Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '08

 
Kategori
Resim
 

Ressam- Resim- İzleyici ilişkisi

Ressam- Resim- İzleyici ilişkisi
 

www.sinavonline.net


İnsan bilinciyle hareket etmeye başladığı andan itibaren kendini ifade etme zorunluluğunu duymuş olmalı diye düşünürüm. Çünkü yapılan her kazıda, her arkeolojik kalıntıda, her mağarada mutlaka bir çizimle, bir figürle karşılaşıyoruz.

İnsan bilinçli davranışından bu yana kendini anlatmak, ötekini algılamak, dolayısıyla insanı ve evreni kavramak istemiş. Bunu da iletişim yoluyla gerçekleştirmenin mümkün olabileceğini düşünmüş olmalı ki, yaşantısını, düşüncelerini, isteklerini, beklentilerini resim aracılığıyla dile getirmiş. Resim bu anlamda en eski ve en kapsamlı iletişim dilidir. Onun için resim, insanın kendini ifade araçlarının başında gelir.

Resim ressamın üretimi olmasının yanında izleyenle çoğalan, değerlenen bir yapıttır. İzleyenin gördüğü kadar güzeldir resim. Algıladığı kadar anlamlıdır. İnsan zihninde çoğaldığı kadar da değerlidir.

Şimdi resim geçmişimize şöyle bir göz atalım isterseniz.

Hepimizin bildiği gibi Türkiye’de köklü bir resim geleneğinden söz edemeyiz. Çağdaş resim çalışmaları 1835 ler de bir grup askeri okul öğrencisinin Avrupa ükelerine eğitim için gönderilmesiyle başlamıştır.

Osmanlı orduyu modernleştirmek amacıyla batı yöntemlerine uygun eğitim yapan askeri okulların kurulmasına karar verir. İlk olarak Mühendishane-i Berri Hümayun(1794) adında bir okul açar. 1831 yılında Mektebi Harbiye ve Mühendishane-i Bahri hümayun okullarını devreye sokar. Bu okullarda daha çok askeri amaçlarla yeni resim teknikleri programa alınmıştır. Buradaki temel amaç mühendislik ve topografik çizimler eşliğinde teknik resim ağırlıklı bir eğitimdir. İki boyutlu yüzey üzerinde perspektif, ışık-gölge gibi temel resim kuralları öğretilmeye başlanır.

Bu okullarda öğrenim gören öğrenciler arasında ressamlık ve çizimlerde başarılı olanları, Batı resim tekniğini öğrenmeleri için Paris, Viyana, Berlin, Londra gibi kentlere eğitime gönderilmiştir. Bu ülkelerde resim eğitimi alan asker kökenli öğrenciler, yurda döndüğünde, grup çalışmaları ve resim sergileri açmaya başladılar.

1883 te Osman Hamdi beyin önderliğinde Sanayi-i Nefise Mektebi ( Güzel Sanatlar Akademisi ) kurulmuştur. Böylece kurumsal anlamda çağdaş resim teknikleri ve çağdaş resim akımları doğrultusunda eğitim-öğretim başlamıştır.

Bu özet bilgiden sonra görülüyor ki bizim çağdaş resim geleneğimiz yüz-yüzelli yıllık bir geçmişe dayanıyor. Hal böyle olunca da resim sanatıyla bağlantılı fikir ve yorumlarımız çok derinlikli olamıyor.

Bugün bile bir resim tablosunu izlerken, bir resim sergisini gezerken birçok insanın ilk sorularından biri; ne anlatmak istiyorsunuz bu resimde? veya, Bu ağaç mı? Bu kuş mu? O ev neden eğri duruyor? v.s

Oysa ressam resmini yaparken bir nesneyi (evi, ağacı) yapmak için yola çıkmaz. Bu nesneler sadece bir araçtır. Ressam resmi yaparken o nesnenin kendinde ve izleyende uyandırdığı duyuşları dile getirmek için resim yapar. Orada göstermek istediği ev, ağaç, taş, toprak değildir. Ressam kendi(öznel) resim diliyle bunların, insan ruhunda uyandırdığı güzel, iyi, özlem, acı, korku, komik, hüzün, sevinç, v.s gibi insan yapısının özünde var olan duyuşları yeniden ifadelendirir. Yani insana insanı hatırlatır. Bunun için güzeldir resim, bunun için değerlidir ve de gereklidir.

Elbette soru yönelten insanları anlayışla karşılamak gerekiyor. Doğaldır anlayamayan /algılamayan insanın öğrenmek için sorması. Ancak yanıtı zor sorular bunlar. Bu taştır, bu ağaçtır yanıtı kadar basit değil bunu anlatmak.

Resimi anlamak için resim izleyicisinin de çabası gerekir. Biraz resim bilgisine gereksinim vardır. Resimle ilgili kitap karıştırmak gerekir. Resim izleyicisi olarak da baktığın resmi algılayıp, anlamları çoğaltabilesin. O zaman bu ev mi? ağaç neden böyle yapılmış? sorusu çok gereksiz kalır. Çünkü ağacın yeşil yerine kırmızı yapılmış olması: örneğin; şiddetle ilgili bir anlatımı da içerebilir, yok oluşu da… Orada sadece kırmızı bir ağaç yoktur. Burada şiddetten aşka kadar, kopuşlardan yok oluşa kadar her bireyin kendi yaşam birikimine paralel birçok ifadeyi bulursun.

Bununla ilgili İspanyol ressam Picasso’nun başından geçen çok hoş bir hikaye vardır. Picasso’nun resim sergisinde izleyicilerden biri balık adlı tabloya bakıyor, bakıyor renk ve biçim olarak bir şeye benzetemiyor. Picasso’ya dönüp
-“Tanrı aşkına nasıl bir balıktır bu? Hiç balığa benzemiyor.” diyor.
Picasso gayet sakin:
-“Hanımefendi o balık değil, bir resim.” diyor.

Sanat gerçekliğin yeniden üretilmesidir. Ve sanat eseri sanatçıya koşullu bir üretimdir. Yani burada sanatçıya özgü bir dille (öznel) gerçekliğin yeniden üretilmesidir/ yorumlanmasıdır. Dolayısıyla aynı nesneyi resmeden her ressam farklı çizecektir, farklı boyayacaktır gördüklerini. Sanatın özgünlüğü ve de özgürleşmesi değimlidir bu?

Öyleyse ressamın nesneleri gördüğümüz haliyle çizmesi hiç de gerekli değildir. Ressam (sanatçı) düş ve düşünce dünyasında ki kurgularını, tuvale aktarırken; görünür, birebir dünyadan soyutlanıp, aşkın bir dünyaya taşınır. O dünyada artık nesneyi olduğundan çok daha farklı görebilecek ve yansıtabilecektir.

Resim bir kültür işidir. En azından kültürel bir altyapı üzerinde parlak yükselişler gösterilebileceğine inanıyorum. Pek çok ressam bunun bilincinde olan biri olarak resim yapar. Çok doğaldır ki bunun karşılığını bulabilmesi/değerlendirilebilmesi, asgari de olsa “bakan” kimseyle estetik bir “etkileşime” girebilmesi bir bilgi gerektirir.

Eğer niye güneş, güneş gibi değil, niye kuşun tek kanadı var, gibi sorularla bir resmi yargılayıp mahkûm etmek “cahilliğine” düşmek istemiyorsak, biraz çaba göstermek gerekmiyor mu?

İzleyicinin de bir parça sanatsal kültüre ilgi göstermesi, kendini bu konuda geliştirmesi pek çok şey kazandıracaktır bireye /izleyiciye.

Yani estetik algısı eğitilmiş insanlar olmak. O zaman bir tablonun karşısına geçtiğimizde sanat yapıtıyla seyreden bireyin arasında düzeyli bir “iletişim” oluşacaktır. Bu durumda ne ressamın yıllara dayalı çabaları, ne sanat izleyicisinin çabaları boşa gitmemiş olacaktır. Dahası hayatı düz, sığ, ve tek boyutlu biçim de algılamak yerine çok daha renkliş, çeşitli, zengin algılanıp, yaşanır.

Sizce de öyle değil mi?

 
Toplam blog
: 36
: 9117
Kayıt tarihi
: 11.07.08
 
 

İzmirliyim. İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi mezunuyum. Serbest çalışan diş hekimiyim. M..