Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mart '17

 
Kategori
Kitap
 

Pavyon sahipleri mi daha akıllı, kaymakam ve valiler mi?

Pavyon sahipleri mi daha akıllı, kaymakam ve valiler mi?
 

“ne güzel, diken gül açmış, bak”

deyip sevinemeyen salak

“gülün dikeni var”, diye üzülür durur.

                   ( H.E.)

            Bir sabah uyandığınızda, odanızın para desteleriyle dolu olduğunu görseniz, ne iyi olur; değil mi?

            “Bu olacak şey değil de Hüseyin Erkan, yılbaşı çekilişinde büyük ikramiye bana çıksaydı, bu çok güzel olurdu işte!” dediğinizi duyar gibiyim.

            Sizin için, çok güzel bir şey mi olurdu bu acaba?

            Geçen yılbaşının büyük ikramiyesi, 60 milyon mu, neydi! Bilet alanlardan birine çıktı mutlaka da siz değildiniz o talihli, değil mi?

            Büyük ikramiye çıkanlar, Tanrı’nın çok şanslı kulları mıdır sizce, yoksa çok şanssız insanlar mı?

            Laf olsun, torba dolsun diye değil, gerçekten çok ciddi olarak sordum.

            Büyük ikramiye kazandığı için, ömür boyu çok mutlu, çok başarılı olmuş bir insan tanıyor musunuz siz?

            Ben tanımıyorum. Duymadım da öyle birini.

            Aksine, büyük ikramiye kazananların birçoğu, kısa bir süre sonra dağıtmış kendini. Önce karısını boşayıp ailesini dağıtmış; sonra içkiye, kumara dadanmış. Her akşam meyhanelerde, barlarda, gazinolarda derken, para suyunu çekmiş. “Sen büyüksün, sen cömertsin. Sen Tanrı’nın en sevgili kulusun. Tanrı’nın sevdiği insanı biz niçin sevmeyelim? Sen yeter ki emret, senin için can kurban!” diyenler de çekilince çevresinden; ailesiyle birlikte kıt kanaat geçindikleri günleri mumla arar olmuşlar ama iş işten çoktan geçmiş tabii.

            Bir iki ay önce, gazetelerin iç sayfalarında şöyle bir haber vardı:

            Dört yıl önce, İngiltere’de 18 yaşında bir genç kıza piyangodan büyük ikramiye çıkmış. Çok sevinmiş, çok sevinmiş de… Neredeyse her büyük ikramiye çıkanın yaşadıklarını, ister istemez o da yaşamış elbet. Ve dört yıl geçtikten sonra aklı başına gelip “Piyango İdaresi”ni mahkemeye vermiş.

            Niçin mi?

            “Henüz 18 yaşındaki bir genç kıza, hiç kimsenin, bu kadar büyük bir kötülük yapmaya hakkı yok” diye.

            İngiliz mahkemeleri ne karar verir, bilemem.

            Yalnızca 18 yaşındaki bir gence değil, yaşı ve cinsiyeti ne olursa olsun, hiç kimseye böyle bir kötülük yapılmamalı bence.

            Yılbaşı çekilişinde, neden bir kişiye 60 milyon lira? Bir kişiye 60 milyon verip feleğini şaşırtacağımıza, 60 kişiye birer milyon versek, daha doğru değil mi?

            Bütün bunları bana kim düşündürdü; biliyor musunuz?

            Üç Dilek adlı kitabın yazarı, Emekli Antalya Vali Yardımcısı Turan Eren…

            Hayır, hayır!.. Henüz yüz yüze görüşmedim kendisiyle. Kitabında, görüp yaşadığı öyle ilginç olaylar anlatmış ki!..

            Bakalım, siz de ilginç bulacak mısınız; sizin için seçtiğim şu konuyu:

            Refakat stajından sonra, teftiş stajını da bitiren yazar, yine yönetmelik gereği “Kaymakam Vekili” olarak atanmayı beklemektedir.

            Çok geçmeden, Elâzığın Madenilçesine Kaymakam Vekili olarak atandığı, yazının yolda olduğu bildirilir; Ankara’dan.

            Maden ilçesinin iyi bilirim. Dicle Öğretmen Okulu’nda çalıştığım yıllarda, (1961 – 1964) üç yıl boyunca trenle içinden gelip geçtim. Oldukça dar bir vadiye kurulmuştur. Maden adı verilmesinin nedeni de Ergani Bakır İşletmeleri fabrikasının burada olmasındandır.

            1962 – 1963 Eğitim yılında öğrencilerimizle birlikte buraya bir gezi yapmıştık. Turan Eren’in Kaymakam Vekili olarak gideceği bu ilçedir işte.

            Malatya Vali Yardımcılarının da desteğiyle Maden ilçesi hakkında Şu bilgiyi toplar; kaymakam adayımız:

            “Sarp bir bölgede kurulmuş; yaklaşık 20 – 25 bin nüfuslu bir ilçe… Can damarı 4 – 5 bin işçisi olan Ergani Bakır Fabrikası… Ve bir eşkıya olduğu söylenen Belediye Başkanı… En son bir un tüccarını öldürmüş; dört beş ay hapis yatıp çıkmış. İşçi hareketleri, boykotlar, kan davaları, cinayetler…”

            Böyle bir ilçeye deneyimli ve başarılı bir kaymakam atamak varken, niçin Turan Eren gibi deneyimsiz bir kaymakam vekili?

Ne yani, hangi ilçeye nasıl bir kaymakam atanacağını ben mi daha iyi bilirim, İçişleri Bakanlığının yüksek bürokratları mı? Hiç de görevim olmayan, boyumdan büyük işlere karışmaya ne hakkım var benim! Nitekim, Turan Bey, atanma yazısını alıp da Elazığ Valiliğine gittiğinde Yazıişleri Müdürü Necip Bey, “İyi yere geldiniz. Belki biraz canınız sıkılacak orada ama iyi bir staj yapacaksınız. Orası tam bir idarecilik laboratuvarıdır. Oradan başarıyla çıkan, Türkiye’nin her yerinde başarılı idarecilik yapar.” der.

            Bu sırada odanın kapısını açan orta yaşlı biri, “Necip Ağbi! Torba mı, çuval mı?” diye sormasın mı?

            Bizim çiçeği burnunda Kaymakam Vekilimiz, “Ne demek istedi bu adam?” der gibi bakınca, Necip Bey:

            “Kaymakam Bey, bu adam, Keban Barajı’nın delilerinden” der.

            “Ne demek bu?” diye sorarsanız, Necip Bey’in anlattıklarını ben özetleyivereyim size:

            Bu adamın Keban Barajı Gölü’nün altında önemli miktarda arazisi kalmış. Bu arazisine karşılık devletin ödeyeceği parayı almak için Ziraat Bankasına gitmiş. Gerekli belgeleri ve kimliğini vermiş. Veznedar da parayı çıkarıp bankonun üzerine yığmaya başlamış. Para o kadar çokmuş ki, veznedar görünmez olmuş. Adam, para yığınının arasından veznedara, “Bu paranın hepsi benim mi?” diye sormuş. Veznedar, “Hepsi senin… Git, bir torba veya çuval getir de al, götür.” deyince, adam bayılıp yere düşmüş.

            Hemen koşup hastaneye kaldırmışlar. O günden sonra aklını oynatan adam, bir daha sağlığına kavuşamamış. Her gün Valiliğe gelir, kapıları açar, “Torba mı, çuval mı?” diye sorarmış.

            Şimdi ben size, “Alın teri ile damla damla, gıdım gıdım kazanarak değil de, böyle birdenbire geliveren çok para, deli eder insanı” desem, “Yok be Hüseyin Erkan, binde bir olur bu durum.” diye düşünürsünüz belki.

            Öyle ya… Keban Barajı dolayısıyla yalnızca bu adam mı para aldı? Önemli miktarda para alan onca insanın hepsi mi deli oldu? (Bu konuda bir araştırma yok elimizde, ne yazık ki!)

            Elazığ Valiliği Yazı İşleri Müdürü Necip Bey’e kulak verelim biz:

            “Keban Barajı’ndan, mal mülk sahibi olan insanlar oldukça fazla para aldılar. Ama ne yazık ki, biz Elazığlılar bu parayı değerlendiremedik. Doğru dürüst yatırıma dönüştüren çok az insan oldu. Gelen para ziyan edildi. Herkes öncelikle bir Murat 124 araba aldı. Sonra, sadece Keban ilçesinde 8 pavyon açıldı. Keban’ın nüfusu 1700’dü. Her gece sekiz pavyonda Keban Barajı’nın istimlak paraları, değirmene dökülen buğday gibi öğütüldü. Açıkgöz pavyon sahipleri, özellikle köylülerin ve diğer insanların cebindeki parayı hortumladı. Böylece büyük bir ekonomik kaynak yok oldu.”

            “- Pekiyi, ya araba alanlar? Onlar ne yaptılar Necip Bey?” diye soralım:

            “Araba alanların da büyük bir çoğunluğu kaza yaptı; ya canından, ya malından oldu. Özellikle daha önce at arabası veya at süren insanların, bir gün sonra arabaya binmesi birçok trajikomik olaylara da neden oldu. Benim hemşerim, arabaya binip tam fren yapacağı zaman, direksiyonu kendine çekiyor, frene basıyor; atı durdurur gibi ses çıkarıyordu. (…) Türkiye’nin en büyük barajı yapıldı. Ama o bölgedeki verimli araziler gitti. O arazilerle beraber o paralar da heba olup gitti. O paralar yatırıma dönüşseydi, bu baraj Elazığ için büyük bir fırsat olurdu.”

            Gördüğünüz gibi, ne güzel düşünmüş, ne güzel söylemiş Necip Bey!      

İyi de kardeşim, o dönemin Elazığ Valisi ve o ile bağlı ilçelerin kaymakamları, önemli miktarda istimlak parası almış yurttaşlarla bir toplantı yapıp:

            “Bu fırsat her zaman ele geçmez. Ayağınıza gelen şansı tepmeyin. ‘Hazıra dağlar dayanmaz’ demiş atalarımız. Paranızı çarçur etmeyin. Bir şirket kuralım, fabrikalar yapalım. Paranız iki misli, üç misli artsın. Hem siz kazanın, hem bölgemiz, hem ülkemiz kazansın.” diyemezler miydi?

            Akşama kadar koltuklarında otursunlar, önlerine gelen dosyalara cafcaflı imzalar atsınlar, mesai bitince de Şehir Kulübüne gidip briç oynasınlar diye mi yüksek yüksek maaşlar öder bu yoksul halk, bu millet, bu devlet o muhteremlere?

            Haydi, Mülkiye (SBF) mezunu o yöneticiler, bunu akıl edemediler diyelim; ya Hukuk mezunu hâkimler, savcılar, avukatlar? Ya bankacılar, maliyeciler? Ya mühendisler, mimarlar, öğretmenler?..

            Demek ki, hiç kimsenin kılı kıpırdamamış; bu millî servet yok olup giderken.

            Ne düşünüyorsunuz?

            “Pavyon sahipleri, sözünü ettiğin o muhteremlerin hepsinden daha akıllıymış” mı demek istiyorsunuz?

            Valla bu sorunuza peşin peşin evet de demeyeceğim; hayır da demeyeceğim. Gelin, bu soru üzerinde biraz düşünelim; biraz tartışalım; diyeceğim ben.

            Sözü olan herkesi dinlemeye hazırım. Ve dahi önyargısız… Ve dahi sözünü hiç kesmeden…

                                                                                        Hüseyin Erkan

                                                                       huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr         

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..