünyasına davet ediyor bu film. Ön yargılarınızı kırın ve gidip seyredin.

(Bu paragraf filmin sonu, izlemeden lütfen okumayın sürprizlerin kaçmasından hoşlanmıyorsanız, doğrudan son paragrafa geçin.) Filmin sonunda Andy oyuncaklarını verdiği küçük kızla beraber, Woody’sini, Buzz’ını, Bay-Bayan Patates Kafası’nı, dinozorunu, köpeğini son kez oynuyor ve onları en az onun kadar iyi bir “oyuncu” olan küçük kıza devrederek ufukta kayboluyor. Çok güzel bağlanmış bir son idi bana göre.

Ben de yazıyı fazla uzattım, farkındayım, yazdıkça yazasım geldi. Şimdi bu yazıyı yayına alıp gitmeliyim. Oyuncaklarımın konuşacakları vardır ve çıkmamı bekliyorlardır. (Laf aramızda, bazı oyuncaklar kattım odama ‘büyüdükten sonra’) Siz de oyuncaklarınızı biraz rahat bırakın, bırakın ki konuşsunlar gönüllerince. : )

Sonsuzluğa ve ötesine…

 
Toplam blog
: 142
: 1092
Kayıt tarihi
: 27.09.09
 
 

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülteliyim. Seyahat benim için bir tutku, her fırsatta bir yerlere ka..