Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '11

 
Kategori
Blog
 

Özür

Özür
 

İnsan zaman zaman kendisini hesaba çekmeli. Aldıklarının, verdiklerinin; attıklarının, tuttuklarının, yuttuklarının; ektiklerinin, biçtiklerinin, yediklerinin, içtiklerinin hasıl-ı kelam ömrüne aldıklarının hesabını tutmalı ve hayat süzgecinden geçirdiklerini vicdan süzgecinden de damıtmalıdır.

Öyle ki hayatına giren her ayrıntının, her karenin, her damlanın, her zerrenin muhasebesini yapmalı, yapabilmeli ve hesap vereceği güne kapanmamış hesap bırakmamalıdır.

Ölümün ne zaman, nerde ve nasıl geleceğini bilmiyoruz. Bir evde yalnız başına ya da denizde veya yolda trafikte yahut dağda, kırda, bayırda… Zamanını bilmediğimiz o ana hazır olmamız icap eder. Hazır olmak demek hayatın muhasebesini tutmuş olmak demek. An be an…

###

Bazı anlar bazı yerde bulunmak ve bazı şeylere muhatap kalmak kaderde yazılıysa, insan bunun altında yatan hikmeti de bu vesileyle araştırma fırsatını bulur böylelikle hayatının geri kalan kısmında atacağı adımlar için hesabını kitabını daha iyi yapabilir.

Bu an, liseyi bitirmek olabilir veya üniversiteyi bitirmek olabilir. Bu an, yeni bir işe girmek olabilir ya da aynı iş kolunda yer değiştirmek olabilir. Bu an, yeni bir eve taşınmak olabilir ya da evsahibi olarak mekan değiştirmek olabilir. Bu an, şehir değiştirmek olabilir veyahut ülke değiştirmek olabilir. Bu an, evlenmek olabilir veya boşanmak olabilir. Bu an, anne/baba olmak da olabilir, nine/dede olmak da…

Hepsi bir başlangıcı ve bitişi beraberinde getirir. İç içedir başlangıç ve bitiş. Birbirini tamamlar başlamak ve bitirmek. Döngünün sıfırlandığı, yeni bir kanalın açıldığı, farklı bir boyuta geçildiği andır o an…

###

Bazı olaylar ya da eşya vasıtasıyla kimi kişilerle tanışmak ve bu kişilerle bir müddet diyaloga girmek; kimisiyle arkadaş olmak, kimisiyle dost olmak, kimisiyle de hiçbir şey olmamak yine akıp giden bu hayat nehri içindeki anlardan bir andır.

Her birinin sizden aldığı ve size verdiği şeyler olacaktır. Andan ana geçişte hem alan hem de veren konumunda bulunan muhatapların an içerisindeki hallerinin an dışında bir anlam ifade edebilmesi için an sonrasında işte o muhasebeye tabi tutulması elzemdir.

###

Aralık 2008’de başlayan Milliyet Blog serüveninde işte bu anlardan çok yaşadım. Hasbelkader başlayan bir yolculuktu benimkisi. Yazmak neden ve nasıl bir tutku oldu bilmiyorum. Bağımlılık derecesine hangi arada geldi onu da bilmiyorum…

Eleştiriler oldu yazdıklarıma, övgüler oldu, sövgüler oldu. Çok beğenen oldu, az beğenen oldu, beğenmeyen oldu, iğrenç bulan oldu. Öyle ya… Bir mozaik burası. Herkesin fikri herkese uyacak diye bir kaide yok ki…

Benim de çok beğendiklerim oldu, az beğendiklerim oldu, beğenmediklerim oldu. Herkesi beğensem bendeki gönül nic’olurdu?

##

Lakin bir husus vardı ki ona hep dikkat etmeye çalıştım. Özellikle malum vazifemi yaptıktan sonra “kul hakkı” mülahazasının da etkisiyle bu husus bende takıntı derecesine geldi. Evet, kimileri inanmayabilir. Ama kalp kırmamak için azami gayret gösterdim.

Fikirleri eleştirdim, yerden yere vurdum. Bozuk anlatımları, imla yanlışlarını “ti”ye aldım. Düşünceleri yargıladım, niyetleri sorguladım. Gün geldi canımı yakanların canını yakmaya matuf şeyler bile söyledim. Ancak muhatabım hep belliydi. Muhatabım o an karşımdaki kişi idi. Az önce de söylediğim “kul hakkı” yeme korkusu, hesabını verememe mülahazası, dövene elsiz sövene dilsiz olma mütalaası nedeniyle muhataplarıma söyleyeceklerime azami derecede dikkat ettim.

##

Ancak bazen yanlış anlamalar neticesinde istenmeyen tartışmalar yaşanabiliyor. Bu tartışmalar esnasında kişiler o anlık adrenalin seviyelerinin de etkisiyle nahoş polemiklere girebiliyor ve belki de birbirlerine karşı kırıcı olabiliyorlar.

Şahsım adına bu tartışmalar esnasında nefsimin oyununa düşmüş olmayı zillet addetmişimdir. Öyle ki aczimi bilerek kudretim çerçevesinde bu hususta mütehazzir olmaya fevkalade itina göstermekteyken bir anlık gaflet yüzünden kalbim mütehaccir ben de hacir oluverdim.

Bir anlık fevri hal ile yazmamam gereken şeyleri yazdım ve belki de kalp kırdım. Canımın yanması buna mazeret teşkil edebilecekken bu bahane ile yazdığımı tasvip etmek istemiyorum. Bu mülahaza ile nefsime tefekküre matuf bir ceza vermenin elzem olduğunu düşündüm.

Yazmayı seven bir “nefs”e verilebilecek en güzel ceza muhakkak ki yazmama cezasıdır. Ancak bu kararı tek başıma vermeyi de hem dostlarıma hem de kendime saygısızlık addederdim.

##

İşte tüm bunları yazdıktan sonra tekrar tekrar düşündüm. Her ne kadar yazılanların birer belge ve ders niteliğinde kalması gerekiyorsa da bazı çirkinliklerin(yazdıklarım) ulu orta durması canımızı sıkmaya devam edecekti. Belki de bizleri hiç tanımayanlar bu vesileyle hakkımızda su-i zanna düşecekti.

Bu hikmete binaen bazı yazıları ve kimi yorumları silmek zorunda kaldım.(Kalanlardan yorum sahipleri silinmesini istediklerini belirtebilir).

Bu süreç içerisinde başta Ayrıntıda Gezinmek, Bekir Gümüş, Dıldız Teyze olmak üzere bilerek ya da bilmeyerek kalbini kırdığım/üzdüğüm arkadaşlardan ve bu tatsızlığa sebebiyet verdiğim için siz değerli Miliyet Blog üyelerinden ÖZÜR dilerim…

Kimsenin özür dilemesini beklemediğimi de peşinen ifade ederek şahsım adına herkese (eğer varsa) hakkımı helal ettim.

Sevgilerimle…

Murat HACIOĞLU

www.murathacioglu.com

http://twitter.com/murathacioglu

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..