Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '08

 
Kategori
Mizah
 

Özlem Lost adasına düşerse...

Özlem Lost adasına düşerse...
 

Pek çoğumuzun bildiği gibi; şu meşhur, mükemmel, sıradışı ve bağımlılık yaratan "Lost" adlı dizide hemen hemen her milletten insan var. İngiliz, Fransız, Iraklı, İskoçyalı, Nijeryalı, Koreli... Asıl oraya bir Türk gerekirdi ya, kısmet bugüneymiş.

Uzun uzun ve enine boyuna düşündüm, yaptıkları teklifi reddetmemden sonraki bitmez tükenmez ısrarlarına dayanamayarak kabul ettim rolü. Artık Lost adlı dizide bir Türk var: BEN!

Bir kere, her Türk asker doğar; ada sakinlerinin ihtiyacı olan en önemli şey de bu değil miydi? Hayatta kalma mücadelesi vermek için önde gelen isimlerden Jack, John, Sayid, Kate ve Sawyer'in yanına renkli bir tip gerekiyordu ve bu kişinin mücadeleci, inatçı, lider ruhlu bir "Koç burcu" kadını olması gerekiyordu. Ben bu rol için biçilmiş kaftandım. Oysa yapılan teklifi, "Hayır, ben öğretmenlikten başka meslek yapamam. Hem adada KPSS'ye çalışmak için zamanım olmaz" şeklinde kibarca geri çevirmiştim. Onlar da "Senden başkası olmaz" diyerek teklifi bir Hamdi Bey edasıyla iki katına çıkardılar.

Her neyse, burayı kısa keseceğim; sonuç olarak teklifi kabul ettim. "Ama," dedim, "Tebeşirlerimi de isterim!" Kabul etmeyeceklerdi de ne yapacaklardı? Hemen "Dharma" markalı renkli tebeşirlerden temin ettiler. O adada başka marka kullanmak yasakmış meğer. "Ha, bir şartım daha olacak." dedim. "Soyunmam, öpüşmem ve daha ayıp olan hiçbir şey yapmam. Belki sadece Sawyer olursa... ama o da belki!"

Ve sözleşmeyi imzaladık. İmzalarken Kate tip tip bakıyordu. Sonradan itiraf etti, çok kıskanıyormuş beni. Hurley ise "Hey dude, hayırlı uğurlu olsun" derken, John Locke amca da "Pişman olmayacaksın güven bana" diye sırıttı. Sawyer yan gözle beni süzerken, Sayid "Selamın aleyküm din kardeşim" diye selam verdi. Sevimli köpecik Vincent kuyruğunu sallayarak bana sokulunca, aramızda büyük bir dostluk olacağını o an anlamıştım. Sun'ın tipini çok beğenmiştim, Jin'in ise bakışlarından hemen İngilizce bilmediğini anladım (o bakışı nerde olsa tanırım, öğrencilerimden talimliyim de). İçimden dedim ki, "İşte İngilizce öğretecek birini buldum, yaşasın!"

Ertesi gün gittik adaya, fena bir yere benzemiyordu. Gerçi her taraf yeşillik olduğundan, börtü böceğin çok fazla olduğu içime doğdu ve "Acaba vaz mı geçsem" diye düşündüm. Sonra vaz geçmekten vaz geçtim.

Issız bir adaya düşülür de, yanına üç şey almadan durulur mu? Adettendir. Tabi ki İngilizce sözlüğümü (belki daha çok kelime ezberlerim diye), KPSS Soru Bankası (Allah'tan umut kesilmez ne de olsa) ve çoraplarımı aldım (ehe ayaklarım hep üşür de).

Adadayken Sawyer ayağımdaki çorapları görünce, "Onlar da ne Titrek Tavşan?" dedi. Bana böyle bir lakap taktığı için içten içe kızdım ona. Ama sonra öyle melül melül bakınca yumuşayıverdim. Sonra Claire dedi ki "Bu çoraplar yetmezse ben sana çetik örebilirim. Daha önce de Aaron'a örmüştüm bu konuda becerikliyimdir. Zaten pek bir işe de yaramıyorum, sırf güzel çığlık atabildiğim ve gerçekçi ağlayabildiğim için bana bu rol teklif edilmişti". Benim de canıma minnet, akşamları soğuk olduğunda ayaklarımı ısıtacak bir çift çetiğe ihtiyacım olabileceğini düşünerek teşekkürlerimi sundum.

Tam o sırada iğrenç ve nah bukadar bir kırkayak önümüzden geçmesin mi? Farkında olmadan Benjamin'in kucağına atlamışım (Denize düşen yılna sarılır işte). John Locke ise refleksif bir hareketle bıçağını çekip kırkayağa fırlatınca, ortada iki adet yirmiayak cesedi kalakaldı. Ama o korku da bana yetti! Sawyer laf sokmadan durur mu hiç? "Demek minicik bir kıllıkırkayaktan ödün koptu ha, Ödlek Ördek?" O an, bana öyle baktığı sürece ona asla kızamayacağıma and içtim!

Yalnız şunu söylemeliyim ki, şu Kate var ya, ekrandakinden çok daha güzelmiş yahu. O ne fizik, o ne güzellik, o ne duruş, o ne endam bir görmelisiniz. Bir insana bu kadar çil bu kadar mı yakışır? Benim neyimi kıskandı anlamadım gitti. Kusursuz bir güzellik. Sanırım saçlarım doğal kıvırcık diye. Farkettiniz mi bilmem ama bazı bölümlerde kıvırcık yaptırmaya çalışmış ama tutmamış tabi. Aman taklitlerimden sakının!

Anladım ki bu adada çok renkli bir hayat beni bekliyor. Düşünsenize, bulaşık makinesini boşaltmak yok, trafik yok, cep telefonu yok (Annem ikide bir arayıp nerde olduğumu soramayacak), üstelik masmavi bir deniz var, yüz babam yüz, bıkana kadar! Hiç denizden bıkılır mı? Asla! Yeter ki yengeçler ve yosunlar benden uzak dursun. Çok tiksinirim de. Bu yüzden denize girerken yanıma hep Jin'i almaya (denizden babası çıksa yiyor yahu!), karşılığında da ona İngilizce öğretmeye karar verdim...

* * *

Bir gün (yani adadaki 8936. gün) denizdeyken Hurley heyecanla yanımıza koşup "Hey dude, işte bir gemi geliyor!" diye kuzeye doğru parmağını uzattı. "O gemi değil, gemicik yahu, bizim memlekette onlardan çok var" dedim soğukkanlılıkla. Herkes elini kolunu sallayarak geminin (pardon gemiciğin) dikkatini çekmeye çalışırken, içimde tuhaf bir his vardı. Jack "Hemen bir ateş yakmalıyız" deyince, "Sanırım gerek yok çünkü gemicik nereye geleceğini zaten biliyor" dedim. Jack anında hışımla "Bana ne yapamayacağımı söyleme" diye tersledi beni. Zaten baştan beri yıldızımızın barışmayacağını biliyordum, "Aman ne yaparsan yap be" deyip gemiciği göz hapsinde tutmaya devam ettim. İçimde tuhaf bir his vardı ve kalbim ağzımdan fırlayacakmışçasına çarpıyordu. Sawyer bana dönüp "Bence artık nefes almalısın Makarna Salatası" diye sırıttığında, nefesimi tutmakta olduğumu farkettim.

Gemicik yaklaştıkça, herkesin heyecanı artıyor, benimse içim içime sığmıyordu. Belki de ilk defa böyle hissediyordum. O sırada, geleceği gördüğünü iddia eden Desmond transa geçmişti ve bana dönüp "O gemiye sadece sen binip gidecek ve sonra bizi kurtaracaksın, görüyorum!" dedi. İnansam bir türlü, inanmasam bir türlü. Ve gemicik iyice yaklaştığında, bize doğru el sallayan kişiyi bir yerden gözümün ısırdığını fark ettim. "Sensin..." diye mırıldandığımı hatırlıyorum. Sawyer her zamanki pişkinliğiyle "Yoksa senin Beyaz Gemicikli Prensin mi bu, Sarı Çiyan?" dediğinde, gemicikten bir ses "Özlem!" diye yankılandı!

"Özlem!... Özlem?..."

Tüm ada sakinleri dönüp ne tepki vereceğimi görmek için bana bakakaldılar. Bense tepkisizce bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Adada geçirdiğimiz 8936 gün boyunca hiç kimse bizi bulamamıştı ama bunca zaman sonra bizi bulan tek kişi, benim Beyaz Gemicikli Prensim, beni almaya gelmişti!

"Özleeeemmmm... lemm... lemmm...."

Şaşkınlıktan, hareketsiz, ağzım açık öylece gemiciğe ve bana el sallayan kurtarıcıma bakıyordum...

"Özleemm! Hadi kızım kalk saat kaç oldu yahu!"

"Hı???"

"İşe geç kalacaksın ama, o kadar diyorum, gece yarılarına kadar oturup o aptal diziye takılma diye!"

"Anne ya, rüyamın en güzel yerinde bu yapılır mı? Ayrıca o dizi aptal da değil! Yeryüzündeki milyonlarca insanın merakla takip ettiği bir dizi, ve o aptal evlendirme programlarından inan ki daha gerçekçi!"

"Bana o diziyi savunma da hadi kalk artık aaaaa!"

"Of anne ya!"

"Anneye of deme!"

"................."



 
Toplam blog
: 152
: 1957
Kayıt tarihi
: 19.08.06
 
 

Ortada bir problem görüyorsak bu bizim de problemimizdir. Ve eğer 'birisi'nin bu konuda bir şeyle..