Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '09

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Rakı mı? Rakı yok abi!

Rakı mı? Rakı yok abi!
 

“Rakıları da kendimiz mi getirecez?” demişlerdir.. “O’nu da kendimiz getirdikten sonra bu düğünün “içkisiz salon düğünleri”nden ne farkı olur ki?” demişlerdir.. Düşününce hak verdim onlara da.. Bizim düğün de öyle bir düğün olabilirdi..

Hani, hesapta içki servisinin yapılmadığı, ama ''illa içerim lan! şimdi damadın kardeşini bakkala yollarız, 2 şişe votkayla, biraz leblebi, fıstık aldırırız anasını satayım'' diyen gelinin emmi oğullarının, dayı oğullarının sivri burunlu, yumurta topuklu “iskarpinler”le geldiği mahalle düğünleri vardır ya? İşte onlardan..

Bu salonların girişinde kocaman harflerle “SALONUMUZ KLİMALIDIR!” yazısı bulunur, ama, sigara dumanından 4 metre ötesinin görülmediği salonun klimalarının, yazın nereyse sıcak, kışın ise oldukça soğuk üfleyeceklerini bilirsiniz..

Kapıdaki davulcu, içeri girenlerin çoğuna “ulan bu gece bi zeybek oyneycem, bak bakalım, Atçalı Kel Memet efe böyle diz vurup, yeri göğü sarsabilir miydi?” hayalleri kurdurturken, “kendi bahşişini nasıl iki katına çıkarabilirin” hesabında “ensesi kalın” misafirleri keser.. İçeri ilk adımını atıp, keskin asit, çemen, sarımsak-soğan esaslı ter kokuları ile ucuz parfüm karışımı ile yoğunlaşmış havayı içine çektiğinde biraz önceki “zeybek” hayali, yerini ''hass...! nerden geldim? Oturaydım evimde, açardım bi bira, televizyonda kurtlar vadisi mi olur, Adanalı mı olur? seyredeydim kötümü olurdu? Bir de para takmak lazım şimdi bu “sidikli” Döndü'ye....'' dedirten düğünlerden..

Hani, briyantin bulamadığı için, saçına iki limonun suyunu boca etmiş, askerlik çağı çoktan geçmiş, tornacı çıraklarının kız beğenmeye, evde kalma sınırına hızla yaklaşan, çenesindeki sakallarını, tişörtünü zorlayan iri memelerini her gördüğünde hayata küsen 32 yaş sınırını zorlayan “kız kuruları”nın geldiği mahalle düğünleri..

Hani, köşedeki pastaneden ucuza alınmış kuru pastaların, bayat kuruyemişlerle dolu naylon tabakların adam sayısına değil, masa başı hesabına dağıtıldığı, limonata, fruko, kristal kolaların masaya adeta atılarak servis yapılan mahalle salonu düğünlerinden..

Sahnedeki org’un açma-kapama düğmesini çevirirken kendini “Viyana Filarmoninin tonmaysteri” sanan müzik sorumlusunun, sigaradan balgam dolmuş hırıltılı boğazını yırtarak sunduğu, daha henüz bir pavyonda “üvertür” olabilme başarısını bile gösterememiş türkücü oğlanın hem çalıp, hem de kıçını yırtarak oyun havaları söylediği salonlardaki düğünlerden..

Kasabadaki en kötü pavyondan gelmiş, “sanırsın assolist'' havalarındaki, üstündeki patlıcan moru rengindeki sahne kıyafeti eprimiş, aslen oldukça esmer, lakin oksijenle açılmış at kili kalınlığındaki saçları beline kadar inen, koyu kırmızı rujlu, (sahte de olsa) sarı saçlara inat, kalın siyah kaşlı, kolları kıllı, göğüs dekoltesi salonun loş karanlığında arka masalarda oturan bekar oğlanlara hayaller kurdurtan, çakma sarışın ''baayan''ların şehvetle izlendiği salonlardaki düğünlerden..

Her ne kadar “çocuk getirilmemesi rica olunur” yazmayı isteseler de, davetiyeye böyle bir uyarı notu yazamayacak kadar eşi-dostu kırmaktan çekinen, kapıdan giren her yeni misafirin neredeyse salonun tamamına yakın bir kısmını öpüp, sırtını sıvazladığı, eğri papyonlu, sümüklü oğlanların, gelinlik taklidi beyaz kıyafetler giydirilmiş onlarca kız bebesinin birbirini çeke çeke pistte koşturduğu salonlardaki düğünlerden ne farkı olurdu ki?

Ben de böyle bir düğüne gitmezdim anam!…

 
Toplam blog
: 22
: 1234
Kayıt tarihi
: 11.10.08
 
 

Ankara'lıyım. 2 çocuk babasıyım. Evliyim tabii ki.. Bir "Ankara aşığı" diyebilirsiniz bana. Beşiktaş..