Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Geçmişte kalmamak

Son yazımın başlığı “Bir kişi hariç…” başlığını taşıyor. Her ne kadar sayfamda “Seçim gülmecesi…” başlıklı yazım “son” olarak görülüyorsa da, o durum “Onay” saatinden kaynaklanıyor.

Yazımda, DYP ile ANAP arasında yapılan esasta ve kökten “Birleşme”ye tüm milletin olumla bakmasına rağmen, sadece “Bir kişi”nin olumsuz bakması ve birleşmeye olan tepkisinin oldukça sert olması üzerine “Bende kuyruk yarası, sende evlat acısı oldukça dost olamayanız” diye hemen herkesin bildiği bir fıkrayı yazarak olaya tepkimi göstermiştim.

Bu yazım 06 Mayıs 2007 saat 14:10 itibariyle sadece ve sadece 32 kişi tarafından okunmuş (!) ve blog yazarı arkadaşlarımızdan Sayın Ahmet YILMAZ da bir yorum yazmış. Yorum aynen şöyle: “Hani bir reklâm var televizyonda, Kadir Çöpdemir soruyor ya vatandaşa, uydu mu dijitürk mü diye... Bu fıkra şimdi uydu mu hocam?”

Cevabım da aynen şöyle oldu: “Sayın Ahmet YILMAZ... Sanırım yazıda kimden söz ettiğimi anladınız. Aslına bakarsanız şu cümleyi metinden çıkardım: ‘Ben, şimdi bu hikâyeyi anlatmaktan dolayı çok utanıyorum ama…’ diye başlayan... Ama sözünü ettiğim kişiler hala oralarda kaldıkları gibi, onların yaptığını bu memlekette Osmanlı sülalesi bile yapmadı.”

Sayın kardeşimize bir kez daha teşekkür ederim. Nezaket göstermiş ve “Hani bir reklâm var televizyonda…” diye anlattığı hikâyenin “Orijinal sürümünü” yazmamış. Hani fırıncının “Odunu” ile terzinin “Makası” hikâyesi…

Yorum ve yoruma verdiğim cevap sonrası, gün boyunca bu konuyu düşündüm. Gerçekten yazarken ve özellikle de bilinen hikâye ile konuyu ortaya koyarken oldukça sıkıntı çektim. Yazdığım yazı Sayın Ahmet YILMAZ’ın deyimi ile “Bu fıkra şimdi uydu mu hocam?” sorusuna cevap veremeyeceğim gibi mi olmuştu? Başka bir anlatımla o “Bir kişiye” haksızlık mı etmiştim?

Bu gün sabah, Hürriyet Gazetesinde bir vatandaşın “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı…” unvanının arkasına eklediği ismi ile verdiği ilanı okuyuncaya kadar düşünmem ve rahatsızlığım sürdü.

O ilanı okuyunca rahatladım. Demek ki yanlış değilim. Gerçi ilanı veren kişi “Hikâye” anlatmamış, kibarca adı geçen şahsı “Uyarmış” ama olsun, ben rahatladım ve görüşüm ne kadar isabetli olduğunu gördüm.

03 Kasım 2002 tarihinden bu yana, Türkiye’de siyasi partilerin parçalanmışlığından ve bunun getirdiği siyasi istikrarsızlıktan, demokrasinin “Amaç” değil “Araç” olarak algılanmasını ortaya çıkardığından söz ederken…

Ve “Bir kişi…” çıkıyor bu birleşmeye karşı duruyor ve “Tabanda birleşemezler” diye de gayet isabetsiz ama kendinin Türkiye’ye bakış açısını ve üzerinde “Yüklü bulunan” ve halen atamadığı duygularını da ortaya koyan bir görüş bildiriyor…

Belki de ayrı bir yazı konusu olması gereken şu gerçeği bu vesile ile ortaya koyayım. Eğer “Sol” cenahta, sağda yaşanan ve başarılan DYP-ANAP birleşmesi gibi CHP-DSP-SHP birleşmesi sağlanamazsa, kusura bakmasınlar ama bu millet onları bu seçimde sandığın içine bir daha çıkmamak üzere gömer ve gömmelidir de…

Bu saptamayı yaptıktan sonra diğer konuda bir iki cümle ettikten sonra bir daha anılmamak üzere kapatmak istiyorum…

Murat BARDAKÇI’nın hazırladığı ve Kanal D televizyonunda yayınlanan “Son Osmanlılar” belgeselindeki bilgilere göre…

Osmanlı hanedanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1924 günü kabul ettiği 431 sayılı kanun uyarınca ve kanunun ifade ettiği şekilde "Türkiye topraklarında yaşamaktan ebediyyen mahrum bırakılıp" sürgüne gönderiliyorlar.

Yıllar sonra, hem de yaşanan o kadar acı ve sıkıntılara rağmen…

Sultan Vahideddin'in kızı Sabiha Sultan'ın yayınlanmamış hatıralarından: "Türkiye'de bugün Cumhuriyet kurulmuş, ailemiz vazifesini yapıp geçmiştir. İmparatorluk ayrı bir devirdi, fakat o da Türk'ün idi, bugünkü Cumhuriyet de Türk'ün malıdır".

Osmanlı Hanedanı'nın New York'ta yaşayan reisi Şehzade Osman Ertuğrul Efendi anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa bizi sürgüne göndermek zorundaydı, zira göndermeseydi yapmak istediklerini yapamazdı."

Neslişah Sultan'ın duygu yüklü konuşması: "Sürgünde seneler boyunca yanımda bir avuç İstanbul toprağı olmasını istedim, bir türlü temin edemedim ama İstanbul'a nihayet kendim dönebildim. Şimdi sokağa çıktığımda güzel ne varsa dedelerim tarafından yapılmış olduğunu görüyorum ve bu toprağa ait olmakla iftihar ediyorum."

Yani...

Yorumu yine siz yapın, ama benim yorumum, sürekli “Acı içinde” yaşamak gerçekleri kaçırmaktır. Oysa “Gerçek” değişmesi mümkün olmayan “Geçmiş”tir ve geçmişten geleceğe ancak “Ders” çıkartırsak faydalı olur…

06 MAYIS 2007

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..