Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '15

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Rönesans ve Paris

Rönesans ve Paris
 

Paris'te Rönesans
 
Rönesans öncesi Ortaçağ
1400'lerin ardından “Hümanizm”, yani insanı evrenin merkezine koyan düşünce akımı Rönesans ile vücut bulmuştu. Büyük Roma İmparatorluğu'nun Atilla'nın Kuzeye yönelik başlattığı Kavimler Göçü'nün etkisiyle barbar kavimlerin istilâsına maruz kalması, bu büyük imparatorluğu önce Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayırmış; ardından da Batı Roma İmparatorluğu'nun tarih sahnesinden çekilmesine neden olmuştu. Bu istilaların ardından Avrupa'da uzun yüzyıllar boyunca sürecek olan yeni bir dönem başlamıştı. Avrupalıların sonradan ara dönem olarak düiündükleri için “Ortaçağ” adını verecekleri bu dönem güçlü derebeylerinin küçük şehirlerde egemenliklerini arttırmalarına, Katolik kilisesinin her şeye egemen olmasına, Papa'nın ise en büyük ruhani lider kabul edilmesine neden olmuştu. Ortaçağda dinin dogmaları üzerinde tartışma kabul edilmezken, antik dünyanın pagan sanat anlayışı da hoş görülmemişti.
 
Ortaçağ
 
Uzun yüzyıllar boyunca süren bu dönem Rönesans yani yeniden doğuş hareketlerinin ortaya çıkmasıyla ile son bulmuştu. Rönesansı en ciddi şekilde anlamlandıranlar elbette İtalyanlar olmuştu; çünkü çok önem verdikleri Roma İmparatorluğu her şeyden önce onlar için medeniyetin sembolüydü. Barbarlar bu uygarlığa son vermişler; Antik Roma ve Antik Yunan ile asla kıyas kabul etmeyecek olan sanat anlayışlarını getirmişlerdi. İtalyanlar için Ortaçağın sanat anlayışı barbar kavimlerden olan Gotların adıyla anılır olmuştu. Bugün “Gotik Sanat” dediğimiz bu anlayış yüzyıllara damgasını vurmuştur. Gotik sanatı ele aldığımız zaman İtalyanların düşüncesine yüzde yüz hak vermek elbette bu sanat anlayışı için çok büyük bir haksızlık olacaktır. Evet, İtalyanlar Gotik sanatı hiçbir zaman bir Fransız, Alman yahut Avusturyalılar gibi benimsemediler. Hatta Kuzey'i örnek almak yerine daha çok Doğu'nun, İstanbul'un yani Costantinopolis'in etkisinde kaldılar ve bununla uyumlu olarak “Romanesk” adı verilen yeni bir üslubun ortaya çıkmasına neden oldular. Bugün İtalya'da Ortaçağ döneminde yapılan birçok eser bu nedenle Gotik anlayıştan çok Romanesk özellikler gösterir. Sanat üstadı Gombrich'e göre İtalyanların Rönesansı başlatmasının en büyük nedeni de yüzyıllar boyunca geliştirdikleri bu roman üslubu olmuştur.
 
Yeni buluşlar
 
İtalya'nın aksine Fransa en güzel Gotik eserlerin inşa edildiği bölge olarak Ortaçağ'da büyük ilerleme kaydetmişti. Gotik sanatın kilise yapımında çığır açması mimaride yaşanan önemli bir gelişme üzerine olmuştur. Bir binanın inşası esnasında tavan ağırlığı binanın nasıl bir yapıda olacağı konusunda bize önemli ipuçları verir. Ağır bir tavan elbette büyük pencerelerin yapılmasına imkan tanımaz. Peki, ya tavan o kadar da ağır olmak zorunda değilse? Yüksek ve sağlam sütunlar üzerinde tıpkı bir insan kaburgasının bedeni taşıması gibi gibi iskeleler ile tavan ince bir örgü ile birleştirilirse? Bu anlayış elbette dönemi içinde sanatta bir devrim yaşanmasına neden olmuştu. Avrupalılar bu sayede en güzel gotik kiliselerini inşa edip gül pencereleri ile de kiliselerinin renkli vetray ile aydınlatılması olanağını elde etmişlerdi. Paris'in en önemli kilisesi Notre-Dame işte sanattaki bu yeni mimari anlayışın en güzel örneklerinden biri kabul edilmektedir.
 
Paris ve Rönesans
 
16. yüzyıla geldiğimizde Paris için büyük bir yeniden yapılanma süreci başladığını görürüz. Bu dönemde Fransa Kralı olan François'in başkente yerleşmesi ile İtalya'da ortaya çıkıp bütün Avrupa'ya yayılmakta olan Rönesans akımı Paris'i de hızla etkisi altına alır. François öncelikle eski saray Louvre'un restorasyonunu ve ardından da Saint-Eustache Kilisesi ile Hôtel de Ville'nin inşasını başlatır. Ardından da İtalya'yı kasıp kavuran bu yeni akım Paris'te kendini göstermeye başlar.
 
Rönesans
 
Rönesans, insanı evrenin merkezine koydu. İnsanoğlu aklı ile herşeyin üstesinden gelebilirdi. Rönesans insanı sanatçıydı, üretkendi, düşünen ve yaratandı, ressam, heykeltıraş, şair, müzisyen, edebiyatçı ve elbette mimardı. Floransa şehri bütün bu özelliklere sahip adamların şehri oldu. Leonardo, Michelangelo ve Raffaello bu şehirden çıktı. Onları diğerleri takip etti. Venedik bu akıma kısa bir süre sonra ayak uydurmaya başladı. Tintoretto, Tiziano, Giorgione, Giacopo Bassano gibi sanatçılar Venedik'in sanat okullarında yeni bir üslubun doğuşuna neden oldular. Rönesans insanı bir dahi idi ve normal aklın alamayacağı oranda yaratıcılık düzeyine ulaşmıştı. Bu sanatçılara yaşadıkları dönemde herkes hayrandı. Papalar en önemli işleri onlara sipariş ediyordu. Floransa'da Mediciler, Venedik'te signorler bu sanatçıların büyüklüğü ile kalıcı olmanın ve sonsuza kadar onların sanat eserleri ile anılmanın çabası içine giriyorlardı. Bu sanatçılar her yere çağırıldılar. Leonardo bilhassa, dehasını herkesin kabul ettiği ama esasında kimsenin anlayamadığı bir adamdı. Çok az eser bıraktı. Yaptıklarının çoğunu tamamlamadı. Doğayı anlamlandırma çabasına girdi; evrenin yasalarını inceledi hem de Galileo'dan daha önce. Ressam olduğunu hiç iddia etmezken iki önemli tablosu bugün hala dünyanın en önemli iki tablosu olarak kabul görüyor. Bunlar, Milano'da Santa Maria della Grazie Kilisesi'nin yemek salonuna yaptığı “L'ultima Cena” yani Son Akşam Yemeği ve “La Gioconda” yani “Mona Lisa” tablosudur.
 
Toplam blog
: 79
: 5412
Kayıt tarihi
: 25.10.11
 
 

Dr. Serap Mumcu Geronazzo, Padova Üniversitesi Tarih bölümünde doktoramı tamamladım. Tarih, Sanat..