Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Polis ile anılar ve sorunlar…

Polis ile anılar ve sorunlar…
 

Bazılarımızın “Polis” ile anıları vardır. İyi, ya da kötü... Bu türlü anılar, zaman zaman hayatımızın akışını değiştirir veya belleklerimizde yer eder kalır.

Yıl 1961...

Ankara Gazi Lisesi öğrencisi olduğum dönemler. Türkiye’de 27 Mayıs Askeri hareketi olmuş, iktidar Yassıada Mahkemelerinde yargılanmış, siyaset-polis-vatandaş üçgeninde yaşanan hoş olmayan olaylar iddia olarak gündeme gelmiş ve sonuçta yargı, doğru ya da yanlış kararını vermiş...

İşte o günler... Ben de Lise öğrencisiyim. Bartın Orta Okulundan mezun olmuşuz, Devlet Lisesi olmadığı için Ankara’ya geldik... Taşı havaya atıyoruz, başımızı da altına tutuyoruz. Serde gençlik(!) var ya...

Durduğumuz yerde duramıyoruz. Hafta geçmez ki, okul civarında bir hadise çıkarmayalım. Hadise dedimse, “Sen bizim mahallenin kızına bakmışın” gibi nedenlerle. Her hangi bir ideolojik tarafı kesinlikle yok. Kavga sonrasında zamanın “Doğanbey” Karakolunun amiri okula gelir, ben dâhil, belli kişileri toplar Karakola götürür.

- Söyleyin bakalım, kim yaptı?...

- !...

Olacak şey mi? Söylenir mi? Delikanlılık (!) nerede kaldı?...

Ağızlar hep kilitli....

Sonuç; Baş komiserden biraz okşama, biraz öğüt, çıkar gideriz ama, haftaya yine karakola gelmeyeceğimizi kimse garanti edemez...

Tahsil hayatım bittikten sonra “Doğanbey” Karakolundaki “Okşanma” anılarım hep zihnimde kaldı. Suçumuz neydi?... Masum “Gençlik” veya “Delikanlılık” kavgasının ötesinde?...

İşte o zamanlar AB filan yoktu. İnsan hakları standartları neydi?... Hem Amerikan filimleri seyrederken gördüğümüz hiç de öyle hak-hukuk filan görmüyorduk. Sadece “Konuşmama hakkına sahipsin...” diye başlayan ve bir taraftan da kelepçenin takılış sahneleri olan film konuları gibi... Hatta filmdeki Amerikan polisleri, ceplerinden çıkardıkları bir kâğıttan okurlardı bazen... Bizde ise, öyle bir şey de yoktu. Alınır, götürülür, sorgulanır ve gereği yapılır...

Bu anıların sonucunda, hayatımın içinde bir dönem, polis görünce yönümü değiştirdim.

Yıllar geçti. Polis teşkilatı acaba yine aynen yerinde duruyor muydu?...

Öyle ya, değişen bir şey olmamış mıydı acaba. Benim lise dönemimde, arkadaşım Mete KALELİ de Polis kolejine başlamıştı. Mezuniyet sonrası da birbirimizi yıllarca yitirmiştik. Acaba o da “Okşama” ve “Sorgulama” yapıyor muydu? Bilinmez ki!..

Bir gün, polis ile yeniden tanıştım...

İlki, o günün Kayseri Emniyet Müdürü Sait Azmi KÖKSAL...

Kayseri Fuarında bir tabak “Makarna” ikramımı kabul ettirene kadar göbeğim çatladı... O kadar çok sinirlenmiştim ki “Bir tabak makarnadan rüşvet mi olur” diye kızgınlığımı belli edince, yemek zorunda kalmıştı. Tabi arkasından da her gördüğü yerde “Makarnacı” diye seslenerek, takılmadan edemez oldu.

Sonra Sayın Güner KALKANDELEN, ardından Sayın Hasan YÜCESAN, Sayın Refik YILDIRIM... eski Tokat Valisi Sayın Mehmet GÜNDOĞDU... En verimli döneminde kaybettiğimiz Reşat VURAL, Şube Müdürü olarak tanıdığım, şimdi Tekirdağ İl Emniyet Müdürü Sayın Cemil DEMİR... Müdür Yardımcısı olarak tanıdığım, eski Kayseri İl Emniyet Müdür Sayın Bekir TANRIKULU... Van İl emniyet Müdürü iken tanıdığım Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Sayın Zeki ÇATALKAYA... Hakkâri İl Emniyet Müdürü Cavit ÇEVİK. Daha niceleri... Hangi birini sayayım ki... Şube Müdürü, Emniyet Amiri, Komiser, her seviyeden polis...

Akademik ve çağdaş eğitim getirdiği değişim, polisimizi “Polis” yapmıştı... Türk Polisi, Polis koleji ve Polis Akademisi ile doğrusu gerçekten çağ atlamıştı... İsimlerini saydığım, ya da bilemediğim birçok polis de bu gelişim için çaba harcadı, harcamaya da devam ediyor.

Zaman zaman istenmeyen olaylar oluyor mu?

Olmaz mı, elbette oluyor. Eğer benim rastladığım bir olumsuz olay ise, sonucunun ne olacağına, bana ne zarar vereceğine bakmadan, düşünmeden tavrımı koyuyorum. Öyle inanıyor ve düşünüyorum ki, bu günün polis teşkilatının ulaştığı noktanın üzerine, hiç bir polisin gölge düşürmeye hakkı yok.

Peki, bu polisin derdi yok mu?...

Olmaz mı?

Elbette var. Tüm devlete memurların çektiği ekonomik ve sosyal boyutlu sıkıntıları bir kenara bırakalım. Bunları “Meslek” sıkıntıları var. Bu sıkıntıların çözümü de kimsenin derdi değil.

Adamı yakalamışınız. Elinizde, suçlu olduğu ile ilgili deliller de mevcut. Gözaltına alıyorsunuz. Önce doktor kontrolü, adam sağlam... Sorguyu tamamlıyorsunuz. Tekrar doktor... Adam yine sağlam. Çıkarıyorsunuz mahkemeye, adam orda konuşmaya (!) başlıyor “İşkence ile ifademi aldılar...” diyor. Mahkemede “İşkence” dedi ya, hadi bakalım soruşturma... Ses kaseti, görüntülü kayıt, bunların hiç biri delil olamıyor. Ya da adam gözaltında iken kasten kendine çok önemli olmayan bir zarar veriyor, Adli Tabip de rapor veriyor bilmem neresinde şöyle bir şey var diye... Al başına belayı... Memur hakkında “İşkence” suçundan ağır cezalık dava açılıyor.

Hele şimdi... AB’ne gireceğiz ya... Böyle bir kaç memurun da başını yakarsak “Bak... İşte uyguluyoruz” diyeceğiz.

Diyebilirsiniz ki “Ya işkence oluyorsa?”

Olabilir... Ama bir de çözümü olmalı. İyi polis ile kötü polis, birbirinden ayrılmalı. AB kriterlerine uyacağız diye, gelecekte suçsuz polisin yakasına yapışırsak, görev yapacak “POLİS” bulamayız. Hiç kimse belaya bulaşmak istemez. İşte o zaman esas “İnsan hakları ihlalleri” başlayacak, suçlular ortada cirit atacak, hiç kimse kılını kıpırdatmayacak.

“Sana ne” mi diyorsunuz?...

Bana her şey... Size de her şey olsun...

Bana göre, askerine ve polisine sahip çıkamayan milletler, bağımsızlığına da sahip çıkamazlar. Çünkü “Asker” bağımsızlığın, “Polis” ise “Hak ve adaletin” başlangıcıdır.

17 MART 2007

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..