Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '13

 
Kategori
TV Programları
 

Özcan Deniz geri gelirken Karagül ötekileştiriyormuş…

Özcan Deniz geri gelirken Karagül ötekileştiriyormuş…
 

Karagül dizisi hakkındaki eleştirileri görünce ve konuda engelli meselesi olunca geriye dönük izleyerek anca yazmaya fırsat buldum.

Diyorlar ki Asım karakteri üzerinden işlenen sakatlık mesajları ötekileştirilmeyi pekiştiriyor. Rahatsız edici.

Konuya iyi niyetle bakılmış ama tam vakıf olunamamış, bu yoruma yüzleşmeden korku olarak bakıyorum.

Dizilerde sakatlık mevzunun ötekileştirilerek sunulması nedir biliyor musunuz?

Allahın bir cezası olarak gösterilmesi, acizlik olarak sürülmesi,  sinema ve dizilerin ağlak sahnelerine malzeme edilmesi, cinsiyetsizmiş gibi sunularak her şeyin bittiği algısının tamponlanması,  sakatlığın evliliğe bir engel olduğunun altının doldurulması, esas karakterse eğer her körün mutlaka görerek son yazılaması ya da her kötürümü yürüterek final yapmaktır.

Bakınız Lale Devri dizisine Zümrüt karakterine biçilen cezaya. Tekerlekli sandalyeye mahkum. Oysaki tekerlekli sandalye engellilerin özgürlüğüdür, kötülerin ceza aracı değildir.

Bakınız Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin tekerlekli sandalyedeki karakterine. Erkekliği yoktur.  Yani cinsiyetsizdir. Sokakta gördüğümüzde rahatlıkla mıncıklayabiliriz mesajı nasılsa tekerlekli sandalye eşittir iktidarsızlık.

Bakınız Küçük Gelin’e berdel kızı zaten aşağılıktır e o zaman diğer aşağılık kimdir tekerlekli sandalyedeki evin oğlu. Onla evlendirilir.

Bakınız AŞK Bir Hayal’e. Altay tekerlekli sandalyeye mahkum olur. Dünyanın sonu gelmiştir intihar etmek ister. Çünkü artık işe yaramaz mesajı verilmiştir.

Bir de genel repliklerinize bakalım.

-Ben artık yarım bir insanım!

-Ben bu sakat halimle seni mutlu edemem! Sen git…

-Allahın bana verdiği ceza.

Bu örnekler sayfalarca uzatılabilir…

Şimdiye kadar hem sinemanızda hem dizilerinizde çizilen engelli profili budur. İşte asıl ötekileştirme de budur.

Çünkü salınan bu algı topluma işlemiştir. Engelli insanlara bakışta zaten hasıl olan düşünceyi pekiştirmiştir.

Sakatlık yoksullukla, cahillikle ilintili olarak gösterilmiştir. Toplum engelliye acıma hisleriyle yaklaşmaktadır. Onun da bir birey olduğu herkes gibi ihtiyaçları olabileceğini düşünmemektedir.

Kör, koltuk değnekli ya da tekerlekli sandalyedeki bir kişiyle evlenmek ve onunla yaşamak karşı tarafın mutsuz olması için yeterli bir sebeptir.

Oysa sakat olan beden değil bu düşüncelerdir.

Özür kişinin kendisinden değil toplumun kişiye yaşattığı engeller sonucu oluşur.

Bu toplum bilinci de dizilerde filmlerde çizilen engelli profilleriyle pekiştirilirse yol alamayız.

İşte gerçek ötekileştirme budur.

Gelelim Karagül’ün Asım’ına.

Ben Asım üzerinden bir ötekileştirme görmüyorum. 

Diğer ötekileştirmeleri es geçip topluma salgıyı tetikleyen yapımlara şak şak diyenler nedense burada Asım’dan rahatsız olmuşlar.

Oysaki tamda Asım gibi niceleri varken hayatta.

Babaları tarafından sakat oldukları için yok sayılan, torun olarak, evlat olarak görülmeyen, utanılan, horlanan, kadının eksikliği olarak görülen, bir kenara itilerek kendi yaşamına terk edilen, birey olma hakkı elinden alınan, sevgisiz bırakılan, birilerine bağımlı yaşama muhtaç edilen bir yığın görülmeyen yok sayılan Asımlar.

Belki de bunlarla yüzleşmek, bu gerçeğin bir parçası olmak ağır gelmiştir.

Karagül işte tam da bu olumsuzluklarla yüzleştiriyor izleyenleri Asım karakteri üzerinden. Aksine ötekileştirmiyor ötekileştirmenin önce aileyle başladığını anlatıyor.

Kendal’ın oğlunu yok saymasının nedenlerini anlatırken diğer yandan Emine’nin babasının sözleri üzerinden engelli bir çocuğun annesi olmanın taşıdığı yüklere değiniyor.

Ama başka bir yerden Asım’ın rüyalarıyla baba özlemine vurgu yapıyor. Asım’ın içindeki fırtınaları rüyalar üzerinden gösteriyor.

Öte yandan Asım’ın fıstık toplamakla geçirdiği zamanda ne kadar mutlu olduğunu gösteriyor. Çünkü orada Asım işe yaramanın mutluluğunu yaşamıştır. Fırsat tanınca bir engellinin yapabileceği bir şeylerin olabileceğine yapılan gönderme de ötekileştirmek değil olsa olsa engelliyi birey olarak kabul edip topluma kazandırmak için verilen mesajdır.

Kendal’ın sağlam erkek özleminin hastalık derecesindeki takıntısını buna paralel içindeki fırtınayı şiddete dökmekle ilişkilendiriyor.

Öyle değil midir zaten evde şiddete uğrayan kadının kocası eksikliklerini öfkeyle en uç noktada şiddetle yok etmeye çalışmaz mı?

Amirinden azarı yer eve gelir karısından, çocuğundan çıkarır.

Erkekliğine gelen her eksiklik şiddetle örtbas edilir.

Birilerine bir şeyleri ispatlamanın yöntemi şiddet.

Dizide işlenmesi fazla göze batmış, rahatsız etmiş kadın aşağılanması ve engelli bireylere ötekileştirme olarak algılanmış. Bir de sinirler gerilmiş.

Geçelim.

Bunun adı yüzleşme korkusu. Gerçek acı verir. Çünkü düşünmeye iter, sorgulatır.  Neden sorgulayalım ki nasılsa böyle gelmiş böyle de gitsin.

Kadın’a şiddet mi dediniz çok mu rahatsız oldunuz o zaman önce kadına şiddeti doğru bulan hatta uygulamış olan magazin isimlerini kampanya yüzü yapanlara alkış tutmayı bırakacaksınız.

Vıcık vıcık aşkların işlendiği diziler varken alternatif bir işi hazır toplum kucaklamışken nerden vuralımcılar bula bula Asım’ı bulmuşlar bir de kadına şiddeti.

Bulmuşlarda Asım’ı engelli meselesinden zerre habersiz bakışlarla bulsalar ne olur gelir kalemime konu olur…

Öyle uzaktan baş okşamakla, vicdan yapmakla engelli sorunlarına vakıf olunmuyor. Bu işte gerçek bir birikime sahip olmak ve her şeyden önce de profesyonel sakat olmak gerek.

Neyse dönelim yine Asım’a iyi niyetli bir yorum, bilgi eksikliği ve yüzleşme korkusu diyip geçelim şimdilik bu kadar dokundurduktan sonra ve gelelim dizinin kalemlerine.

Asım’ın eğitim özlemine değinen üzerinden azıcık geçen kalemlerin bunu özel eğitim ve sorunları üzerinden işlemesini orda asılı bırakmamasını beklerim, hatta şiddetle isterim.

Önemli bir konu hem farkındalık yaratmak hem de engelli bireylerin en büyük problemlerinden biri olan eğitime vurgu yapmak adına önemli bir kazanım sağlanmış olacaktır.

Ve Asım bu noktaya kadar işlenişiyle engellinin önce aile tarafından kabul edilmesi gerçeğinin altını çok güzel çizmiştir. Umarım bu noktadan sonra da ajite etmeden devam eder bir yandan engellinin iç dünyasındaki çalkantılar diğer yandan birey olmasının önündeki asıl engeller doğru anlatılır.

Tersi olursa e kalemim bu sefer oralara takılır. Gözüm Asım’da.

Asım’a dair cümlelerimizi burada noktalayıp bütün halinde hazır geriye dönük izlemişken Karagül’ü de yorumlayalım.

Batının doğuya baktığı yerden Karagül

Oryantalist düşüncenin hakim olduğu bir bakış olsa da denge iyi tutturulmuş.

Doğu-Batı çelişkilerini iyi dengelemiş. Salt kötü ya da salt iyi yönler öne çıkarılmadan bir eşitleme kurulmuş.

Zaman zaman yanlışa düşülen konularda yok değil tabi.

Örneğin kumalık meselesine doğulular ekseninde bakarken çok eşlilik sistemine bir gönderme var. Ancak unutmayalım ki Batı’da da metres kavramı var. Üstelik metres olan kadın batıda kimliksiz.

Kuma olan kadın ise yasalar önünde eşit olmasa da doğu toplumunda kumanın kadına kazandırdığı bir kimlik var. Aşağılanmıyor batıda metresini koluna takıp meclis içine giremezsin ama doğuda meclis karısı gözüyle bakar.

Yani doğunun bu yönünü aşağılayıcı bir olgu gibi göstermek yansıtmak algılara bunu işlemek çok doğru bir yaklaşım değil.

Zaman zaman repliklerde bu keskin sözlerle ifade ediliyor. Oysaki bu durum batıda kadın için daha aşağılayıcı adı kuma değil metres adı eş değil yuva yıkan.

Bunun yerine çok eşliliğin yanlışlığına vurgu yapılsa bir taraf bir taraftan üstün tutulmadan daha iyi bir anlatım dili yakalanarak işlense daha anlaşılır olur.

Dizinin bir diğer göze batan durumu da fönlü kadınlar. Bu da doğuya bakılan yerin algılardaki duruşundandır.

Şimdiye kadar çizilen doğu profilinde doğu kadını aciz, bakımsız, kocasını bekleyen ev kadını.

Yahu orası ağa evi. Şıkır şıkır bakımlı olmalarının neresi tuhaf. Siz doğuya turistik gezi amaçlı gidenlerin anlattıklarıyla doğuya bakarsanız ağa konağında bakımlı kadın görmeyi de yadırgarsınız.

Aksine tamda Özlem gibi takıp takıştırırlar. Modaya da fazlasıyla hakimlerdir. Öyle mağara evlerinde falan da yaşamazlar.

Şu doğu takıntısı, köylü algısından bir arınılsa artık.  

Asıl rahatsızlık duyulması gereken gel-git ağızlı şive. Ya tamamen Türkçe konuşulsun ya da adam gibi şive.

Arada bazı oyuncuların çokça Narin’in gel-git ağızlı şivesi olmuyor, kulak tırmalıyor.

Hazır Narin demişken dizide oturtulamayan tek karakter bana göre Narin olmuş. Dizinin ilk bölümlerindeki Narin ile şimdiki Narin birbirine tezat duruyor.

Sanki eski Narin daha bir anlaşılırdı. Şimdiyse bir denge eksikliği var. Onun hikayesindeki dramdan uzaklaşılıp kıskanç kadın tiplemesi çıkartılarak biraz iticilik oluşturulmuş.

Ve Ebru bana göre dizinin temel hikayesi acılarından ayaklanan bir kadının öyküsü.

Şiddetin sadece fiziksel olmadığını anlatan karakter. İnişlerini, çıkışlarını, anneliğini, hayata başka pencereden bakarken, yabancı olduğu toprakların baktığı yerle ayakta kalma mücadelesi, herkes tarafından çocukları da dahil ihanete uğramış, kandırılmış doğu-batı ekseninde kendi yolunu bulmaya çalışan bir kadın hikayesini kendinde toplayan karakter.

Herkesin kendinden bir şeyler bulduğu böyle bir karakter şimdilerde Özcan Deniz’in gelmesi gündeme düşmüşken hızlandırılmış bir Fırat hikayesiyle aşka bağlanmaz umarım.

Bir kadının ayakta kalma hikayesine gölge düşer. Dizinin baştan beri yüklendiklerine ve dokusuna uymaz böyle bir aşk.

Özetle Fırat Ebru aşkı düşünülüyorsa yapılmaması en iyisi. Kadın bir erkeğin gölgesinde ona bağımlı olmak durumundan çıkmalı artık.

Eğer Murat karakteri diziye geri gelecekse hesaplaşmalar işlenmeli.

Zaten anladığım kadarıyla da kararsız bir kalem oynatma var. Bir yandan hazırda bekleyen uçak biletleri, bir yanda her şeye rağmen Murat’ı unutmayan bir Ebru diğer yandan çocuklarına babalarını anlatırken özlem temasını öne çıkarmaları sanki Fırat-Ebru aşkını seyirci kabullenirse yola devam, etmezse Fırat karakterine hayat veren Yavuz Bingöl’ün Almanya’ya uçarak diziden ayrılacakmış havasının yaratılması.

Özcan Deniz Karagül'e gelirse

Özcan Deniz’e yani Murat’a gelirsek. Daha geçen yıl dizinin ilk ve tek bölümünü izledikten sonra yazdığım yazıda söylemiştim. Özcan Deniz’in dönmesi için bir açık kapı bırakılmış hissi var diye.

Bir yıl sonra Özcan’ın gelmesi gündemde. Ve yine o zaman Murat karakteriyle Kendal’ın kapışma sahnesinde Murat’ın iflaslarına çözüm olarak bir planım var sözünün başka anlamlar taşıyor olabileceğinin altını çizmiştim.

O konuşmanın devamını görmedik. Neler oldu neler bitti bilmiyoruz. Sanki Kendal ile bir planı oynadılar öldürülme süsü verildi bu yüzden dönecek gibi düşünüyorum demiştim.

İşte bence bu boşluk üzerinden gidilmeli yani bir hafıza kaybı vs gibi Yeşilçam klişelerine başvurulursa dizinin kaliteli duruşuna da zarar verirler.

Baran-Maya-Ayşe-Ada tabi Asım bu gençlerin önleri açık özellikle Baran (Mert Yazıcıoğlu)-Asım ( Can Atak ) ve Ada’nın (Ayça Ayçin Turan) oyunculukları çok başarılı onlar üzerinden işlenen sahnelerde karakterlerin kendi içindeki çatışmaları da çok iyi işleniyor.

Özetle dizinin başarısı hikayenin bizden olması her karakterin başlı başına bir öyküsü olması.

Özgünlüğüne gelince Gurbet Kadınında da benzer bir öykü izlemiştik Ece Uslu’nun rolünü Meltem Cumbul oynamıştı. Fakat Karagül çıkışı oradan alsa da öyküyü kendi içinde zenginleştirmiş.

Ama en büyük başarısı asıl kız asıl oğlan aşkı olmadan vıcık vıcık aşk cinsellik temaları öne çıkarılmadan da bir dizinin izlendiğini göstermesi.

Hani o genel geçer aşkların işlendiği sözde masum özde masum olmayan cemiyet reklamlı diziler var ya işte onların karşısında sağlam duruşlu bir dizi olmasının rahatsızlığını yaşayanlar için örnek bir dizi.

E demek ki neymiş izleyici bizden olana sıkı sıkı sarılıyormuş evirme-çevirmeleri izlemekten bıkmış… İşte Karagül başarısını buna borçlu AB mi şimdilerde AB denekleri zaten genel kültür ortalamasının içinde değil. Takmayın yani… İzlemenize bakın gitsin…

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

OYA TEKİN / MEDYABEY.COM

Oya Tekin/ Yaşadıkça.com köşe yazarı

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..