Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '11

 
Kategori
Sinema
 

Paris'te gece yarısı

Paris'te gece yarısı
 

Yalnız kalmak istedim bugün. Kendimle başbaşa...

Sabah, aile kahvaltısı programından sonra attım kendimi sokaklara. Yapmam gereken işimi de tamamlayınca birden sinemaya gitmeye karar verdim. Nuri Bilge Ceylan'ın 'Bir Zamanlar Anadolu'da' filmini görmeyi çok istiyordum. Sinemanın bulunduğu alışveriş merkezine gidince bir iki giysi mağazasını gezmekten kendimi alamadım, dolayısıyla gittim baktım ki film yirmi dakika önce başlamış. Kaçırdığıma üzüldüm doğrusu da film izlemeyi kafama yazdım ya, bulacağım mutlaka bir film, ama öyle ama böyle. Bir film afişinde elleri cebinde yalnız yürüyen sarışın bir adam dikkatimi çekti. Robert Redford'a benzetmiştim. Tabi uzaktan, ilgisi yok adamın yoksa. Afişi incelemeye başlayınca bir Woody Allen filmi ile karşı karşıya olduğumu gördüm. Paris'te Gece Yarısı. Bu film kaçmazdı elbette.

Yirmi dakika sonrasıydı seansı, hemen bilet aldım.

Koltuğa oturmuş heyecanla bekliyordum, nasıl bir Woody Allen filmi izleyecektim acaba? Neredeyse hayatını ezbere bildiğim yönetmenin (senarist, aktör, oyun yazarı, müzisyen) bugüne kadar sadece bir filmini izlemiştim, onun da adını hatırlamıyordum doğrusu. Fakat beğenmiştim o filmi ve bunu da beğeneceğimden emindim.

İlk sahneyle birlikte vuruldum filme, adeta âşık oldum. Muhteşem Paris manzaraları, harika bir Fransızca şarkı eşliğinde başladı film. Bu bana yetti de arttı bile.

Filmin detayını boşverelim, ben size yaklaşık iki saat boyunca neler hissettiğimi yazayım.

Tam bir görsel şölendi benim için. Kendimi bildim bileli yurt dışında gitmek istediğim yerlerin en başında gelen Paris sanki ayağıma gelmişti. Kamera her yerdeydi, ışık mükemmeldi. Paris'in yirmi dört saatinden görüntülerle bana kendimi bir Parisli gibi hissettirmeyi başarmıştı.

Ya Fransızca? Hep çok romantik bulduğum, şarkılarını aşkla dinlediğim Fransızca'yla kulaklarımın pasını temizledim.

Artık son sahnelere doğru, içimde dalga dalga yükselen bir istek dilimin ucuna kadar geldi. Kendimi tutmasam, "Ben Paris'te olmak istiyoruuuummm" diye haykıracaktım. Ölmeden önce mutlaka Fransızca öğrenmeye ve Paris'e gitmeye karar vererek çıktım salondan.

Öğrenmenin yaşı mı var ki?

Bir de şu:

İnsanlar hep geçmişin daha güzel olduğunu, o yıllarda hayatın daha anlamlı olduğunu düşünürler. "Geç geldim ben bu dünyaya, işte şu yıllarda ya da bu yıllarda yaşamalıydım." derler. Yani ben söylerim bu cümleyi zaman zaman. Diyelim bir fırsat oldu, bir muciza yahut, gittik o özlemini çektiğimiz yıllara ve yere, yaşamaya başladık. Bir süre sonra gene geçmiş yılları özlemeye başlayacağız. "Aah, ne güzelmiş o yıllar, Altın Çağ deniyormuş, keşke o zamanda yaşasaydım" demekten kendimizi alamayacağız.

Çünkü insan, yaşadığı anı değerlendiremiyor hiç. O an da çok güzel aslında ve bir on ya da yirmi yıl geçince o an için de aynı şeyi söyleyecek.

Bilmediğimiz şey mi Allah aşkına? Biliyoruz bunu elbette.

Ama Woody Allen anlatınca bir başka olmuş, tek kelime ile muhteşem olmuş.

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..