Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Rakıya su katmam...

Yıl 1950 ve aylardan Temmuz…

Daha dört yaşındayım. Babamın tayini Aydın’a çıkmış. Çok ayrıntılı hatırlayamıyorum ama kenarında duvarı olan koccaaa bir suyun kenarında buluyorum kendimi. Orasından hatırlıyorum olayları. Çünkü o suyun kenarındaki geniş alanda üç tekerlekli bisikletler vardı ve ben de onlara binmek istiyordum. Bütün mesele buydu…

Binmesine biniyordum ama ikide bir indiriyorlardı beni. Ama benim istediğim, o bisikletlerden birinin benimle temelli olmasıydı. Nasıl oluyorsa oluyor, gelip alıp gidiyorlardı…

Sonunda dayanamadım ve dört yaşının verdiği duygular içinde olanca gücümle içimdeki enerjiyi dışarı boşalttım.

Nasıl mı?...

Orayı ne siz sorun, ne den ben anlatayım. Çünkü Ramazan ayındaydık ve annemle babam oruçtular. Artık gerisini siz düşünün…

Ertesi gün İzmir’den Aydın’a gittik…

Yaklaşık 2 yıl boyunca Kızılcagedik, Meşeli ve Germencik’te kaldık…

Annem, ilk kez “Gurbet”e çıkmış. İki çocuk ve bir de “Efendi” yani kocası… Bilmediği yerler. O zamanlarda öyle canın sıkılınca çat kapı şehirlerarasının bırak, mahalleler arası bile gitmek mesele…

Ve görmediğimiz, bilmediğimiz yerler…

Yaşımızın gereği de çok bildiğimiz de yok. Ama evde radyomuz var. Köyde, yalnız bizim evde. Yani “Memurun evinde” radyo var.

O zaman yayınlar sabah, öğle ve akşam saatlerinde belli saatlerde yapılır. Böyle 24 saat 365 gün yayın nerde…

Sabahları bir de bakmışsınız ki kapıya birileri gelmiş…

“Şu radyonun kulağını bir kıvırsan da, ajansı dinlesek…”

Tamam, dinleyelim de, her istediğin saatte bu radyoda program yok ki!...

Bu durumu köy halkına anlatmak epey zamanımızı aldı. Hatta anlatamadık da “Muhtarlık” baskısıyla kurtulduk…

Annem hiçbir şekilde “Efendisini” yalnız bırakmak niyetinde değil. Hele bilmediği bir yerlerde, asla yalnız göndermezdi... O nedenle de “Erkek” evlat olarak mesai saatlerinden sonra babam ile birlikte takılır(!)dık…

İşte o günlerden bir gün…

Altın sarısı saçları, masmavi gözleri, şirin ama biraz tedirgin olan ben, ilk kez “Aslan sütü” ile tanıştım…

Annem, her ne kadar beni babamın yanına “Bekçi” gibi gönderdiyse de…

Hatırlayabildiğim kadarıyla epeyce yaşlı, ama yörede de oldukça saygın bir kişi. Ne dese yerine geliyor, herkes ondan söz dinliyor…

Koydu çay bardağına rakıyı “Te be kızan… Al bakalım…” dedi…

Aldım tabi… Bizim evde, bu içilen şeyin kokusu bilinen bir şeydi de, tadı malumumuz değildi…

Yüzüm buruştu, içim yandı ama “Erkeklik” de elden gitmesin diye “Şey” de sürdürmedik…

İşte o gündür bu gündür, rakıya su katmam, katamam…

Ha…

“Te be kızan… Al bakalım…” diyen kim miydi?...

Bir “Efe” idi… Adı da Yörük Ali Efe idi galiba…

06 MAYIS 2007

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..