Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '10

 
Kategori
Doğa Sporları
 

Peak Lenin

Peak Lenin
 

7134m Peal Lenin Zirve


Etkinlik Adi : Peak Lenin Faaliyeti (7134m.)
Etkinlik Tarihi : 29.07./ 17.08.2008
Etkinlige Katilanlar : Sonmez Erkaya, Mutlu Inan Akdag,
Odabasioglu, Ismet Inan, Kagan Eroz.
Etkinlik Lideri : Sonmez Erkaya
Etkinlikte Kul.Malz : 30m.ip, kolon, kazma, krampon, kurek vb.
 

29 Temmuz Salı 

Uçağımız beş saatlik bir yolculuğun ardından Bishkek'e vardı.Burada ülkemize göre saatler üç saat daha ileride.Gerekli zaman ayarlamalarımızı yapıp, sabahı hava limanında karşıladık. 

 

30 Temmuz Çarşamba 

Bishkek hava limanından direk Osh'a kalkan küçük bir uçağa bindik.Yaklaşık bir saat sonra indiğimizde, bizi bekleyen firmanın(Thin- Shan) aracıyla o gece kalacağımız pansiyona geçtik.Pansiyonun sahibesi Olga çok sert mizaçlı bir Rus kadını.Pek misafirperver değil. 

 

31 Temmuz Perşembe 

Bugün araç bizi, öğleden sonra ana kampa götürecekmiş. Aracın öğleye kadar tamiri gerekiyormuş. Moralimiz bozuluyor.Yani çok geç saatte kampa ulaşacağız.Biraz tantana ederek aracın erken çıkmasını sağlıyoruz.Araç dediğim, eski, haki renkli küçük bir minibüs.Tam kent dışına çıktık araba bozuldu.Şoförümüz Alex, mahcup bir halde tamirinin mümkün olamayacağını, geri dönüp ancak yarına diyor.Dumur olmuş haldeyiz.Halbuki bugünü ziyan etmek istemiyoruz. Biraz daha dayatarak bugün kesinlikle gitmemiz gerektiğini vurguluyoruz. İse yaradı.Başka bir araç ayarlamaya çalışacaklarmış. Kente geri döndük ve yeni aracı bekliyoruz.Öğleden sonrada olsa sonunda daha iyi durumda bir başka araçla yola koyuluyoruz. Yaklaşık on saatlik bir yolculuktan sonra artık ana kamptayız( 3800m).Bu geç vakitte kimseyi rahatsız etmeden çadırları kurup hemen sızıyoruz. 

 

01 Ağustos Cuma 

Bugün birinci kampa(4400m. ) ulaşmayı hedeflediğimiz için hemen hareket etmeye çalışıyoruz. Kampın görevlileri şaşırıyor.Genelde burada iki gün kalınırken bizim acele etmemizi garipsiyorlar. Bunun acısını sonradan çekecektim!! Yanımıza küçük çantalarımızı alıp geriye kalanı katırlara yüklettik.Yürüyüşte birçok milletten insanla karşılaşıyoruz. Kimi bizim gibi ilk defa çıkıyor, kimi aklimatizasyon için iniyor, kimide zirveden dönüyor.Ortalık panayır gibi, neşeliyiz. Seyyahlar Geçidi denen dik bir rampadan yükseliyoruz. Sonrasında debisi yüksek olan bir derenin kenarından yükselerek ilerliyoruz. Uçurum kenarlarından, yükseklere uzanan bu uzun ve ince patikada ilerlemek zorlaşıyor.Karşıdan gelenlere yol vermeye çalışırken, düşmemeye ve arkadaki katırların altında kalmamaya çalışmak içinde dengeni kurmaya uğraşıyorsun. 

Derenin karşı kıyısına geçmeye çalıştığımızda ise bir köprü olmadığını gördük.Geçit arıyorsun ama nafile.Suyun debisi çok kuvvetli.Yaklaşık üç metrelik daralan yerleri var ama suya girmeden geçmek imkansız.İmdada katırlar yetişiyor. Atların üstünde karşı kıyıya çıkıyoruz.Lakin karşılığında adam başı beş dolar istiyorlar.Tepki gösteriyoruz, olmuyor.Biz Türküz, kardeşiz, Müslümansız, yok olmuyor. Fakiriz, yoksuluz derken ; Mutlunun elindeki(fark etmeden çıkarttığı) bir tomar paraya gözleri takılıyor.Sonunda pazarlık yapıp, anlaşıyoruz. Ve artık, altı saatlik yolculuktan sonra birinci kamptayız.Bizim firmanın olduğu çadır alanına kampımızı atıyoruz. 

Tesadüfen Asya firmasına ait yemek çadırının yanından geçerken, Türkçe konuşulduğunu fark ettik. Onlarda bizi. Ben bunları tanıyorum.Yıllardır Ballıdan tanıdığım arkadaşlarım. İkisi de zirve yapmış, kutladık.Bizim buraya geleceğimizi aylar öncesinden biliyorlarmış. Hatta bizle tırmanmak için kontak kurmaya bile çalışmışlar, ama biz onları fark edememişiz. Bülent'e ülkeye döndüğünde Oğuz'a yada Zirve Dağcılığa haber vermesini, buradan haberleşemediğimizi tembih ettim.Sağ olsun bunu gerçekleştirdiğini, yurda döndüğümde öğrendim. 

Geceleyin uzaklardan düşen çığ sesleriyle irkildik durduk.Gerçi kamp yerimiz çığ bölgesinden uzakta ama yinede insan tedirgin oluyor. 

 

02 Ağustos Cumartesi 

Burası gerçekten büyülü bir yer.Tam karşımızda Lenin ve ayaklarımızın altına kadar uzanan buzulu doğrusu çok hoş.Çadır alanı bu buzulun dışındaki kaya -toprak karışımlı bölgeye kurulmuş.Thin- Shan dışında, Asya ve Pamir Expedisyon firmalarının otağ ve çadırları kurulu.Kırgızları n yurt ismini verdikleri otağ denilen bu çadırlar, yuvarlak kubbe biçimli kıl ve keçeden yapılmaktadır. Otağ çadırları çok geniş olduğundan mutfak, yemek ve oturma konumları buralarda gerçekleşiyor. Bugün dinlenme günümüz olduğundan etrafı dolaşıyoruz. Kırgızları ve Özbekleri yakından tanımaya çalışıyoruz. Ortak Türkçe kelimeleri bulunca sevinip konuşmalarımızı zorluyoruz.Özellikle Özbekler dilimizi daha iyi anlıyor.Artık onlarla İngilizce değil, ana dilimizle anlaşmaya çalışıyoruz. Bu bizi daha mutlu ediyor. 

Rus edebiyatı, sanat ve teknolojisi her zaman beni etkilemiştir. Fakat beş milyonluk bir nüfusa sahip Kırgızistan’da, aşırı Rus hakimiyeti söz konusu...Ülke insani, kendi kültür ve değerlerine sahip çıkması gerekir.Bunun mücadelesini, yakın bir zamanda kaybettiğimiz, dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov gösterdi. Buradaki üç-dört firmanın sahipleri ve sorumluları hep Rus. Çalışanlarsa Kırgız ve Özbek sanırım ekonomi ve siyasette de bu böyle. Gerçi Sovyetlerin dağılımından sonra Türk devletleri bağımsızlıklarını ilan ettiler. Lakin bu kezse çarpık-kapital Rus hakimiyetinin etkisine girdiler.Gün boyu Arda ile bunları irdeleyip durduk. 

 

03 Ağustos Pazar 

Sabah erken kalkmamıza rağmen toparlanıp yola koyulmamız hayli vakit aldı. Dağcılar rota üzerinde karınca katarı gibi gözüküyorlar. Hızla ilerliyoruz. Rota üstünde çok sayıda buzul çatlağı var. Bunları dikkatlice ve ip birliğinde geçiyoruz. Sonrasında dik bir parkur bizi bayağı zorluyor. Dikliğin bittiği yerde Kızartma Tavası denilen yere geliyoruz. Bu yükseklikteki düz platoda güneşin altında adeta kavruluyorsunuz. Dağdan inenlerin yüzüne bakınca(suratlar soyulmuş, dudaklar patlamış) anlıyorsunuz. Tabii biz öğleden sonraya kaldığımız için (genelde öğleden sonra hava kapıyor, yer yer yağış oluyor) kavrulmuyoruz. Birde inenlerin yüzünü gördükçe korunma yollarını iyice arttırıyoruz. 

5300m. ikinci kampa ulaştığımızda hava iyicene bozdu ve biz yorgunluktan bitkin haldeyiz. Çadır kuracak halimiz yok. Boş olduğunu varsaydığımız ilk iki çadıra gözümüzü kestirip içine dalıyoruz. Yatarken acaba sahipleri yukarıda tırmanışta mi, yoksam aklimatizasyon için çadırları kurup aşağıya mi indiler?! Ne olursa olsunda bu gece gelmesinler. 

 

04 Ağustos Pazartesi 

Ertesi gün hemen çadırlarımızı kurup, yerleşiyoruz. Buradaki kamp yeri dik bir kaya yamacının dibinde. Düzgün bir yer için bayağı uğraş vermeniz gerekiyor. Alan küçük ve çadır sayısı fazla. Bolca İranlı dağcı var. Biz birinci kamptayken İranlı iki dağcının cesedini indiriyorlardı, çok üzüldük. Buradaki kamp yeri daha önceleri, biraz daha aşağıdaki düz platoda kuruluyormuş. 13.07.1990 tarihindeki o büyük çığ kazasına kadar. O gece bir çığ kopuyor ve 43 kişi yaşamını yitiriyor. Sadece bir kişi kurtulmuş, tuvalete kalktığı için. O yüzden kamp yeri çığ bölgesinin dışına taşınmış. 

Henüz su için kar eritmiyoruz. Bu kamp yerinde de gündüz mataralarımızı doldurduğumuz, kayaların arasından akan bir su yatağı bulunmakta.Tabii geceleri ve sabahın erken saatlerinde dönmüş oluyor. Bugün öğleden sonra kar yağışı başladı.Giderek artıyor. Tamam bugün dinleniyoruz ama böyle yağarsa yarın ne yukarı çıkabilir nede aşağıya inebiliriz. Buzul çatlakları kesin kapanmıştır. Risk büyük.Gece boyunca yağış devam etti.Bende bir baş ağrısı peydah oldu.Gerçi ana kamptan beri ince bir sizi vardı ama pek önemsememiştim. Bol hareket edersem, yemek-su işiyle uğraşırsam üstesinden geleceğini düşünmüştüm. Gece boyunca düşen çığ sesleriyle uykuya dalmaya çalıştım. 

05 Ağustos Salı- 

Baş ağrım devam ediyor.Gece saçma sapan kabuslar gördüm. Kağan’ın durumu da iyi değil, çok bitkin. İsmet'te halsizleşmiş. En iyi durumda olan Mutlu, bugün 6100m. aklimatizasyon tırmanışını yapmak istiyor. Arda'nın da durumu iyi sayılır. Üç gündür buradayız. Artık bir an önce aşağıya inip bu ağrıdan kurtulmak istiyorum. Aldığım ilaçların da faydası olmuyor. Neyse ki bugün yağış yok hava çok güzel. Mutlu ve Arda erkenden tırmanışa başladılar, 6100m.yi deneyip inecekler. 

Öğleden sonra ben ve Kağan kendimizi biraz iyi hissettik. Hadi ne duruyoruz biraz hareket. En azından biraz irtifa alırız. İsmet'e baktık çadırında yok. Demek ki sonradan oda düzelince, tırmanışa gitmiş.Yüz metre yükselmiştik ki, Mutlu ve Arda dönüyor. Mutlu 6100m. kampına kadar ulaşmış. Arda ise 6100m. dik yokuşuna kadar ilerlemiş. Rotada Balıkesir BALDAK dağcılık kulübünden Ferit Şeremet ve İzmir DEDAK kulübünden Bayram Ali Altuğ vardı.Biraz lafladıktan sonra çıkışa başladık.Derken İsmet belirdi yukarıdan.Oda ancak 5800m.yükselebilmiş . Biz Kağan'la tırmandıkça açıldık.5800m. ye geldiğimizde artık akşam olmak üzereydi. Keşke iki-üç saat, daha erken düzelip de, çadırdan çıkabilseydik, 6100m.yi denerdik diye hayıflandık. 

 

06 Ağustos Çarşamba 

Ertesi gün yine erken kalkmamıza rağmen toparlanıp yola koyulmamız hayli zaman aldı. İyi tarafı Kızartma Tavası kısmını bulut altında geçtik. Burada öğlen oldu mu hava ya kapıyor, ya yağış oluyor ya da bulutlanıyor. Akşama doğru 4400 m. birinci kampına ulaştık. Yemekle uğraşmadan, firmadan hazır yedik. Yarım saat sonrada tuvaletteyiz. Mideler gurulduyor, motor sardı.! Yani belli belirsiz bir ishal durumu var. Bu sonraki günlerde daha da arttı. Anlam veremiyoruz. En ayak basılmamış yerlerden suyumuzu alıyoruz, yine kesilmiyor. Hatta kamp sakinleri meraklı gözlerle bizim su almaya gitmemizi izliyorlar.Garipliği sonradan öğrendik. Meğersem suyu nereden alırsan al, kaynatmadan içmeyecekmişsin. Şehirdeki de dağdaki de bunu böyle yapıyor. İlk önce sudaki bir bakteriyel-parazit diye düşündüm ama o soğukta yasamaz ki! Yada minerallerindeki bir özellik!? Neyse diğer firmadaki(Asya) bir Özbek doktor imdadımıza yetişti. Verdiği ilaç o kadar tesirliydi ki bu defada kabız olduk. 

Thin-Shan firmasıyla anlaşmamıza rağmen biz genelde ya Asya yada Pamir firmalarının çadırlarında vakit geçiriyorduk. Her nedense bizim firma çok kaba ve ilgisiz bir tutum içerisindeydi. Üstelik hiçbir fiyatta esneme yoktu. Halbuki Asya ve Pamir’deki ilgiden ve samimiyetten çok memnunduk. 

 

07 Ağustos Perşembe 

Kahvaltımızı yaparken biraz sohbet ettik. Ben hala hoşaf gibiyim. En başta yapmadığımı şimdi yapacağım.3800m. deki ana kampa ineceğimi söyledim. Hala kendimde değil gibiyim. Kağan da bana katılacağını söyledi. Bir gece kalıp ertesi gün yeniden geleceğiz. Ve asıl tırmanış o zaman başlayacak. Tabii ekip kendini toparlarsa. Bayağı halsiz ve bitkin düştük. Özellikle yiyecekleri Türkiye’den getirmemekle büyük hata yapmıştık. Yukarıda zaten iştah olmuyor. Birde damak zevkine uygun olmayan besinler , tükeniyorsun. Halbuki iyi beslenip kuvvetlenmek gerekiyor. Eski bir dağcı sözüne göre "dağa en sevdiğin yiyecekleri götür". 

Ülkemin iki günlük faaliyetlerinde bile sorunlar yaşanıyor ki kaldı ki burada hepimiz açısından, ömrümüzün en uzun dağ etkinliğini yaşıyoruz. Sıla hasreti, sevdiklerinden uzak ve habersiz olmak sabırları zorluyor. Birde buradaki zorluk ve sıkıntılar üst seviyede oldu mu tahammül edilemez hale geliyor. İster istemez psikolojik rahatsızlık ve çöküntü yaşanabiliyor. Aklın yolu birdir. Yine sorunlarımızı konuşarak çözmeye çalışıyoruz. Omuzlarımızdaki yükün farkındayız. Buraya kulübün sayesinde geldik. Onun misyonunu üzerimizde taşıyoruz. Arkamızda maddi-manevi destek veren arkadaşlarımız var. Bir atamayla, seçmeyle geldik. Yani bireysel bir etkinlik söz konusu değil. Haber alamadık ve veremedik diye yukarıda belirttim. Zaten o imkanda ana kamp(3800m.) ile birinci kampta(4400m. ) mevcut. Satın aldığımız paket programda; bu kamplarda gerek uydu telefonu gerekse internet olduğu yazıyordu.! İnternet bağlantısı gerçekleştirilemiyor. Uydu telefonu ise belli saatlerde oda iletişim kurulabilirse. Uygun olduğumuzda cihazlar hazır değildi.Yahut da hareket halinde olduğumuz zamana denk geliyordu. Halbuki Oğuz o kadar tembihlemişti. 

Kağan'la yola koyulduk. Hava güzel. Şarkı, türkü, askeri ve kahramanlık marşları söyleyerek ana kampa doğru iniyoruz. Çıkarken fark etmemiştim. Yolculuğun en keyifli kısmı burasıymış. Harika bir treking rotası. Ara sıra fotoğraf çekiyoruz. Dereden karşıya geçerken yine katırcılarla pazarlık. Artık dolar yada Euro değil, yerli paranın (som deniyor) ederine göre anlaşıyoruz. Yaklaşık 1 dolar = 35 Som ediyor. Patika üstünde mini büfe diye adlandırdığımız bir Kırgız Otağı var. içecek ve hediyelik eşyalar var. İki kız bu çadırda yaşıyor. Büyüğünün adı Manira, daha çok onla sohbetimiz yoğun. Öğrenciymiş, Türk olduğumuzu anlayınca "Müslüman mısınız" diyor, . "ya sen" diyoruz."evet" diyor ama elinde de bira şişesi... "Bu günah değil mi" diye sorup gülüşüyoruz. Atalarımızın bir zamanlar burada yaşadığını, ortak birçok yönümüz olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz. Köylülerin aksine olayın daha bilincinde. Vedalaşıp, Seyyahlar Geçidine doğru yaklaşıyoruz. Burada daha modern bir otağı var, Rusların rampanın bitiminde ölen dağcılar adına kayalara yerleştirilmiş metal ve mermer anıt semboller var, fotoğrafladık. Sonrasında ana kampa varıyoruz. Pamir’in fiyatları daha esnek olduğundan yatma ve yeme işini burada ayarlıyoruz. 

Görevlilerle bayağı kaynaştık. Aşçının adı Mansur, bize meyve ikram ediyor. Kavun, şeftali, üzüm ve birde biber dolması ....sevinçten Kağanla bakışıyoruz. Yemekhane kısmındayız, girip çıkanlarla samimi olduk. Kunduz oranın resepsiyon görevlisi gibi, bir diğer kız garson, bir diğeri çoğu üniversite öğrencisi. Kunduz çok sempatik ve şakacı.Bizi kahkahaya boğuyor. Kağan ishal olduğundan fazla gülemiyor, ona da isim taktılar "Çırçır Kağan". 

 

08 Ağustos Cuma 

Erken Pamir den ayrılıp, yeniden 4400m. birinci kampa doğru yükseliyoruz. Doğrusu buraya inmekle iyi yaptık. Hem kendimize geldik hem de bol keyif aldık. Dönüşte Manira dan iki kiloda patates aldım.Akşama ziyafet çektireceğim. Dereye geldiğimizde bir yol bularak katıra binmeden geçtik. Kampa doğru hava bozdu.Kar yağmaya başladı. Akabinde altı saat sonra kamp bölgesindeydik. Etrafta tanıdık yüzler vardı. İstanbul şubemizden Saadet, Afyondan Mithat, Simav’dan Muzaffer bireysel olarak Lenin tırmanışına gelmişlerdi. Bir turla anlaşmışlar, rehber kiralamışlar ve çantalarını belli bir ücret karşılığında üst kamplara taşıttırıyorlardı. Doğrusu biraz imrendik. Vakitleri de böldü. Tam expedisyon mantığı. Bizse zor olan Alpin taktığı yani kendi yükünü taşı ve vur kaç. 

Mutlu inmekle iyi yaptığımızı, özellikle benim yüzüme kan geldiğini söyledi. Artık yarın asıl tırmanış faaliyetine başlayacaktık. Akşama doğru Mutlu rahatsızlandı. Karnında müthiş bir sancı olduğunu söyledi. Bizden hiçbir ücret almayan diğer firmanın (Asya) doktorunu aramaya başladık. Birde melek diye adlandırdığımız bir Rus bayan görevli vardı. Doğrusu bu ikisinin iyilik ve samimiyetini asla unutamayız.Mutlu "yarına düzelemezsem" bizle gelemeyeceğini söyledi. Bende, olmadı diğer gün Saadet'lerle yada başka bir grubun peşine takılarak gelirsin, dedim. 

 

09 Ağustos Cumartesi 

Dört kişi buzul çatlaklarına doğru atıldık. Mutlu ardımızda kalmıştı.Kim bilir belki öğleye doğru düzelir, biz önümüzden apar topar indirilen sarılı kişinin, cansız bedenine bir kez daha üzülerek bakıyorduk. O grubun biraz arkasında gelen şahsa, artık dayanamayıp sorduk. Büyük bir kahkaha attı. Meğersem ortada ceset falan yokmuş. Eşyalarını sırtta taşımaktansa, sarıp sarmalayarak, iple çekerek indirmeyi uygun görmüşler. 

 

10 Ağustos Pazar 

Bugün başarabilirsek ilk defa 6100m.deki üçüncü kampa ulaşacağız.Durumumu z gayet iyi.Acaba Mutlu ne yaptı?! Öğlen telsizle birinci kampa bağlanıp hakkında bilgi almak istiyoruz.Yürüyüş temposunu Kağan'a göre ayarlamaya çalışıyoruz. Hemen arkama Kağan’ı alarak bir tempo tutturduk, artçımız Arda. İsmet fazla yavaş gelemiyor. Daha önceki tırmanışlardan biliyorum. Çok ağır geldiğinde yoruluyor. Zayıf olduğu içinde molalarda fazla bekleyemiyor, üşüyor. O yüzden bir an önce kamp yerine gitmesini söyledim. Sonunda hepimiz 6100m. üçüncü kamp bölgesine ulaştık. Yanımızda bir çadır getirdik. Arda ve ben onu kurup yerleştik. İsmet ve Kağan da hemen yanımızdaki boş çadıra kuruldu. Çadır sahipleri de Eskişehir’den iki arkadaş.ESDİT kulübünden İsmail Çetin ve Erhan Kasapoğlu. On beş kişilik ekipten geriye sadece ikisi kalmış. Muhtemelen onlar yarın yanımıza yükselecek, bizde bir aksilik olmazsa zirve yolunda olacağız. 

Ben başından beri 6400m.ye kamp atıp oradan zirve yapmanın uygunluğunu düşünüyorum. Mutlu'ysa 6100m.den yapmanın daha hızlı ve uygun olacağını savunuyordu. Artık zamanda daraldı. Hesabımıza göre fazladan bir günümüz var. Onu da kötü hava koşuluna saklıyoruz. Duyumlarımızdan 6400m. dördüncü kampında pek çadır olmadığını saptıyoruz. Önümüzdeki o dik yokuşu kamp yüküyle çıkmak bize zor geliyor. Ve bu fazladan bir gün daha faaliyeti uzatmak demek. Olurda işler tıkırında gitmezse(kötü hava, mahsur kalma, ...vb) hem zirveyi hem 

de uçağı kaçırmaktan korkuyoruz. Karar aldık yarın direk zirveyi deneyeceğiz. 

 

11 Ağustos Pazartesi 

Havanın iyi olmasından dolayı, zirve rotasında bir hayli insanın yükseldiğini görüyoruz.Fakat bizim hareket etmemiz yine uzadı. Tam yokuşa vurduğumuzda, Arda'yla bir durum tespiti yaptık. Hem zirve için çok gecikmiş hem de çok yorgunduk. Hiç tehlikeye girmeden kampa geri döndük. Bitkinlik ve halsizlik üzerimizde değirmen taşı gibi duruyor, mecalimiz yok. Hele Kağan'la ben hiç dinlenmeden, altı gündür sırt çantalarımızla hareket halindeydik. Doğrusunu yaptık, bugün off günü. Benim başım yine ağrımaya başladı, ekip yatıyor. Çadırdan çıkıp biraz yürüdüm. Zirveye bakıp iç çekiyorum. Demek buraya kadarmış. Yarın son günümüz ve zirve denenecek. Ben düzelemezsem, süratle aşağıya ineceğim. Hem başımın ağrısından hem de başarısızlıktan dolayı ağlıyorum. Ağrı, Demavent ve Elbrus’da hiç başım böyle olmamıştı. Gerçi oralarda en fazla 4000m’lerde kalıp, zirve vuruşunu aynı günde yapıp kampa dönüyorduk. Halbuki şimdi 6100m. irtifasında ilk kez konaklıyorum, tedirginim. Göz yaşlarımı silip çadıra döndüm. Arkadaşlarıma yarın zirveye gelemeyeceğimi ve bensiz denemelerini söyledim. Burada bekleyeceğimi, düzelmezsem aşağıya ineceğimi bildirdim. Bir ağrı kesici (majestik 100mg.) aldım. Bir saat sonra kendimi iyi hissedince, bir tanede diazomid kullandım. Halbuki tartışmalarımızın en gerilimli konusu buydu. Faaliyetin en başından berimi alınmalıydı? Günde iki mi, tek mi? Yan etkisi ne olacaktı! Aşırı sıvı kaybına yol açması ve vücudun dehidre olması... Ya bir kaza sonucu, küçük bir yaradan akacak kanı nasıl durduracaktık? ! Bu ilaç kanı iyice sulandırdığından, o yükseklikte, bir küçük kanamayı bile durdurmak çok zor olacaktı. Yarım yamalak bilgimizle, hangi metodu uygulayalım diye görüş ayrılığına varıyorduk. Sadece Kağan’ın kullanmasını istedik. Biz otuzlu yaşların üstünde olduğumuzdan rahattık, oysa o daha yirmisindeydi. Yüksek irtifa tırmanışlarında olgun yaşlarda olmanın olumlu bir getirisiydi bu. Gerçi kişinin yapısına göre aklimitize değişiyordu, bende olduğu gibim. 

Özbek doktoru bulup, bu ilaç hakkında bilgi almak istedik. Zatı başı sıkışan ona koşuyordu.Bunu kesinlikle kullanmayın dedi. Bir çeşit doping olduğunu ve ciddi sorunlara yol açabileceğini hatırlattı. Kendi öz gücümüzle denememizi, bir baş ağrısında yada kuvvetli bir öksürükte hemen irtifa kaybetmemizi salık verdi. Hemen Kağan'a bırakmasını söyledik. Fakat Bülent'ler faaliyetin başından beri gerektikçe kullanmışlar, zirveyi de yapmışlardı. Kafalarımız iyice karıştı! En iyisi yurda dönünce bunu etraflıca araştırmak. 

Akşama doğru İsmail ve Erhan 6100m.kampına ulaştılar. Durumları iyi.Yarın onlarda zirve deneyecekler. Bu arada Lenin için en ideal tarihin ve havanın tamimiyle düzgün olduğu 25 temmuz ile 05 ağustos arasıymış. 

 

12 Ağustos Salı 

Sabah dörtte kalktık, altıda hareket edeceğiz. Kendimi yokluyorum, bir aksaklık var mı diye. Bomba gibiyim, neysem yerine geliyor.İsmailleri de yanımıza alarak, beraberce ilerliyoruz. Mola vermeden yavaşça yükseliyoruz. Rotada Ferit ağbi ye rastlıyoruz. Partneri Bayram Ali rahatsızmış, gelemiyor. Onu da ekibe katarak devam ediyoruz. Ben bazen hizansam da ekibi beklemem gerekiyor. 6400m.dördüncü kampa ulaşıyoruz. 

Burada sadece iki tane çadır kalmış. Biraz dinlendikten sonra tırmanış sürüyor. Ferit ağbi çok gerilerde kalıyor, bekleyemiyoruz. Başka grupların yarı yoldan döndüğünü görüyoruz. Kimisiyle gide-gele karşılaştığımız için birbirimizi tanıyoruz. Bu zirve yolu gerçekten çok yorucu ve uzun. Bazen dik bir yokuşu çıkarken bazen de bir platoda yol alıyoruz. Birbirinin devamı birçok tepe aşıyoruz. Vakit öğleden sonra oldu halen zirveye çok uzağız. Zirve dönüşü yapanlara denk geldiğimizde sorduk..Hüsran içindeyiz. Adımlarımızı sıklaştırıyoruz. Bir zaman sonra, iniştekilere sorduğumuzda iki saat daha var dediler. Yok artık akşam oluyor, yetişemeyeceğiz. Hemen bir karar almalıyız. Bir an bocalama oluyor. Zirveye gidersek akşama yakalanacağız ve bir fırtına koparsa vay halimize. Zirveden dönenlere soruyoruz, çelişkili ifadeler. İki saat diyen de var bir saat diyende. Kimisi artık geri dönmelisiniz derken kimisi de buraya kadar gelmişken yapın diyor. Dönelim fikri ağırlıkta.Lakin, İsmet yavaş gidemiyor diye önceden zirveye gönderdik. Orada onu tek bırakamam. Ben zirveye gideceğimi, gerekirse geceye de kalabileceğimi söylüyorum. Ama dönmek isteyenlerin bir an önce kampa gitmelerini istiyorum. İleriye atıldığım da grubun peşimden geldiğini fark ediyorum. Nihayet zirveye ulaştıracak kaya etabındayız. Sırt çantalarını orada çıkartıp süratle zirveye ulaşıyoruz. Sevinçler, bağrışlar, kutlamalar birbirini takip ediyor. Bayrağımızı ve flamalarımızı çıkartıp bu anı fotoğraflandırıyoruz. Saat 17:30 ve zirvedeyiz. Yaklaşık on bir buçuk saat sürmüş. Hemen dönüşe geçiyoruz. 

Çantalarımızı bıraktığımız yerden alıp platodan inişe başlıyoruz.Hava bir sis bulutuyla kaplanmaya başladı. Neyse ki izler çok belirgin. Ufaktan kar yağışı başladı. Sis ve yağış etkisini giderek arttırıyor. Vadimsi bir bölgeye geldiğimizde artık izleri seçemiyorum. İki G.Koreli dağcı da peşimize takıldı. Hemen gps'leri çıkardık.İsmet de, Erhan da ve Koreliler de olmak üzere üç cihazımız var. Bir türlü gereken koordinatlarda ulaşılamıyor. Üçü de ayrı telden. Fakat bölgeyi çok iyi hatırlıyorum. Arkadaşlara doğada navigasyonumun iyi olduğunu sağ taraftan inersek kampa ulaşacağımızı söyleyerek ilerliyorum, kimse kımıldamıyor. Sekiz kişinin hayatını da riske atamıyorsun. Eğer sağ taraftan uçuruma dikkat ederek gidersek Kırgızistan tarafına, yanılıp da sol yönü seçersek Tacikistan’a ineceğimizi hatırlatıyorum. Sonunda ikna olup ilerliyorlar. Elli metre sonra bir işaret çubuğuna denk geliyoruz. Seviniyoruz.Sonra ikincisi, üçüncüsü derken bayağı irtifa kaybediyoruz. Lakin hava kararmaya başlıyor. Buda artık işaret çubuğu göremeyeceğimiz anlamına gelmekte. Artık yağış kesildi ve sis dağıldı. Tam tepemizde bir dolunay. Fenerleri yakmadan ilerliyoruz. Erhan’ın gps komutlarıyla benim önsezi bir olduğu için, buna uyuyoruz. Çok ileride iki karaltının farkına varıyoruz. Yanlarına vardığımızda bu iki Rus dağcının yön tayini yapmaya çalıştığını anlıyoruz. Onları da bize katarak devam ediyoruz. Nihayet 6400m.deki iki çadıra ulaşıyoruz. Meğer onlar G.Korelilere aitmiş. Biz 6100m.deki kampımıza inmeye kararlıyız. Hava çok güzel, soğuk namına bir şikâyetimiz yok. Saat 23 sularında çadırlarımıza ulaştık. Sabaha kadar deliksiz bir uyku bizi bekliyordu.. . 

13 Ağustos Çarşamba 

Öğlen olmadan inişe başlayacağız. Saadet'lerde buradalar. Onlara başarılar dileyerek ve artan yiyeceklerimizi bırakarak ayrılıyoruz. 5300 m.deki çadırımızı da toplayarak irtifa kaybediyoruz. İsmail'ler biraz daha burada takılacaklarını bildiriyorlar. Buzul çatlaklarından geçerken iyicene ekibin piştiğini fark ediyoruz. Daha önceden ipin kontrolü ve tekniği konusundaki zayıflıklar artık ortadan kalkmış durumda. Hava kararmadan 4400m.deki kampa varıyoruz. Pamir’de kendimize güzel bir ziyafet çekiyoruz. Nedense yanan sobanın yanından ayrılamıyoruz. 

 

14 Ağustos Perşembe 

İyi bir kahvaltının ardından, artık kârlı buzlu rotaları geride bırakıp, toprak patikada ilerliyoruz. Dere geçişine geldiğimizde kimi katırı seçerken kimimizde akrobat hamlelerle dereyi geçiyoruz. Sonrada köylülerle yaptığımız pazarlığa hayıflanıyoruz. Öyle ya acenteye o kadar para bayıldık, asıl ihtiyacı olan bu köylülere beş doları fazla görüyoruz. Fakat yinede emek dökülmeden hiçbir kazancın hak edilmediğine inanıyorum.Manira' nin otağına ulaştığımızda acıktığımızı anlıyoruz. Patates kızartmasını özlemişiz, afiyetle yiyoruz. Yanımızda Bayram Ali ağbi de var. Partneri halen zirveyi zorlarken, o dönüş yolunda bile. Sonunda ana kampa geldik. Mutlu bize küçük bir not bırakarak Osh'ta bizi beklediğini belirtiyor. Hemen uydu telefonuna koşarak yakınlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Kısmen başarılı olabiliyoruz. Çadırları Thin-Shanda kurmamıza rağmen yeme-içme kısmını Pamir’de gerçekleştiriyoruz. 

 

15 Ağustos Cuma 

Aracımız hazır, kahvaltıdan sonra bizi Osh'a götürecek. Araç dediğimde bizi ilk getirmeye çalışırken, yolda bozulan o küçük Rus minibüsü.Mütevazı şoförümüz Alex'in küçük kızı da yolculuk boyunca bize eşlik edecek. Bayram Ali bizle gelmekten vazgeçiyor. Ferit ağbinin dönmesini bekleyecekmiş. Yeniden tozlu, lambur lumbur yollara dalıyoruz. Son bir defa basımı Lenin'e çevirip selamlıyorum. Arap ve İngiliz atlarından başka Kırgız atlarının da ünlü olduğunu öğreniyoruz. Bozkırlar, stepler alabildiğince uzanıyor. Bense çok eski tarihlere yolculuk içerisindeyim. Çocukluğum, geçmiş-gelecek derken uyumuşum. 

Araba aniden durduğunda Arda ile ben hemen fırlıyoruz. Dönüşte uğrarız diye konuştuğumuz derme -çatma çadıra doğru koştuk. İki çanak soğuk kimiz içtik. Tadı aynı ekşi süzme yoğurda benziyor. Buradaki yaşlı çiftin Türkçe kelimelere daha fazla hakim oluşu bizi bayağı şaşırttı. Hiç zorlanmadan konuştuk. Bugün Anadolu’nun bazı kesimlerinde bile bu kadar net konuşup, anlaşamazsınız. 

Araç ikinci kez durduğunda yemek molasıydı. Cennetten bir köşe diye adlandırdığımız çiftlik tarzı bir tesisteydik. işletenler Rus ama çok sıcak ve samimiler. En güzeli yol boyunca gördüğümüz tek ağaçlıklı kısım. Gerçi bilindiği gibi, iki binli metreler üstünde ağaç zor yetişiyor. Büyük otağı çadırlar kurulmuş. Kiminde uyumak için yer sedirleri, kimindeyse yemek için sofralar kurulmuş. Bu ülkedeki damak zevkimize en uygun tatları burada bulduk. Keşke imkan olsaydı da bu gece burada konaklasaydık. 

Olga'nin pansiyonuna geldiğimizde bizi kapıda Mutlu karşıladı.Sarılıp hasret giderdik. Bizi tebrik ederken çok meraklandığını, bir türlü haber alamadığını belirtti.Günlerdir keçi gibi koktuğumuzu düşünüyorduk. Hemen banyoya koştuk.Dünya varmış be... 

16 Ağustos Cumartesi 

Osh'tan yine küçük, eski bir uçakla havalandık. Bishkek'i hiç gezememiştik. Gece üçteki uçağımıza kadar bol vaktimiz olacaktı.Hava limanında bir Türk taksiciyle tanıştık. Adı Tahsin. Ataları Kafkaslardan buralara kadar sürülmüş.Türkiye’ye hiç gelmemiş.Lakin anadilini çok iyi biliyor, geleneklerine de çok bağlı. Esprileriyle, yaklaşımıyla tipik bir vatandaşımız gibi. demesi, bir anda bana ülkem coğrafyasını hatırlattı. Akşam 23 gibi bizi falanca adresten almasını söyleyerek, şehrin kollarına kendimizi bıraktık. Hayli Türk yatırımcısının ülkede bulunduğunu öğrendik. Türk mutfağının bulunduğu büyük bir alışveriş merkezinde karnımızı bir güzel doyurduk. Dolaşırken Osh'a göre bu başkentin daha modern ve yaşanılası olduğunu fark ettik. Birde Avrupa’nın en genç nüfusu bizde diyoruz ya, burada öyle değil.Genç nüfus çok fazla. Sokakta gördüğümüz en yaşlı tipler neredeyse biziz. Kent merkezindeki müzeyi dolaştık. Dışarıda aşırı bir kalabalık var. Meğer bugün bir konser varmış.Kent merkezi giderek kalabalıklaşıyor. Kolluk kuvvetleri güvenlik diye alanı ablukaya aldı. Biz rahat rahat dolaşıp alışveriş mağazalarını geziyoruz. 

Dünya küçük! Geniş kaldırımlı caddelerde ve parklarda dolaşırken İsmail ve Erhan'a rastlıyoruz. Oturup bir şeyler içerek sohbet ediyoruz. Onlar iki gün daha buradalar. Vakit gelip çatıyor. Tahsin bizi havalimanına doğru ulaştırıyor. Emanetçiden çantalarımızı alıp kontrol kısmına geçiyoruz. Biraz tedirginiz. Ülkede beş günden fazla kaldın mi karakoldan pasaportuna onay vurdurtman gerekiyormuş. Biz tabii bundan bihaberdik. Acentenin da vizesiz ilk Türk müşterileri olduğumuzdan onlarında bilgisi yok.Başından beri ilgili alakalı değillerdi, her konuda. Maddi cezai durum mevcut. Zatı çarşıda polis bizi çevirip de kontrol ettiğinde durum ortaya çıkmıştı. Caddede başka bir vukuat çıkması sonucu ellerinden kurtulmuştuk. Ama şimdi kontrollerde bu su yüzüne çıkacaktı. Polis bizim pasaportları incelerken durumu kavradı. Biz sporcuyuz, dağcıyız, haberimiz ve bilgimiz yoktu demeye çalışıyoruz bütün şirinliğimizi kullanarak. Sonunda, son anda akıl ederek acenteden aldığımız dolaşma izni sayesinde yırtıyoruz. Birde THY kendi vatandaşından fazla gelen bagaj parasını almıyor. Ne varsa bütün yükümüzü bagaja teslim ettik. Oysa diğer hava yolları yabancılardan bir kilo bile fazla olsa alıyor. Osh uçağında bunu fazlasıyla yaşadık. Uçağımız havalandı... 

 

17 Ağustos Pazar 

Kişinin doğup büyüdüğü, yaşam biçimine ve kültürüne alışık olduğu topraklarda olması ne kadarda güzel bir duygu. Hava limanında bir parça toprak bulsak ta, öpsek ya.. 

Burada bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bu organizasyonda büyük-küçük tüm emeği geçenleri, gönülden destek verenleri, bize bu olanakları sağlayanları bir kez daha içtenlikle yürekten selamlıyorum. Bu ortak bir çalışmanın başarısıdır. Sevgi ve saygılarımla


Sönmez Erkaya (wantuz) 

 





 

 
Toplam blog
: 7
: 872
Kayıt tarihi
: 06.03.10
 
 

Uzun yıllardır dağcılık ve kaya tırmanışını birlikte sürdürmekte. Ülkenin hemen hemen tüm dağları..