Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Rüyamdaki dedem

Rüyamdaki dedem
 

Dün gece dedemi gördüm rüyamda. Çocukluğumun geçtiği evde başladı rüyam. Üsküdar Ticaret Lisesi'nin iki yanından çıkan yokuşların birleştiği kavşağa bakan yedi katlı apartmanın giriş kat dairesinde. Herşey olması gerektiği gibiydi, tek fark ben çocuk değildim. Ev hatırladığım gibi kokuyordu, eşyalar hatırladığım gibiydi. Büyük salonun girişinde sol tarafta akşamları üzerinde ayçekirdeklerini kavurduğumuz gazlı soba, sobanın çaprazındaki duvarda büyük koyu renk büfe ve ortasında sekiz kanal değiştirme butonlu televizyon. Beyaz ahşap pencerelerin ardında gazoz kapaklarının sırtlarını aşındırdığımız kaldırım taşları ve o taşların üzerinden esen güneşle karışık bahar havası. Herşey olması gerektiği gibi. Ve ben, şu an hatırlayamadığım bir sebeple – belki de sebepsiz- dışarı çıkıyorum. Rüyanın çözülemeyen tabiatından ötürü gelen zaman/ mekan kopukluğu kendimi evden çıkar çıkmaz yokuşun aşağısında, bakkal Niyazi amcanın dükkanının önünde bulmamı sağlıyor. Mahalle hiç olmadığı kadar boş. Etrafa bir sessizlik hakim. Ticaret lisesinin sahasında kimse yok, sokak bomboş. O an anlıyorum, birşeyler yanlış... İçimde bir huzursuzluk var. Eve dönüyorum. Yine o gizemli zaman/ mekan kopukluğu... Kapının önünde buluyorum kendimi. Dedem açıyor kapıyı. Yanakları elmacık kemiklerinden hafif içeri çökmüş, yüzü kemikli bir yapıda. Saçları gür ve gri - beyaz karışımı, arkaya doğru taranmış hafif dalgalı. Belli belirsiz bir kirli sakalı var. 40’lı yaşlarında duruyor. Son hatırladığımdan çok farklı. Hatta anılarımdaki tüm suretlerinden değişik. Orta yaşlarda bir adam ama çok dinç duruyor. Yüzü gülüyor. Hiç alışık olmadığım bir tarzda, resmi bir şekilde, elimi sıkıyor ve yana çekilip içeri buyur ediyor beni. İçeriye bakıyorum. Mutfağın hemen yanındaki duvarda gerçekte olmayan bir kapı açık duruyor. Gerçekte o duvarın arkası dedemin odası ama bu gördüğüm bambaşka. Bir çalışma odasına benziyor. Bembeyaz bir masa var, üzerinde kağıtlar belli belirsiz ve birkaç kalem. Ve dedemin yüzü gülüyor. İçimdeki huzursuzluk hissi huzura dönüşüyor. Biliyorum artık, dedem, her nerede ise, çok mutlu. Beni buyur ettiği kapıdan içeri adım attığım anda uyanıyorum. Rüya bitiyor, hayat başlıyor.

Klavyenin başına oturuyorum. Sen öldükten yıllar sonra sahip olduğumuz bu anıyı kağıda döküyorum belleğimde detayları yitip gitmesin diye. Bahsen teyzenin annemi arayıp, "gelin dedeniz çok hasta" dediğinde anlamamıştım neler olduğunu. Sen ölümsüzdün benim gözümde, yakıştıramamıştım, aklım almamıştı. Seni yatağında, göbeğinde bir bıçakla, gördüğümde çatıktı kaşların... Anlamsız geliyordu herşey yine de. Ancak seni yıkamaya götürmek için odandan çıkarırlarken anlamıştım öldüğünü. Gittiğin yerden geri gelmeyeceğini... Bomboş odanda bana anlattığın hikayeler kulağımda çınlarken, gözümün önüne hep o kaşlarının çatık hali gelip duruyordu. Niçin çatmıştın kaşlarını, gittiğin yerde canın sıkkın mıydı? Giderken mi acı çekmiştin, gittiğinde mi? Yıllar sonra da olsa cevapladın sorularımı. Artık biliyorum, sen kaşlarını hayata çatmıştın ölüme değil... Seni mutlu gördüğüme çok sevindim dede... Sarıldığım yastığında kokunu içime çeke çeke ağlayıp sana hoşçakal dediğim o akşam sen belki de çalışma odanda beyaz masana kurulmuş yazmaya yeni başlamıştın, biz bitti zannederken...

Yaz dede... Yazalım... Sen o tarafta, ben bu tarafta...

 
Toplam blog
: 89
: 618
Kayıt tarihi
: 16.12.06
 
 

İlk kitabımı, 'Pal Sokağı Çocukları'nı okuduğumdan beri yazıyorum. Yazmak beni o çocuklar gibi öz..